Muhyiddin İbni Arabi ( 1165 – 1239 )

İbn Arabi?nin inançlarının merkezini Vahdet-i Vücud ve dinlerin birliği düşüncesi oluşturur. İlk defa nüve şeklinde Hakim-i Tirmizi?de açığa çıkan Vahdet-i Vücud insanı, İbn Arabi?de zirvesine ulaşır. Bu son duruma göre Yaratan ve yaratılan iki varlık vardır. Ancak bu ayrılık sadece isimdedir. Gerçekte bunlar aynı varlıklardır. Tanrı ile kainat bütünleşmiş tek varlık halindedir. Bu nedenle Vahdet-i Vücud?cu için görünen, hissedilen alemden başka varlık yoktur. Buna ise Tabiat veya Tanrı denmek farketmez. Nasıl olsa iki ayrı isim de aynı şeyi ifade eder. İbn Arabi?nin sistemleştirip sunduğu bu inancı daha iyi anlayabilmek için sözkonusu inancın sonraki taraftarlarının ifadelerini de dikkate almak yararlı olur.
Varlığın birliğine inananlara göre, hulül düşüncesi çok aptalca bir iddiadır. Zira hulülun olabilmesi için iki ayrı varlığın olması gerekir. Halbuki bütün varlık birdir ve bir olan şeyde hulül olmaz, imkansızdır. Bu düşünce mensuplarından en önemli şahsiyet Arfiuddin el-Tilemsani?dir. O, Kura?an?ın tamamıyla şirkle dolu olduğunu iddia edecek kadar Vahdet-i Vücud?cudur. İddiasını şu şekilde savunmaktadır; Kur?an, yaratan-yaratılan ayrımı yapmaktadır ki, Bir?den başkasının varlığını kabul şirktir. Varlıkta ancak Allah vardır veya Varlıkta ancak bir vardır. Suyun rengi kabının rengidir. diyen İbn Arabi, bu sözleriyle inancını ifade ederken Kur?an ayetlerini de hiç bir kural tanımaz tavırla yorumlamaktan çekinmez. Bazıları safi küfür olan bu itikadı yumuşatmak için şöyle yorumlara bile gittiler ki, bunların da ondan hiçbir farkı yoktu.
Muhyiddin İbn Arabi?den önce ifadeleri olsa da onun tarafından sistematik bir şekilde dile getirilip ortaya konulduğu için ona atfedilen Vahdet-i Vücud teorisi varlığın aşkın birliğini ifade eder. Ancak bu anlaşılması zor bir konu olduğu için onun marifet ilmiyle ortaya koyduğu metafizik dektrinleri sıradan bir felsefe gibi ele alınmış salt bu nedenden ötürü geçmiş dönemlerde zındıklıkla suçlandığı gibi maalesef modern dönemlerde de tamamen farklı şekillerde anlaşılıp, panteist, monist ve hatta tabiat mistiği olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Oysa ki, Vahdet-i Vücud düşüncesi şu şekilde belirtilebilir, ?la mevcude illallah? yani varlık bir ve tek olan aynı şeydir. Varlık kendini, en temel beş merhalede açar. Tanrı, evren, akıl ve insan bu varlığın sonsuz tezahürlerindendir. Varlık, Mutlak Gayb merhalesinde ne kendinde ne de diğer tezahürleri için bilinemezdir. Vahdet-i Vücud düşüncesinde, kendinden ibaret olan Zat her ne kadar tasavvur ve idrak edilemez olarak mutlak aşkın ve değişimin dışında olarak nitelendirilse de tasavvuf ıslahatında taayyün denilen kendini belirleme halinde belirli modelleşmelere sahiptir. Yani esasta Mutlak Teklik düzleminde kendinden başkası olmayan bir hiçliğe, Ahadiyete sahipse de bir olma düzleminde kendinde gördüğü ve bildiği sıfatlar söz konusudur. Ancak bu sıfatlara O?dur denilemeyeceği gibi, O değildir de denilmez. İbn-i Arabi?nin şu sözünden anlaşılabilir; ?O, birliksiz bir ve tekliksiz tektir.?