Yeni İlköğretim Müfredatındaki Sorunlar * Kemal İnal

Bu öğretim yılı başında kabul edilen ve kamuoyuna “eğitimde devrim” diye tanıtılan yeni ilköğretim müfredatı, bazı pilot okullarda aylardır deneniyor. Şu ana kadar yeni müfredatın uygulama, öğretim yöntem ve teknikleri, öğretmen, öğrenci, müfettiş, ölçme-değerlendirme bakımından son derece sorunlu olduğu ortaya çıktı. Neden?
Yeni ilköğretim müfredatının eğitimde bir devrim olduğu iddiasının felsefi bir gerekçesi vardı. AKP ve Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'na göre eski müfredat başarısızdı. Bu da, “düz”, “doğrusal”, “tekçi”, “birörnek” ve “kaba indirgemeci” olduğu iddia edilen Newtoncu bilim paradigması ve Kartezyen mantıktan kaynaklanıyor; dolayısıyla modern eğitim anlayışı, küresel ve postmodern koşullara yanıt veremiyordu. Zira, fizik ve felsefe dünyasında Newtoncu “determinist” metodoloji aşılmış; “olasılıkçı”, “çok yönlü nedensellikçi”, “eğilimsel” Kuantum teorisi egemenliğini kurmuştu. Dolayısıyla, öğrenmede görelilik esas alınmalıydı. Batı, artık Kuantum fiziği, kaos matematiği, evrimci biyoloji, sinirbilim ve sistem teorileri alanlarındaki buluşlar sonucu öğrenme kuramlarını değiştirmiş, geliştirmişti. Evren, Newton'un iddia ettiği gibi mekanik/matematik bir saat düzeneği gibi işlemiyordu. Yeni koşullara uyum sağlayıcı bir esnekliği vardı evrenin. Bu nedenle beyin programlanabilir bir bilgisayar, öğrenme de bilginin üst üste yığıldığı (ezberci) bir süreç olamazdı. O halde mekanik benzetmeler yerine akışkan, organik ve biyolojik yeni gelişmeler dikkate alınmalıydı. Yeni müfredata temel oluşturan mantıksal gerekçeler bunlardı.
Öncelikle, yeni ilköğretim müfredatının felsefi gerekçelerinde, eğitim sistemimizin tüm sorunlarının “uyumlu öğrenmeyi engellediği”, “ezberciliği özendirdiği”, “öğrencinin kimlik ve becerilerini saptırdığı”, “araştırmacı ve sorgulayıcı benliği neredeyse yok saydığı”, “okullaşmayı mekanik süreçlere indirgediği” ve “öğretmen merkezli olduğu” iddia edilen Newtoncu paradigma ve Kartezyen mantığa yüklenmesi, çok büyük bir talihsizliktir. Newton ve Descartes, modern bilim ve felsefenin kurucularındandır. Newtonculuğa ve Kartezyen akla dayalı modern metodoloji ile yapılan buluşlar, gerçekleştirilen deney ve öğretimler, ortaya atılan felsefi çıkarımlar hâlâ çok önemli ve yararlıdır. TÜBA bile, yeni ilköğretim müfredatı vesilesiyle Newtonculuğa yapılan saldırıları, “moda” eğilimler olarak eleştirmiştir.
Peki AKP, neden Kuantum teorisini yeni ilköğretim müfredatına temel yapmak istemiştir. Bu soruyu yanıtlamadan önce şu söylenmeli:Yeni ilköğretim müfredatında Kuantum ve görelilik lehine ya da adına herhangi bir iz bulmak çok zor; bilakis yeni müfredat, birçok (örneğin, bilimsel araştırmanın süreçleri) bakımdan Newtoncudur.
Kuantum teorisinin gündeme getirilmesinin iki nedeni vardır. İlk olarak, eğitimde devrim yapıldığı iddiasını, tartışmalı ama iddialı bir kavram aracılığıyla sergilemek. İkinci olarak, Kuantum ve Görelilik teorilerinin postmodern teorilere zemin teşkil edeceğini düşünmek, böylece metafizik bir bilme biçimi olarak dine (küreselleşmenin zararlı etkilerine karşı “milli/dini direnç hatları”na) meşruiyet kazandırmak. Ancak, ne ironiktir ki, yeni müfredatta “yaratılış teorisi”, “yaratıcı drama” ile yan yana bulunmaktadır. Batı'da ussallık, evrensellik ve doğruluk gibi kavramlara yönelik postmodern eleştirilerin çoğulcu, renkli, çeşitli ve hoşgörülü, farklı kültürlere yaşam alanı tanınmasında dine de yer açma gayretlerinin olduğu iyi bilinir. “Çok renkli”, “herkese uygun seçenek”, “gerçeğin çoğulluğu/çokluğu” ve “gerçekliğin göreliliği” gibi postmodern savlarla “esnek ve sorgulayıcı bir eğitim”in kurulacağı iddia edilir öteden beri. Oysa, yeni ilköğretim müfredatı örneğin bu bakımdan kadın bakış açısına, farklı etnik ve dinsel kültürlere, alt sınıfların sorun ve değerlerine kördür; yeterince demokratik değildir.
Yeni ilköğretim müfredatının eleştirilecek başka birçok yönü daha vardır. Örneğin yeni müfredatın temel vurgusu, demokrasiye değil, ekonomiye duyarlı bireyler yetiştirmektir (homo economicus). “Risk almak”, “kariyer geliştirmek”, “girişimci ve lider olmak” vd., ilköğretim çağındaki çocukların gelişim düzey, kişilik, zeka ve sosyal konumlarının çok ötesinde, yetişkinlere hitap eden amaçlardır. Saf ve kırılgan dünyaları içindeki çocuklara bu kapitalist özelliklerin kazandırılması, ne mümkündür ne de iyidir. “Bir ürünün gerekliliğini sezme”, “ürünü planlama”, “pazar araştırması yapma”, “ürünü pazarlayabilme”… Bunlar, çocukların saf ve kırılgan dünyalarını ezer geçer.
Neoliberal eğitim politikalarında vurgunun, Michael Apple'ın da belirttiği gibi, öğrencilerin gereksinimlerinden performanslarına, okulun öğrenci için yaptıklarından öğrencinin okul için yaptıklarına kayması ve eğitimin tümüyle iş dünyasının diline tercüme edilmesiyle birlikte derin bir yabancılaşma yaşanmaya başlanmıştır. “Test kafalı” öğrenci tipi, bu yabancılaşmanın ürünüdür.

