Zeytin Dağı * Bedriye Aksakal

Millet şu kadar evim, şu kadar param, şu kadar mal mülk edindim derken, sadece dinliyorum ve susuyorum. Zaten konuşmaya kalksam, benim onları anlayamadığım gibi, onlar beni anlamayacaklar.Çevrem çok değişti. Maddiyat ön planda olmaya başladı. Yalnızlığa bürünürken, kitaplarım yakın dostluğunu sürdürüyor. Geçmişin erdemli insanlarınla tanışmak için, değerli eski kitapları okuyorum.
Evimizde en sevdiğim bölüm, kütüphanemizin bulunduğu birinci kat. Bazen dakikalarca kitaplarımıza bakarım. Onlar benim çocuklarım. Tozlarını alırken, çocuk sever gibi dokunurum incinmesinler diye.
Arada bir babamın okuduğu kitapları seçer o kitapları okurken, tarihin derinliklerine yol alırken, bilge insanlarla tanışarak, onlardan bilgi edinirim.
Bugünlerde, 1943 yılında basılan Falih Rıfkı Atay'ın; “Zeytin Dağı” isimli kitabını okudum. Sayfalar arasında yol alırken, bazı tümceler beni, düşün ırmağında yol almamı sağladı.
Kitabın konusu Osmanlı İmparatorluğu'nun (Saltanatın) Suriye, Filistin ve Hicaz'daki son yıllarının manzarası.
Zamanında “Zeytin Dağı” kitabını, Cemal Paşa aleyhine yazılan bir yapıt olarak görenler olmuş. Eleştirilere karşı yazarın yanıtı şöyle:
“Zeytin Dağı”nda tarihin hakkını tarihe, Cemal Paşa'nın hakkını Cemal Paşa'ya verdim.
Kitabı okurken bazı tümcelerin altını çizdim. Çizdiğim tümceler beni çok etkiledi. O tümceleri sizlerde okurken, 1914 yıllarına gidip, koskoca imparatorluğun topraklarının nasıl elden bir bir çıktığını göreceksiniz.Sayfa 41'de yazılanlar şöyle:
“? Osmanlı Saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap, yahut yarı Arap'tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum.”
“Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum” tümcesini okurken, beynim zonkladı durmaksızın. “Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum” diye tümceyi tekrarladım durdum. Sonra bizim böyük böyük dediğimiz sayınlar geçti gözümün önünden.Onların konuşmaları kulaklarımda bir tını. O sayınlar konuşurken,”Ses Bayrağım Türkçemi” konuşacaklarına, tümcelerinde durmaksızın Arapça sözcükleri yer alıyor.
Tekrar kitabın sayfaları arasındayım. İşte birkaç tümce daha içimi acıtan:
” Bu kıtaları ne müstemlekeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu.”
Okuduğum tümcelerin dışında başka bir tümcedeisyanları oynuyorum:
“İmparatorlukların sanatı, müstemleke ve milliyetleri işletmektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya'dan, Erzuurm'a doğru koca gövdesini yan yatırmış, memelerini müstemleke ve milliyetlerin ağızlarına teslim etmiş, artık sütü, kanı ile karışık emilen bir sağma idi.
Sizlere hangi tümceleri yazayım ki, tüm sayfalarda saltanatın çöküşü var. Sayfa 116'da Süriye'nin çöküşü şöyle anlatılıyor:
“?Cemal Paşa değil, Suriye düşüyor. Yalnız rütbeye, nişana ve semaya fazla itibar eden bir memleket olduğu için, Anadolu köyleri gibi sessiz ve kimsesiz değil, başkumandan, müşir ve nazır üniformalarına sarınarak, daha gösterişli ve debdebeli düştü.”
Ve bugün ve yarınlar için gerekli olan tümceler sayfa 121'de yer almakta:
“? Mustafa Kemal, büyük harbe girmek aleyhinde idi;
İlim adamı olduğu için!
Mustafa Kemal Kurtuluş Harbi'ni bırakmak niyetinde asla bulunmadı:
Vatan adamı olduğu için!
İşte size bütün kitabın özü: İlim ve vatan adamı olun. Hiç biri yalnız başına, ne sizi, ne de milletini kurtarabilir.”