Yeni Yükseköğretim Yasası ve Düşündürdükleri * Kemal Kocabaş

Prof. Dr. Kemal Kocabaş
?Akademik özgürlük”, akademik çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri anlamına gelir.” Lima Bildirgesi
Geçen haftanın en önemli gelişmelerinden biri hazırlanan yeni ?Yükseköğretim Yasası?nın Cumhurbaşkanlığı köşkünde ve YÖK?te dar bir çevrede ele alınışı ve sonra da üniversite kamuoyunda tartışılmaya açılmasıdır. ?YÖK? olarak tanımlanan Yüksek Öğretim kurulunun, ?TYÖK? Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu olarak adlandırılması ve bu hazırlığın arkasında Başbakanlıktan çok Cumhurbaşkanlığının olması, ayrıca yazılan bir dipnotla taslağın ortada gözükmeyen, tartışılmaya sunulmayan ve henüz kabul edilmeyen bir anayasanın kabul edildiği varsayılarak yazılması notunun düşülmesi de enteresandır. Taslakta ?küresel eğilimler, rekabet, finansal esneklik, kalite güvencesi? gibi terimler çok yaygın bu anlamda taslağın ?üniversite-piyasa? bakış ekseniyle hazırlandığını gösteriyor. 4+4+4 yasası nasıl ülkenin gerçek eğitim sorunlarına yanıt vermiyorsa bu yasanın 30 yıllık YÖK?ün yarattığı tahribatın özeleştirisi üzerinde kurulmadığı da çok belirgin. Ayrıca metnin girişinde yükseköğretimin yeniden yapılandırma sürecinin ??bölgesel ve küresel bir güç olma iddiası taşıyan ülkemizin rekabet üstünlüğünün geliştirilmesi? gibi bir gerekçe ifadesi hükümet programı çağrışımı da yaptırabiliyor.
Önce şu saptamayı yapalım. 1982 yılında 12 Eylül despotizminin yaşamımıza kattığı YÖK yasasının anti-demokratik, bileşenlerini dışlayan, dekan-rektör erkini öne çıkaran sorunlu bir yasa olduğunu ve 30 yıldır yapılan pek çok değişikliğe rağmen yükseköğretim dünyasının önünü kapattığı, pek çok problem ürettiği açıktır. Yeni yasanın bu 30 yıllık olumsuz deneyimleri yok edecek yeni bir vizyonla hazırlanması temel gereksinmedir. Yeni model neler getiriyor? Evrensel demokratik, özerk üniversite tanımı var mı? Üniversite kendisi mi oluyor? Yoksa tümüyle siyasal iktidara bağlı mı kılıyor? Her yeni üniversite yasası çıktığında 1933,1946,1960,1982?deki yasa tasarıları kabulu sonrası olduğu gibi yeni bir öğretim üyesi ?tasfiye potansiyeli? var mı? Yasa gerçekten ülkenin temel gereksinmelerinden mi kaynaklanıyor, yoksa küresel dayatmalar mı? Metne hakim yenilikler nedir? Bu yazı çerçevesinde taslak ile ilgili bazı değerlendirmeleri paylaşmak istiyorum.
1)Yasa önerisinin sonunda ?Yardımcı doçentlerinin tümünün, doçent ve profesörlerinin belli bir oranda sözleşmeli olması? şeklinde çok tehlikeli olabilecek bir madde beni 1980?li yıllara taşıdı.1982 yılında kadrolu asistan iken 2547 sayılı yasa ile birden sözleşmeli araştırma görevliliği kadrosuna atandık. Bir yıl sonra da yönetim erki sözleşmeyi iptal ederek görevimize son verdi. Bu madde bu anlamda geçmiş üniversite geleneklerinde olduğu gibi üniversitelerde yaygın tasfiye süreci başlatabilir. Ülkeyi yöneten tek parti iktidarının uygulamalarına bakarsak bunu öngörmemek olası değildir. Kimler sözleşmeli olacak, nasıl olacak? Yanıtı taslakta yok.
