OKULLAR AÇILIRKEN TÜRKİYE'DE EĞİTİM

Eylül sonuna ve Ekim’in ilk haftasına kadar okul öncesinden üniversitelere kadar tüm eğitim kurumlarında eğitim-öğretim başlıyor. Eylül ayı; bir anlamıyla okul ayıdır. Tatlı ve keyifli bir koşuşturmanın ayı. Alışveriş merkezleri cıvıl cıvıl. Rengarek okul giysileri, çantalar, kitaplar, defterler, silgiler, heyecanlı çocuklar ve bütçelerine uygun alışveriş telaşındaki veliler. Okul ve eğitim yeni bir başlangıç, aydınlık bir pencere ve uygarlığa giden bir yol. Değişim ve dönüşümün yaşandığı akıl ve bilim yolunda yolculuğun başladığı insanlaşma yolculuğu. Peki Türkiye’de eğitim bu uygarlaşma yolculuğunun kapılarını açıyor mu? Türk Eğitim Sistemi 2009-2010 öğretim dönemine nasıl başlıyor? Rakamsal gerçekler nedir? Bunun için Eğitim-Sen’in yayınladığı eğitim raporundaki rakamlara bakalım ve yorumlayalım.

XXX

Önce ülkedeki okullaşma oranlarına bakalım. İlköğretimde 2007-2008 Öğretim yılında %97.37 iken bu oran 2008-2009 Öğretim Yılında %96.49’a düşmüş. Orta öğretimde ise son iki yılda okullaşma oranı %58.56’dan %58.52’ye düşmüş. Özellikle ilköğretimde okullaşma oranlarına baktığımızda ilköğretim çağındaki çocuklarımızdan hala eğitim hakkından yararlanamayanların olduğu ve okullaşma ile ilgili sorunların olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Eğitime yeterli kaynak aktarılmaması ve yaşanılan yoksulluğun artması nedeniyle %100 hedefine ulaşılamadığı bir gerçek. İlköğretim çağ nüfusunun %5’i eğitim hakkından yararlanamaması, sistemin önemli bir zafiyettir. İstatistikler ayrıntılı incelendiğinde kırsal bölgelere gittikçe okullaşma oranlarının azaldığı ve özellikle de kız öğrencilerin okullaşma oranlarında önemli problemler olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Bu sonuçlar da eğitimde sınıfsal ve cinsiyete dayalı eşitsizliklerin kaynağı oluyor.

XXX

2009 yılı itibariyle okul öncesinde 23.653, ilköğretimde 33.769, ortaöğretimde 8.675 ve toplamda 66.097 resmi-özel okul bulunmakta ve bu okullarda toplam 15.351.849 öğrencimiz eğitim görmektedir. Kadrolu 641.443 ve sözleşmeli 56.221 öğretmen bu okullarda görev yapmaktadır. Sözleşmeli öğretmen sayısındaki artış dikkat çekicidir. Sözleşmeli öğretmenlik statüsü öğretmenlik meslek onurunu ve öğretmenin düşünme-ifade etme özgürlüğünü yok etmektedir. Öğretmenin toplumsal sorumluluğunu, örgütlenme özgürlüğünü zedelemektedir. İlköğretimde bir önceki yıl okul sayısı 34.093 iken, kapatılan köy okulları nedeniyle bu yıl bu sayı 33.769’a düşmüştür. Köylerdeki okulları kapatarak taşımalı eğitimi kırsal bölgeler için tek seçenek olarak sunmak çok doğru bir yaklaşım değildir. Köylerde birleştirilmiş sınıflar da olsa ilk üç sınıflı okulların açık kalması günümüzde doğru bir yaklaşım olacaktır. Köyler birer uygarlık merkezleri olan okullardan yoksun bırakılmamalıdır.

XXX

Eğitime bütçeden ayrılan paya baktığımızda ciddi bir politika değişikliği gözümüze çarpıyor. 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesinin GSYH’ye(Gayri Safi Milli Hasıla) oranı %2.7 idi. Bu oran 2003’te 2.85, 2004’te 3.00, 2005’te 3.06, 2006’da 2.88, 2007’de 3.30, 2008’de 3.20 ve 2009 da ise 2.51 olmuştur. Bu rakamlar; artan nüfus ile birlikte artan öğrenci sayısına rağmen eğitime ayrılan kaynakların yeterince artmadığını göstermektedir. Bugün bu rakam çoğu gelişmekte ve gelişmiş ülkede ortalama % 6-7 civarındadır. Bu bir tercihtir. Eğitime verilen önemle ilintili politik bir tercih. Bir anlamda sosyal devlet görevinden geri çekilme, eğitimi piyasa koşullarına bırakma ile ilgili önemli ipuçları vardır.

