Tekel İşçilerini Selamlıyorum

Yaklaşık 50 günden beri Ankara-Kızılay’da Türk-İş Binası önünde bir çadırkent gerçeği yaşanıyor. Yaklaşık 5 bin işçi soğuğa, kara, yağmura, ayaza aldırmadan olağanüstü inanç, kararlılık ve direnişle özlük haklarını koruma mücadelesi veriyorlar. Toplumun içine kapandığı, korku kültürünün egemen olduğu ülke koşullarında “Hayır” diyebilmeyi, itiraz edebilmeyi, iki dudak arasında alınan kararlara karşı onurlu tepkilerini dile getiriyorlar. Bugün; yani 1 Şubat günü de hükümetten sorunlarına çözüm bekliyorlar.
28 Ocak 2010 Perşembe günü Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) Genel Merkezi ve Şubeleri adına Ankara Şube Başkanımız Dr. Alper Akçam ve Prof. Dr. Ayfer Kocabaş ile birlikte bu onurlu dayanışmaya küçük bir katkı sağlamak için çadır kentteydik. Ankara’ya o gün kar yağmıştı. Hava çok soğuktu. Çadırkentte yaklaşık 15 çadır ve eylemde de 5 bin işçi var. Her çadırın girişinde işçilerin geldiği il adları ve çadırların içinde ise direniş ile ilgili yaratıcı karikatürler, resimler vardı. Siyasi iktidara yönelik kızgınlıklar ve öfkeler sloganlara yansımıştı. Çadırların içinde ve dışında “4C İnsan Haklarına Aykırıdır, İnsan Ölürse Devlet Yaşamaz”, “Yastığımız mezar taşı, yorganımız kar olsun, biz bu yoldan dönersek, namus bize ar olsun”, Ahmet Arif’in bir şiiri “Bunlar engereklerdir ve çıyanlardır, bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü”, “Yaşasın İşçilerin ve halkın kardeşliği”, “Tekel İşçileri, Mardin gibi hoşgörülü dillerin, dinlerin ve ırkların beraber yaşadığı ortamdır”, “Tekel İşçisi öğretiyor, öğrenciler öğreniyor”, “Mevzu ekmek, namus, vatan ise gerisi teferruattır. Samsun İşçileri”, “Tütün bizim ekmeğimizdir” gibi duygular, düşünceler dışa vurulmuştu.
Dayanışmanın ve her tür insani güzelliğin yaşandığı çadırkentte yaklaşık 3 saat kaldık. Oradan ayrılmak istemedik. Oradaki insanı, emeği ve onuru savunan büyük “insani atmosferden” adeta büyülendik, çoğaldık. Girdiğimiz her çadırda kadın-erkek, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Roman hiçbir farklılık, ayrılık yaşamadan Nazım’ın dizelerindeki gibi “Bir orman gibi kardeşçesine” direnişi gerçekleştiriyorlar. Çadırlarda her gelen konuk bir ikram ile geliyor. Tokat çadırında otururken Operadan gelen iki kadın sanatçı evlerinde yaptıkları poğaçaları işçi dostlarımıza dağıtıyorlar, arkadan yine bir dernek tüm çadırlara tulumba tatlısı, bir başka grup ise lahmacun dağıtıyordu. Çadırkent girişinde direnişteki işçi dostlarımız “ Ankara Halkına, Sakarya Semti esnafına, üniversite öğrencilerine” teşekkürlerini ifade eden pankart ise vefa duygusunu yansıtıyordu.
