Gökyüzü Mavi Kaldı

Daha önce okumamışım kitaplığımda boynu bükük kalmış. Hani en parasız anımızda cebimizin bir yerinden çıkıveren kâğıt para ya da sevgiliden gelen mektup gibi sıcacık bir eser. GÖKYÜZÜ MAVİ KALDI uluslararası yazarımız, yaşayan Koca Çınarımız Yaşar Kemal’in ve bir başka büyük üstat Sabahattin Eyüboğlu’nun ortak eseri. Adını da kendi koymuş usta yazarımız Yaşar Kemal.
Halk şiirimiz dünyaya kaynaklık edebilecek güce sahip, tek eksiğimiz bilimsel araştırmaya dayandırılmaması. İşte bunun için gerçekçi bir yaklaşımla ulu şiirlerin derli toplu eseri. Halk şiirimiz üzerine titiz inceleme araştırmalarını yansıtmış dost ve usta iki sanatçı. Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan, Pir Sultan Abdal’dan, Âşık Veysel’den bildik şiirlerinin yanı sıra Yaşar Kemal’in derlediği güzel dizeleri de tanıyoruz eserde. Ayrıca ağıtlar, tekerlemeler, bilmeceler, türküler, atasözleri, deyimler, , ninniler, masallar en güzel en sıcak örnekleriyle verilmiş. Eserin sonunda bir de Ahmet Köklügil’in hazırladığı mini sözlük ilk yardım çantası gibi.
Eserin içeriğinden önce Azra Erhat ‘ın yazdığı önsözü büyüledi beni:
“İmeceden hoşlanırdı Sabahattin Eyüboğlu. Başka türlü çalışmaya aklı ermez, gönlü yatmazdı. Dostları, öğrencileri ile çok gezdiği, binlerce fotoğrafla saptadığı, yıllarca derslerine konu ettiği Anadolu sanatı üstüne Eyüboğlu’nun bir kitap yazması beklenirdi.
Bu imece çalışmaları ile başı derde girerdi çoğu kez. O çevresinde insanların dostların arılar bala nasıl gelirlerse öyle üşüştükleri Sabahattin Eyüboğlu imece çalışmalarının çoğunda yaya bırakılmıştır. İşin gerektirdiği uzman kişileri bulmakta güçlük çeker, onlardan beklediği derin ilgiyi, kapsayıcı coşkuyu bulamaz, kısacası düş kırıklığına uğrar; ama aynı inanç ve güvenle sarılırdı yeni baştan işine.
Sabahattin’in not tuttuğu, anımsama amacıyla bir yere bir şey yazdığı görülmemiş duyulmamıştır. Yıllarca iki üniversitede verdiği derslerin yazılı bir tek sözü bile ne yaşamı süresince görülmüş ne de öldükten sonra ortaya çıkan kâğıtları arasında bulunabilmiştir. Oysa hazırlardı derslerini, hem de aylar, günler öncesinden, kafasının içinde çok yönlü çabayı gerektiren oluşum ile.
Evet, yazmazdı, eski kuşak aydınının divan edebiyatını olduğu kadar halk geleneğini de belleğinde tutmaya alışmış tutum ve davranışıyla sürdürürdü sohbetini. Türkülerin hepsini ezbere bilir, çevresini saran dostlara anımsatıp söyletir, bir duraksama oldu mu ipin ucunu gene kendisi bulur, sözü ondan ona hoplata hoplata güle oynaya tamamlatırdı. Ama kim inanır, bir türkü defteri vardı Sabahattin Eyüboğlu’nun. Orada yazılı bulunan türküleri bir zamanlar HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ’nde derlediğini bana kendisi mi söylemiş, yoksa Magdi’den mi duymuşumdur bunu kesinlikle anımsayamam. Öylesine geçmişe karışmış bir olay ki defterde eski yazıyla türküler de vardı sanırım. Evet, vardı, çok eski dönemde olmuştu böyle bir şey, yani türkülerin yazıya alınması, ama nasıl olmuş neden olmuştu? Yaşar Kemal’le türkü derlemesi bu soruya ışık tutacaktır, ışık tutmaktadır.
Ben yaşamadım, bilmiyorum; ama Yaşar Kemal şimdi anlatır der ki, bir gece Bedri Rahmi’nin Narmanlı Hanı’ndaki işliğinde Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi ve kendisi bellekten okumaya başlamışlar, Ahmet Hamdi ile Sabahattin Divan edebiyatından, Bedri ile Yaşar da Halk edebiyatından söyledikçe söylemişler, sabaha kadar hiç durmadan dökmüşler, sermişler şiiri hiç tükenmeyen bir şölen sofrasında birbirlerine. Sonra sabah olmuş,çıkmışlar da Sabahattin,Yaşar’a :”Gel seninle bir kitap yapalım.”demiş ilk kez.Hasanoğlan’da bir defter ,Yaşar Kemal’le bir kitap…Rastlantı değil bu,üstünde durup düşünmeye değer,Sabahattin anasından,Trabzon’daki çevresinden,sonra ömrü kardeşlerinden ,yakınlarından,evine gelip giden dostlardan,ozanlardan,Aşık Veysel ya da Ruhi Su’dan sürü ile türkü dinlemiş,hepsine sesiyle değilse de gönlü ile katılmıştır.Hepsini kendi ömrü süresinde yaşatacak denli derinden yaşamıştır,keyif olsun diye bir kez dinleyip geçerek değil.Her biri inanarak sevdiği,usuna güvenerek anladığı halkının bir yönünü,bir özelliğini aydınlatmaktaydı kendisine.
Aynı merakla, Türkçe olmayan deyişlere de ilgi gösterirdi. Ermenice, Kürtçe türküleri izler, plaklar bulup buldurur, onları üst üste çalar, bıkmadan usanmadan dinlerdi. İlişkiler kurardı, bir motifin, bir ayrıntının ordan oraya Anadolu Halkları arasında nasıl gidip geldiği, ne denli yaşayıp ayrımlaştığı, benzeştiği sonsuz bir araştırma konusu görünürdü gözüne.”
Önsözü ve içeriğiyle Anadolu ile bugün arasında bir sanat köprüsü kuran büyüleyici bir eser. Yaşar Kemal’in söyleyişiyle:
Kuş uçtu yuva kaldı
Gökyüzü mavi kaldı