Dertsiz Tasasız * Bedriye Aksakal

Bu gün dertsiz tasasız bir yazı yazmak istiyorum. Evdekilere, odama çıkıp dertsiz tasasız yazı yazacağım dediğimde, ağabeyim deyim gereği: “bıyık altından güldü.” “Söylediğin sözcükler sadece dudaklarından dökülüyor,” dedi. Nerde dertsiz tasasız yazı yazmak. Bir tarafta siyaset arenasında birbirleriyle çekişmeler, diğer tarafta trafik canavarı ve diğer tarafta da denetimsiz yapılan inşaatların yıkımı? bir de baraj kapaklarının açılmasıyla ölen işçiler.Tekrar soğukların gelmesi.Dünyada savaş çığlıklarının çoğalması vs. Bu sıkıntılı haberleri dinlemek istemiyorum artık. İnanın ruhuma sıkıntı oturuveriyor. Oturunca da o sıkıntıyı bir türlü atamıyorum. Memleketi düşün, insanları düşün? Düşün düşün sonu nokta.
Sahi ben dertsiz tasasız yazı yazacaktım hani. Tuşlara basarken, lambam da patlamaz mı? Al işte bir sıkıntı daha. Bakalım evde fazlalık ampul var mı? Of! Bir de bu dert çıktı. Yazımı nasıl tamamlayacağımı bir de düşünmek eklendi sıkıntılarıma.
Dertsiz tasasız derken, Mahallemizin, Manisa'mızın sorunlarını da yazmayacaktım sahi. Çaybaşı Deresine atılan pislikleri de yazmayacaktım. Yazsam ne çıkar. İnsanlar aynaya baktıklarında gördükleri yüze saygı duymazlarsa ne etrafındakilere, ne doğaya saygısı olur. Dere içinde yorganın, yatağın işi ne? Ya Niobe'nin etrafındaki bira şişelerine ne demeli? Ağlamayan Niobe, inanıyorum ki o pislikleri gördükçe için için ağlıyordur.
Sahi kenarlara ekilen çiçeklerin insanoğlu tarafından nasıl yok edildiğini de yazmayacaktım.. Acımasızlar yok etsin olur mu böyle şey. Oluyor işte yanıtı yine benden.
Manisa'da onca dernek varken, sorunları benim düşünmem olur mu? Oysa o derneklerin birinci görevi insanları eğitmek neyse bunu söylemek bana düşmez. Tasasız olacaktım ya?
Aslında dertsiz tasasız yazı yerine, uçuk bir yazı yazmalıydım. Yanıma “gönlümün kahyasını, başımın tasını alıp burnumun dikine gitsem ne güzel olur.” Nerde onu da yapamadım.
Şaka bir yana, güneşli bir kentte olmalıyım. Sıcacık bir gülüşle, taşını toprağını yıkamalıyım. Bu kent Manisam desem. Şairin dediği gibi: Kalbimin coğrafyasını bulmalıyım” bu şehirde. Var mı bulan? Bu dize de nerden çıktı demeyin işte uçuk bir yazı ve uçuk bir düşünce.
Bu gün yazıma hiçbir düşüncem olmadan ordan buradan savrularak böyle bir yazı çıktı. Bir konudan, bir konuya atlıyı verdim. Bir bakarsın bir dakika sonra, merdivenle gökyüzüne çıkıp yıldızları toplarım. “Lal gölgeleriyle de inerim yer yüzüne.” Uyuyan çocuk yüzlerinde sevgiyi ararım.
Sokakları dolaşırken, bir bakarsın bir deliye rastlarım. Başında kocaman bir şapkası, etrafında bahar açmış. Elinde def, hani kenarlarında zilleri olan def. Şıngırdatarak dolaşıyor sokakları. Şarkı söylerken de para topluyor. Kocaman elleri çatlak çatlak. Kim mi bu deli, Deli Bayram. Benim yaşımdakiler onu çok iyi bilir. Deliydi adı Bayram. Kimdi, neyin nesiydi? Nereden gelmişti? Bilmiyorduk. Bildiğim tek şey okkalı küfür etmeseydi.
Şairin dediği gibi: “Beceremedim bir türlü senin gibi güzel küfür etmeyi” işte böyle ben de isterdim bu dünyayı kirletenlere okkalı küfür etmeyi. Bir türlü beceremedim.

BİRAZ GÜLELİM
İNSANLARDAN NE BEKLİYORSUN Kİ?
DÜNYA BİLE İKİ YÜZLÜ.
BİRİ YERYÜZÜ
DİĞERİ GÖKYÜZÜ.