XXX

2009 istatistiklerinin bir başka önemli tablosu Milli Eğitim Bakanlığı bütçesindeki yatırım paylarının AKP iktidarı dönemindeki azalışıyla ilgilidir. 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesindeki yatırım payı %17.8 idi. Bu oran 2003’te 14.53, 2004’te 9.68, 2005’te 8.27, 2006’da 7.49, 2007’de 6.98, 2008’de 5.66 ve 2009 da ise 4.57 olmuştur. Rakamlar çok açık. 9 yılda yatırım bütçe oranı %17.18’den %4.57’ye düşmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı açıkça ben artık “okul yapmak istemiyorum” diyor. Rakamlar bunu söylüyor. Diğer rakamlarla birleştiğinde AKP’nin ekonomik politikalarının eğitime yansıması karşımıza çıkıyor. Eğitimi bir hak olarak görmeyen bir anlayış var burada. Özelleştirmeci ve piyasacı eğitim politikası rakamlara yansıyor.

Xxx

2009 yılı itibariyle öğrenci başına eğitim harcamalarında OECD ülkeleri arasında yerimiz nedir? diye baktığımızda çok çarpıcı rakamlar karşımıza çıkıyor. Türkiye’de öğrenci başına yapılan harcama ilköğretimde 1.130 Dolar, ortaöğretimde 1.834 Dolar, yükseköğretimde 4.648 Dolar. OECD ülkelerinin ortalamasına baktığımızda ilköğretimde 6.437 Dolar, ortaöğretimde 8.006 Dolar, yükseköğretimde ise 12.336 Dolar rakamları karşımıza çıkıyor. Türkiye rakamları OECD Ülkeleri ortalamasının çok çok altında. Türkiye kamu eğitimine bu kadar önem veriyor. Gelişmişlik düzeyi ile eğitime yani insana ayrılan kaynak arasındaki ilişkiyi hemen görmek olanaklı.

XXX

2009 Eğitim İstatistiklerinde bir başka tablo dershanelerle ilişkili. 2002-2003 döneminde ülkede 2122 dershane varken, 2007-2008 döneminde dershane sayısı 4.031 olmuş. Dershanelerde çalışan öğretmen sayısı 2002-2003 döneminde yılında 19.881 iken 2007-2008 döneminde bu rakam 48.885 olmuş. Aynı zaman diliminde de öğrenci sayısı yaklaşık 600 binden 1 milyon 200 bine çıkmış. Türkiye’de dershaneler sistemin başarısızlığının, hantallığının bir sonucudur. Zamanla dershaneler okulların yerini akmakta ve bu sayı arttıkça eğitimde nitelik yok olmaktadır. Yapılan tüm çalışmalar, yayınlanan eğitim raporları dershane sayısı ile eğitimdeki nitelik arasındaki olumsuz ilişkiyi işaret etmektedir.

XXX

Türk Eğitim Sistemi okul öncesinden ortaöğrenime sanal bir gerçeklik içinde. Bu hantal-sanal durumdan biran önce kurtulmak ülkenin geleceği anlamında çok önemli. Raporlar, yapılan çalışmalar neler söylüyor? Eğitim Sistemimiz yukarıdaki rakamlar dışında çocuklara yaşam sevinci, beceri kazandıramıyor. Çocuklarda kültürel bir çoğalma üretemiyor. Çocuğun kendisini keşfetmesini, kitapla barışık yaşamasını sağlayamıyor. SBS-ÖSS gibi test odaklı sınavlar öğrencilerde eleştirel düşünme, öğrenmeyi öğrenme, analiz yapma gibi becerilerin gelişimini engelliyor. Yabancı dil becerisi kazandıramıyor. Sınavlar ve çok az ders saatleri nedeniyle çocuklar resim, müzik derslerinin yaratıcılığından, onlarda zenginlik üretmesinden yararlanamıyorlar. Sistem öğrendiklerini uygulayamayan genç insanlar üretiyor. Türk Eğitim Sistemi iyi öğretmen yetiştiremiyor. Öğretmenler büyük oranda mesleki heyecanlarını kaybetmişler ve toplumsal sorumluluklarını unutarak birim ailelerinin yaşam uğraşı içine hapsolmuşlardır. Nitelikli eğitim ile nitelikli öğretmen arasında bir ilişki çok açık. Tüm bunların yanında eğitim sistemimiz özellikle son yedi yılda Cumhuriyetin eğitim heyecanını, felsefesini kaybetti. Siyasi sadakat eğitim kadrolarında temel tercih oldu. Cumhuriyet Eğitim Devrimi örselendi. Eğitimde Mustafa Kemal, Mustafa Necati, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç çizgisi terk edildi. Şimdi yeniden bu çizgiyle geleceği aramak ve kurmak zorundayız. Eğitimi bir insanlık hakkı olarak gören, eğitimi bir uygarlaşma yolculuğu, değişim yolculuğu, akıl ve bilimle buluşma yolculuğu olarak gören bir “eğitim reformu” günümüzün en önemli toplumsal talebidir.
Tüm öğrencilerimize ve öğretmenlerimize2009-2010 öğretim döneminde başarılı, üretken bir yıl diliyorum.