Sonuç olarak, bu ilköğretim müfredatı ile çocukların gelecekleri ipotek altına alınmaktadır.
Çocuklar, geleceğin “girişimcisi”, “işadamı” gibi değil, toplumsal değerleri öğrenen yurttaşlar olarak yetiştirilmelidir.
Bu nedenle, müfredatların felsefi temeli tutarlı biçimde kurulmalıdır. Temel kötü olursa, ders kitapları, öğretim yöntem ve teknikleri, öğrenme süreçleri, öğretmen ve mezunlar da sorunlu olur.

Yeni İlköğretim Müfredatındaki Sorunlar * Kemal İnal

Kemal İNAL (Sosyolog)

Bu öğretim yılı başında kabul edilen ve kamuoyuna "eğitimde devrim" diye tanıtılan yeni ilköğretim müfredatı, bazı pilot okullarda aylardır deneniyor. Şu ana kadar yeni müfredatın uygulama, öğretim yöntem ve teknikleri, öğretmen, öğrenci, müfettiş, ölçme-değerlendirme bakımından son derece sorunlu olduğu ortaya çıktı. Neden?

Yeni ilköğretim müfredatının eğitimde bir devrim olduğu iddiasının felsefi bir gerekçesi vardı. AKP ve Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'na göre eski müfredat başarısızdı. Bu da, "düz", "doğrusal", "tekçi", "birörnek" ve "kaba indirgemeci" olduğu iddia edilen Newtoncu bilim paradigması ve Kartezyen mantıktan kaynaklanıyor; dolayısıyla modern eğitim anlayışı, küresel ve postmodern koşullara yanıt veremiyordu. Zira, fizik ve felsefe dünyasında Newtoncu "determinist" metodoloji aşılmış; "olasılıkçı", "çok yönlü nedensellikçi", "eğilimsel" Kuantum teorisi egemenliğini kurmuştu. Dolayısıyla, öğrenmede görelilik esas alınmalıydı. Batı, artık Kuantum fiziği, kaos matematiği, evrimci biyoloji, sinirbilim ve sistem teorileri alanlarındaki buluşlar sonucu öğrenme kuramlarını değiştirmiş, geliştirmişti. Evren, Newton'un iddia ettiği gibi mekanik/matematik bir saat düzeneği gibi işlemiyordu. Yeni koşullara uyum sağlayıcı bir esnekliği vardı evrenin. Bu nedenle beyin programlanabilir bir bilgisayar, öğrenme de bilginin üst üste yığıldığı (ezberci) bir süreç olamazdı. O halde mekanik benzetmeler yerine akışkan, organik ve biyolojik yeni gelişmeler dikkate alınmalıydı. Yeni müfredata temel oluşturan mantıksal gerekçeler bunlardı.

