Aşının Öyküsü

Aşı kavramı “domuz gribi” salgınıyla beraber ülke gündeminde yerini aldı. Hayatın her alanında aşı olalım mı? olmayalım mı? tartışması yaşanır hale geldi. Hükümet bu konuda kendi arasında farklı görüşlere sahip. Başbakan farklı düşünüyor, sağlık bakanı farklı düşünüyor. AKP grubu farklı, CHP grubu farklı düşünüyor. Tüm konularda olduğu gibi kamuoyu bölünmüş durumda. Bu arada her gün Domuz Gribinden kaç kişinin öldüğüne ilişkin haberler merakla izlenir oldu. Bu satırları kaleme alırken internet sayfalarında gribin bu yeni türünden dolayı 18 yurttaşımızı kaybettiğimize ilişkin haberler de ekranlara yansıdı. Halkımız arasında “Domuz” isminin algılandığı gibi bu grip tipi çetin çıktı ve can alıyor.

1966-1972 yılları Ortaklar İlköğretmen Okul’nda parasız-yatılı öğrenim gördüğüm yıllardı. 1200 kişilik yatılı okulda meteorolojik koşulların uygunluğu nedeniyle sınıflarda ve yatakhanelerde soba kurulmazdı. Buna rağmen zaman zaman grip salgını çıkar revirde veya yatakhanelerde yatardık. Hatta bazen derslerden sıkılan muzip arkadaşlarımın tepeşir tozu yutarak ateş yükselmesi tanısıyla 3-4 gün rapor aldıklarını anımsarım. O dönemde zaman zaman tüm okul aşılanırdı. Aşı sonrası 3-4 günlük tatiller verilir köyümüze giderdik. O nedenle çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın aşı olma algılaması biraz tatil, aileye, eve, köye kavuşmayla ilgili tatlı hatıralar içerir.
Bugün sabah üniversitede birinci sınıfların olduğu 50 kişilik bir sınıfta dersim vardı. Çocuklara kaç kişinin bu aşıdan olmak istediğini sordum. Hiçbir öğrenci parmak kaldırmadı. 40 öğrenci kesinlikle aşı olmayacaklarını, 10 öğrenci de duruma göre davranacaklarını ifade ettiler. Çocuklara neden karşısınız? diye sorduğumda çocukların önemli bir bölümü aşıya karşı duydukları güvensizlik ve kamuoyuna yansıyan görüş farklılıklarına bağladılar. Çocukların kafası karışıktı. Çocuklar kulaktan kulağa yayılan aşının olumsuz sonuçlarına ilişkin örnekleri öne çıkarıyorlardı. Çocuklara her yıl düzenli grip aşısı oluyor musunuz? diye sorduğumda ancak bir öğrenci olumlu yanıt verdi. Demek ki toplumda grip aşısı önemi beyinlerde içselleşmemişti. Peki nasıl önlem alıyorsunuz? diye sorduğumda hijyen koşullarına önem verdiklerini, daha dikkatli olduklarını söylemeleri sevindiriciydi. Çocuklarda eczanelerde ıslak mendil ve anti-bakteriyel jellerin kalmadığını, fahiş fiyatlarla satıldığını, bazı yerlerde ise büyüklerinin sarımsak tüketerek önlem aldıklarını ifade ettiler. Çocuklar grip salgını nedeniyle ortaya çıkan piyasa ve rant ilişkilerinin altını önemle çizdiler.

Aşı özellikle salgın hastalıklardan korunmanın yöntemi. Hastalıklara karşı bedensel direnç yani bağışıklık sağlama amacı ile insan veya hayvan vücuduna verilen, zayıflatılmış hastalık etkeni, hastalık etkeninin parçaları veya salgıları ile oluşturulan çözelti şeklinde tanımlanıyor. Mikrop ve virüslere karşı insan ve hayvan vücudu bağışıklık sistemi ile tepki veriyor. Bağışıklık sisteminiz güçlü ise kazanıyorsunuz.

Tarihte ilk aşı kullanımı çiçek hastalığı için M.Ö. 590 yılında Çin'de Sung Hanedanı döneminde uygulanır. Dünyada sistematik, programlı aşılama süreçleri 1700’lü yılların sonunda başlatılır. Osmanlı’da 1800'lerde daha etkili ve daha az zararlı olan Jenner tipi aşı uygulamaları başlar. 1868 yılında çıkan bir yasayla da doğumdan itibaren ilk 3 ay içinde çiçek aşısı uygulaması zorunlu hale getirilir. Türk Tabipler Birliğinin(TTB) bir raporuna göre de Cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra aşı ve serum üretimini yapan Zekai Muammer Tunçman'ın Paris Pasteur Enstitüsü'nde eğitim aldığı ve Diyarbakır'da Kuduz Enstitüsü'nde çalışmaya başladığı belirtiliyor. Türkiye’de ilk kez Semple tipi kuduz aşısı 1927 yılında üretilmeye başlar. 1928 yılında da önemli bir adım atılarak, 1267 sayılı yasayla Ankara'da “Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü” kurulur. Raporda, ülkemizde ilk verem aşısı 1931 yılında üretildiği ifade edilerek 1934 yılında Telkihhane ve İstanbul'daki Kuduz Enstitüsü de kapatılarak aşı-serum üretimi tek merkezde toplandığı ifade edilmektedir. TTB Raporu Cumhuriyetin bu ilk dönemindeki çalışmaları aşı ve serum üretiminin “kamusal bir görev ve sorumluluk olarak algılandığı bir dönemdir" tanımlaması Cumhuriyetin ilk dönemlerdeki koruyucu sağlık hizmetlerine bakış anlamında önemli bir saptamadır. Rapor; Türkiye'de bağışıklığı arttırma süreçlerinde kullanılan aşıların yaklaşık yüzde 60'ının Sağlık Bakanlığı, yüzde 30'unun ise özel sektör tarafından ithal edildiği vurgulanmaktadır.
5 Kasım 2009 tarihli Radikal Gazetesi’nde “Bilimi reddeden ülke” başlıklı makalesinde İsmet Berkan “…Bilim, aşının koruyucu olduğunu söylüyor. Aşı olmak, o virüse karşı ömür boyu bağışıklık kazanılmasını sağlıyor… Bilimin konusu olması gereken, uzmanlardan başka kimsenin konuşmaması gereken meselelerin siyasi polemik konusu olması, bizim bir hasletimiz.” diyerek tartışmaların anlamsızlığını ifade ediyor. Tartışmanın özü bu. Aşı olayı bilimsel bir korunmanın yöntemidir. Bilim ve Dünya Sağlık Örgütü bu konuda ne öneriyorsa o yapılmalıdır. Riskli grupların bir an önce aşılanması bu anlamda önemlidir. Aşı sürecinde hükümet kötü bir sınav verdi. Başbakan’ın olmayacağım açıklaması, bakanı suçlaması doğru değildi. Sağlık Bakanı bu yol kazasını aşmak için ya istifa etmelidir, ya da tüm üniversitelerin enfeksiyon anabilim dallarının katılacağı konuyu görüşecek ulusal bir şura toplayarak bilimsel görüşü topluma acilen sunmalıdır.

Sağlıklı yaşamak bir insanlık hakkıdır. O nedenle sağlık, piyasaya bırakılamayacak kadar yaşamsaldır. Devletin görevi tüm yurttaşlarına sağlıklı yaşam koşulları sunmaktır. Domuz gribine yeni canlar verilmemesi dileği ile sağlıklı bir sonbahar diliyorum.