Çadırların içi cıvıl cıvıldı. Sömestr tatili nedeniyle çocuklar anne ve babalarına ziyarete gelmişlerdi. Bazı çocuklar yatakların içinde ödevlerini yapıyorlardı. Herkesin gözü ışıl ışıldı. Tümünün yüzünde yaptıkları direnişin haklılığını ifade eden kararlılık ve inanç vardı. Çadırlarda büyük sobalar yanıyordu. Her çadırda konuklara yönelik çay ikramı vardı. Gelen konukları bırakmıyorlardı. Onlara bu ülkenin tüm sağduyusunun bu çadırlarda olduğunu, hayır diyebilmek gibi bir insani refleksi topluma sundukları için çok değerli toplumsal bir katkı ürettiklerini ifade etmeye çalıştım. Onlar da sorunlarını anlatmaya çalışıyorlar. Maaş bordolarını göstererek basına yansıdığı gibi 3 bin lira aylık maaşları olmadığını 1300-1500 lira civarında ücret aldıklarını özellikle belirtiyorlar. Ziyaretlerden çok mutlu oldukları yüzlerinden okunuyordu. Diyarbakır çadırındaki arkadaşlarla uzun uzun söyleştik. “Hocam direnişimiz dışarıdan nasıl görülüyor” sorusunun yanıtını en çok merak ettikleri soruydu. Diyarbakır Tekel İşçisi dostlarım direniş süreci ile ilgili olarak “Hocam biz kendimizi daha konuksever zannederdik. Biz Burada Ankara halkının büyük desteği, baskılara rağmen Sakarya esnafının arkamızda olması ve gece yarısı bizlere çorba getiren üniversiteli kardeşlerimizin dayanışmasıyla sarsıldık, insanlığın her tür etnik ve mezhepsel farklılıkların üstünde bir güzellik, bir değer olduğu gerçeği ile tanıştık. Arada 1-2 günlüğüne eve gidiyoruz. Ama oralarda duramayıp hemen geliyoruz. Çünkü yüreğimiz burada atıyor” diyerek duygularını dillendiriyorlardı.
İşçilerin bir bölümü AKP’ye oy vermelerine rağmen çadırlara hiçbir AKP milletvekilinin ziyaret etmemesi çadırlarda konuşmalarda ortaya çıkan gerçeklikti. Gerçek demokratik açılımın çadırlarda hayata geçtiğini ifade eden işçiler anti-demokratik siyasi partiler yasasının mutlaka değişmesini, demokrasinin sadece liderlerin iki dudağı arasında olmaması dileklerini-özlemlerini ifade ettiler. Tam bu konuşma sırasında Bingöl çadırında çocuğu vefat eden bir işçiye başsağlığı dilemek için tüm çadırlardan oluşan heyetler ziyarete gidiyordu.
29 Ocak 2010 Cuma günü Ankara yağmurluydu. Yüreğimiz durmadı. Yine çadırkentteydik. Türk-İş binasının zemin katındaki konferans salonu revir olmuştu. Arkadaşım Dr. Alper Akçam ve pek çok hekim her gün iki saat gelerek işçilerin sağlık sorunlarıyla ilgileniyordu. Ankara halkı evlerindeki binlerce ilacı buraya yığmıştı. Bir eczacı hanım da ilaçları sınıflandırıyordu. Dayanışma bir başka boyutuyla da sürüyordu. Bu kez çadırlarda Türk-İş heyetiyle Başbakan arasındaki görüşmenin yorumları yapılıyordu. Herkesin kafasında 1 Şubat Pazartesi günü hükümetin alacağı karar var. Yüreklerinde ve beyinlerinde de bir an önce sorunun çözülüp evlerine, çocuklarına dönüş özlemi var.
Ankara Kızılay’da kadın-erkek binlerce kişi “özlük haklarının korunmasına” yönelik çok insani bir duyarlılık adına direniyorlar, haykırıyorlar… Ülkenin dört bir köşesinden gelen binlerce insan çözüm bekliyor. Sonuç almayı bekliyorlar. Dilerim sağduyu egemen olur. Küreselleşmenin yarattığı örgütsüzlüğe rağmen Tekel İşçilerinin ürettiği örgütlü mücadele dayanışma adına çok değerli kazanımların oluşmasına da katkı sağladı. Yağmura, kara, ayaza rağmen haklarını arayan tüm işçi dostlarımızı bu satırlardan selamlıyorum.