Öncelikle, yeni ilköğretim müfredatının felsefi gerekçelerinde, eğitim sistemimizin tüm sorunlarının "uyumlu öğrenmeyi engellediği", "ezberciliği özendirdiği", "öğrencinin kimlik ve becerilerini saptırdığı", "araştırmacı ve sorgulayıcı benliği neredeyse yok saydığı", "okullaşmayı mekanik süreçlere indirgediği" ve "öğretmen merkezli olduğu" iddia edilen Newtoncu paradigma ve Kartezyen mantığa yüklenmesi, çok büyük bir talihsizliktir. Newton ve Descartes, modern bilim ve felsefenin kurucularındandır. Newtonculuğa ve Kartezyen akla dayalı modern metodoloji ile yapılan buluşlar, gerçekleştirilen deney ve öğretimler, ortaya atılan felsefi çıkarımlar hâlâ çok önemli ve yararlıdır. TÜBA bile, yeni ilköğretim müfredatı vesilesiyle Newtonculuğa yapılan saldırıları, "moda" eğilimler olarak eleştirmiştir.

Peki AKP, neden Kuantum teorisini yeni ilköğretim müfredatına temel yapmak istemiştir. Bu soruyu yanıtlamadan önce şu söylenmeli:Yeni ilköğretim müfredatında Kuantum ve görelilik lehine ya da adına herhangi bir iz bulmak çok zor; bilakis yeni müfredat, birçok (örneğin, bilimsel araştırmanın süreçleri) bakımdan Newtoncudur.

Kuantum teorisinin gündeme getirilmesinin iki nedeni vardır. İlk olarak, eğitimde devrim yapıldığı iddiasını, tartışmalı ama iddialı bir kavram aracılığıyla sergilemek. İkinci olarak, Kuantum ve Görelilik teorilerinin postmodern teorilere zemin teşkil edeceğini düşünmek, böylece metafizik bir bilme biçimi olarak dine (küreselleşmenin zararlı etkilerine karşı "milli/dini direnç hatları"na) meşruiyet kazandırmak. Ancak, ne ironiktir ki, yeni müfredatta "yaratılış teorisi", "yaratıcı drama" ile yan yana bulunmaktadır. Batı'da ussallık, evrensellik ve doğruluk gibi kavramlara yönelik postmodern eleştirilerin çoğulcu, renkli, çeşitli ve hoşgörülü, farklı kültürlere yaşam alanı tanınmasında dine de yer açma gayretlerinin olduğu iyi bilinir. "Çok renkli", "herkese uygun seçenek", "gerçeğin çoğulluğu/çokluğu" ve "gerçekliğin göreliliği" gibi postmodern savlarla "esnek ve sorgulayıcı bir eğitim"in kurulacağı iddia edilir öteden beri. Oysa, yeni ilköğretim müfredatı örneğin bu bakımdan kadın bakış açısına, farklı etnik ve dinsel kültürlere, alt sınıfların sorun ve değerlerine kördür; yeterince demokratik değildir.

Yeni ilköğretim müfredatının eleştirilecek başka birçok yönü daha vardır. Örneğin yeni müfredatın temel vurgusu, demokrasiye değil, ekonomiye duyarlı bireyler yetiştirmektir (homo economicus). "Risk almak", "kariyer geliştirmek", "girişimci ve lider olmak" vd., ilköğretim çağındaki çocukların gelişim düzey, kişilik, zeka ve sosyal konumlarının çok ötesinde, yetişkinlere hitap eden amaçlardır. Saf ve kırılgan dünyaları içindeki çocuklara bu kapitalist özelliklerin kazandırılması, ne mümkündür ne de iyidir. "Bir ürünün gerekliliğini sezme", "ürünü planlama", "pazar araştırması yapma", "ürünü pazarlayabilme"… Bunlar, çocukların saf ve kırılgan dünyalarını ezer geçer.

Neoliberal eğitim politikalarında vurgunun, Michael Apple'ın da belirttiği gibi, öğrencilerin gereksinimlerinden performanslarına, okulun öğrenci için yaptıklarından öğrencinin okul için yaptıklarına kayması ve eğitimin tümüyle iş dünyasının diline tercüme edilmesiyle birlikte derin bir yabancılaşma yaşanmaya başlanmıştır. "Test kafalı" öğrenci tipi, bu yabancılaşmanın ürünüdür.

Sonuç olarak, bu ilköğretim müfredatı ile çocukların gelecekleri ipotek altına alınmaktadır. Çocuklar, geleceğin "girişimcisi", "işadamı" gibi değil, toplumsal değerleri öğrenen yurttaşlar olarak yetiştirilmelidir. Bu nedenle, müfredatların felsefi temeli tutarlı biçimde kurulmalıdır. Temel kötü olursa, ders kitapları, öğretim yöntem ve teknikleri, öğrenme süreçleri, öğretmen ve mezunlar da sorunlu olur.