2)Yeni yasa tasarısı finansman ve işleyiş açısından ?Devlet, Vakıf ve Özel? yüksek öğretim kurumları, yönetim açısından ?Kurumsallaşmış-Kurumsallaşmakta?, yoğunlaşma alanları bazında ?Araştırma ve Eğitim? ağırlıklı yüksek öğretim kurumları olarak farklılaşabileceği saptaması yapmaktadır. Bu sınıflandırmanın ne denli ülke gerçekleriyle örtüştüğü tartışılmalıdır. Araştırma ve eğitim birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Salt eğitim yapan, salt araştırma yapan yüksek öğretim kurumu evrensel üniversite değerleriyle çelişir. Salt eğitim yapan bir yükseköğretim kurumu üniversite olamaz. Bu taslak ile önerilen yabancı üniversitelerin fakülte, enstitü açması ve özel üniversite kurmasının sağlıklı sonuçlar doğurmayacağı açıktır. Bu piyasacı anlayış kamu üniversitelerini çok olumsuz etkileyecektir.
3)Yasa tasarısı taslağı rektör ve dekanı seçmek için 10 yılını tamamlamış, en az 100 öğretim üyesi olan yüksek öğretim kurumlarında ?Üniversite Konseyi? yani mütevelli heyeti öneriyor. 11 kişiden oluşacak bu kurula 5 üyenin üniversite öğretim üyelerinden, 2 üyenin Bakanlar Kurulu tarafından, 2 üyenin yüksek öğretim kurulu tarafından ilgili üniversitenin profesörleri arasından seçebileceğini, 1 üyenin üniversite mezunları arasından, 1 üyenin de üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi verenler veya bağış yapanlar arasından seçilir denmektedir. Üniversite Konseyi üyesi 11 kişinin seçilme biçimi sıkıntılıdır, değiştirilmelidir. Bu konseyde üniversite iradesi yoktur. Bugünkü siyasal iktidarı düşünürsek Bakanlar Kurulunun, yüksek öğretim kurulunun seçeceği 4 kişi kesinlikle siyasal bir tercih sonucu olacaktır. Üniversiteye bağış yapan bir kişinin konseye üye seçilebilir olması da doğru değildir. 11 kişinin en azından 7?sinin üniversite tarafından seçilmesi esas olmalıdır. Benzer sorun TYÖK oluşumunda da vardır.
4) Üniversitelerde nitelikli öğretim üyesi sorunu vardır. Bunu kabul etmemek olanaksızdır. Yeni yasa taslağı bunu çözmek için yükseköğretim kurumlarının kendi içinde performansı öne çıkaran bir yönetim modeli öneriyor. Öğretim üyesi ücretlerinde, bazı akademik görev atamalarında bu performansa göre davranılacağı ifade ediliyor. Üniversitede performans ölçümünün sorunlar çıkarma potansiyeli vardır. Performans ölçüm kriterleri ve herkese adil-eşit uygulanması konusunda ülkenin içinde bulunduğu koşullarda zorluklar vardır.
5) Rektör ataması sürecinde ?5 yıllığına, bir dönem ve farklı bilim dallarından? olması saptaması geçen 30 yıllık deneyimlerin olumsuzlukları üzerinde geliştiği için olumludur. Önerilen rektör seçimi modeli sorunludur. Konseyin, başvuran adaylardan hangi kriterlere göre rektör seçeceği düşüncesi problemlidir. Yaşanılanlardan sonra yapılması gereken yukarıdaki koşullarda üniversitenin kendi rektörünü, dekanını seçebilmesidir.
6)Yasa tasarısı üniversiteye şirket-firma yönetimi penceresinden bakmakta ve iktidara bağımlı kılmaktadır. Öğrencilerin katılımına yönelik çok önemli adımlar yoktur, akademik özgürlük, kültür sanat vurgusu ve üniversitenin toplumsal sorumluluğu gibi kavramlar bulunmamaktadır. ?Öğretim üyeliği? kavramının içi boşaltılmaktadır, sıradanlaştırılmaktadır. Akademik özgürlükler ve araştırma-bilim özgürlüğü ile ilgili vurgular yok denecek kadar azdır.
Sonuç: Bu yükseköğretim yasası küresel-neo liberal politikalar adına ve siyasal iktidarın tüm kurumlarda olduğu gibi üniversiteleri de tümüyle kontrol etme düşüncesiyle hazırlanmıştır. 30 yıldır YÖK?e yapılan demokratik itirazları temel almamaktadır. Bu itirazlar demokratik, özerk, özgür, katılımcı, halkına ve insanlığın evrensel değerlerine sorumluluk duyan kamucu, aydınlanmacı bir üniversite anlayışını işaret etmektedir. Dileğimiz yasa tasarısının tüm üniversite bileşenlerinin demokratik katkılarıyla ve üniversitenin özgür iradesiyle şekillenmesidir. Bu anlamda bu tasarıya itirazımız vardır.