Kış Düşü * Bedriye Aksakal

Kış kışlığını iki haftadır, bizlere iyice yüzünü gösterdi. Spil, yine beyaz örtüsüne büründü. Kar yağınca, şairin dediği gibi: “Bir ses savrulur gelir yüreğime oturur”.Sesler yüreğime otururken, bu kez kar konusundan yola çıkarak, farklı temaları işleyen Ahmet Muhip Dıranas'ın, “kar” şiiri belleğime üşüşüveriyor:
Kardır yağan üstümüze geceden;
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Orman uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze inceden…
Her taraf buğulandıkça, dört bir yanıma sürekli kar yağıyor. Kelebek gibi uçuşan kar, beni kaybolan aşklarıma götürüyor.
Çocukluğumda 'kar'ın üzerinde kayıp oynadığım, üzerine pekmez dökerek kar helvası yediğim günler sesler arasında… O büyülü kar taneleri arasında anılarım. Dedemin ocak başında anlattığı masallardan dans eden figürler çıka gelir yanıma. Daha çok olağan üstü yaratıklar arasında bulurum kendimi. Çocukluk yıllarımda, dedem bize Anadolu masalları anlatırdı. Bir de doğuya ait Hint- Çin söylenceleri hala kulağımda bir tını. İlkokulda babamın verdiği Kelile Dimne kitabını arada bir elime alıp, sayfalar arasında dolaşırken, o masum yıllarıma gidip gelirim.
Dağlarda kar. Etrafımda durmaksızın Dıranıs'ın dizeleri:
“…
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam,
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök deniz aşkına
Yağsın üstümüze kar buram buram
…”
Üstüme üstüme yağan karlar arasında düşlerim peş peşe sıralanıyor.
İlkokuldan sonra, içimde yanan bir ateşle kanatlanıp uzak diyarlardaki insanları tanımak isterdim. Hayal ve gerçekler arasında yaşarken, birçok gizemin arkasına saklanırdım. Dış dünyadan kendimi soyutlarken, Hermann Hese'nin dediği gibi: “Bilindiği halde hep bilinmez kalanın görünmezliğini koymaya çalıştım, galiba bu benim yaşam öyküm…”
Herkesin dünyasında düşleri, el değmemiş dünyası vardır. Benim çocukluğumda da el değmemiş bir dünyam vardı. Çocuklukta sevgi ne çabuk elde ediliyordu. Bu sevgileri daha çok evde dedem, ninem, annem, babam ve kardeşlerimde bulurdum. Onlar benim dünyamdı. Çevrem lekelenmemiş kuşku ile dolu değildi.
Dedem daha çok bizlere cenneti anlatırdı. Cennete gidebilmemiz için doğru davranışlar içinde olmamızı, yalana başvurmayın derken, ardından da her zaman iyilik yapmamızı öğütlerdi.
Anlatılan cennete gidebilmek için kardeşim Benal ile hayallerimizi çoğaltırdık. Biz dedemden masallar dinlerken, babacığım da bahçede tavuklarımızı, tavşanlarımızı, arı kovanlarımıza bakardı. Evimizdeki hayvanların barınaklarını onararak, kışa hazırlardı.
Dranas'ın dizeleri sığınağım olmayı sürdürüyor:
“…
Buğulandıkça yüzü her aynanın,
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır tek ü tenha bir kamış,
Sırf unutmak için, unutmak ey kış,
Büyülü yalnızlığını dünyanın.
…”
Bugün havanın soğukluğu, Spil'in bembeyaz örtüye büründürmüş olan kar, beni çocukluğuma alıp götürdü. Yıllarla birlikte birçok şeyleri yitiriyoruz. Dedemi yitirdiğimde ne çok ağlamıştım. Beni, kim çocukluğuma götürecek diye. Kim cennetin kapısını açacak diye…
Dedem bilge kişiydi. Sağı solu kitaplarla doluydu. Kitaplarına baktığımda eğri büğrü yazılardan, hiçbir şey anlamazdım. Anlamadığımı söylediğimde de saçlarımı okşar: “Onlar Farsça yazılmış kitaplar…” derdi. O saygı değer dedem, Mısır'da medrese öğrenimi görmüş, köyünde hocalık yapmış bir kişiydi.
Onun kar gibi beyaz sakalını çekmek çok hoşuma giderdi. Dedemin yaşamı yazmak ve kitap okumakla geçerdi. Okuduğu kitapların kenar boşluklarına da yazı yazardı. “Ne yazıyorsun? Dediğimde: “Açıklıyorum”, yanıtını alırdım. Bu kitapların tozunu alırken, dedemin inci gibi yazdığı yazıları da merak eder dururum..
Dedem farklı bir kişiydi. Kendi kurduğu ütopik dünyasında yaşıyordu. O da babam gibi hiçbir zaman dünya malına heves etmedi. Dedemden- babamdan bizlere kalan tek miras her halde bu felsefe olsa gerek. Ağabeyim ve ben de dünyanın malı dünyada kalır düşüncesiyle yaşıyoruz. Tek tutkumuz kitaplar ve dünyayı tanımak, insanlığa hizmet etmek…
Dedem arada bir dinlenirken bizleri yanına çağırıp, doğup büyüdüğü köyünü anlatırdı. Bize yabancı gelen topraklarını anlatırken, gözleri derinleşip buğulanırdı. O an çocuk aklımla doyamadığı köyünü özlediğini anlardım.
Dedem Akseki'nin Sarıhacılar köyünde doğmuş ve büyümüş. Köklerinin Orta Asya'dan geldiğini, atalarının Toroslar'a yerleştiğini anlatırken,bitmeyen bir masalı dinliyorduk sanki.
Bu gün “kış düşü”, beni nerelere götürdü. Dedemin sevgisi dört bir yanımı sarıp sarmalıyor. Duvarda asılı olan resmine bakarken, dedeciğimi bir kez daha saygı ile anıyorum.