Dershane Tartışmalarına Dair… * Kemal Kocabaş

Türkiye son on günde yoğun bir şekilde dershaneleri tartışıyor. AKP İktidarı ve Cemaat arasında başlayan tartışma televizyonlarda, basında, tüm boyutlarıyla ve ardıl sonuçlarıyla ülke gündeminde yerini almaya devam ediyor. Yaklaşık 50 bin öğretmenin çalıştığı, sayıları 4500'e varan ve 1 milyon 200 bin öğrencinin öğrenim gördüğü dershaneler tartışmasında eğitbilimciler yok. Dershane olgusunun sosyolojik analizini, araştırmasını yapan sosyal bilimciler yok. Tartışma tümüyle siyasal bir zeminde gelişiyor. İzleyebildiğim kadarıyla muhalefetin de bu konuda sistematik bir görüşü yok.

Bu satırları yazarken kendi tarihime baktım. Dershaneye öğrenci olarak gitmişliğim yok. Ama çocuklarımın velisi olarak ödediğim faturaları çok net anımsıyorum. 1972 yılında Ankara Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfında üniversite sınavlarına hazırlanırken birkaç test kitabı ve Lise-1-2-3 konularını tekrar ederek sınava hazırlanmıştım. O yıllarda Ankara'da iki veya 3 tane dershane vardı.

Sonraki yıllarda özellikle 1980 sonrası dershaneler olayı adeta ülkenin her bir köşesinde sayısal olarak patladı. Benim tarihimde dershaneler olayının bir olumlu katkısı 1982 yılında 12 Eylül darbesi sonucu üniversite dışında kalınca Ankara-Kızılay Dershanesinde iş bulmam ve çalışmamı sağlamış olmasıydı.

12 Eylül faşizmi nedeniyle işini kaybeden çoğu öğretmen, akademisyen yaşamlarını dershanelerde devam ettirmek zorunda kaldı. Sonra çocuklarımız büyüdü. Dershaneler gerçeği ile karşılaştık. Önce ilkokul 4-5 Anadolu Liselerine hazırlık, Orta-3 Fen Liselerine hazırlık, Lise 2-3 üniversite sınavlarına hazırlık süreçleri ve dershaneler sürecini “sponsor bir veli” ve ilgili eğitimci olarak izledik, gözlemledik.

Dershane olayı nedeniyle çocukların en güzel zamanlarını dershanelerde geçirdikleri, hobilerini geliştiremedikleri, sosyal ve toplumsal ilişkilerini daha iyi gerçekleştiremedikleri, büyük bir stres altında oldukları çok somut bir gerçek. O dönemlerde çocuklarının dershane giderlerini ödemekte zorlanan pek çok velinin de olduğu gerçeğinin altını çizmeliyim. Dershaneye gitmek olgusunu aşmak da olanaklı değildi o yıllarda. “Üniversite dershaneye gitmekle kazanılır” algısı yaygın bir kanıydı. Bu bölümün kısa özeti kamu okullarında eğitim, niteliğini kaybettikçe dershaneler gelişti, yaygınlaştı ve eğitim sisteminde bir olgu olarak yerini aldı.

Yıl 2013, AKP'nin 11 yıllık iktidarı sonunda sayıları %100 artmış olan dershanelerde bazı yapısal değişikliklerin ortaya çıktığı görülmektedir. Önceleri daha çok öğretmen ortaklıkları şeklinde gelişen dershaneler yerine şimdi daha çok ülkenin her yerinde şubeleri olan markalaşmış, merkezi dershanelerin (Uğur, Final, Körfez, Fen Bilimleri vb.) tıpkı bakkal-süpermarket-hipermarket örneği gibi bir başkalaşım yaşadıkları görülmekte. Yine siyasal yapılaşmanın da dershanelere yansıdığı, “Cemaat” olarak adlandırılan grubun da dershane sektörünün %25'ine hakim olduğu ortaya çıkmıştır.

Sayın Başbakanın partisiyle-Cemaat arasında yaşanan dershane tartışmasında ifade ettiği, “Siz ne istediniz de yapmadık?” şeklindeki sorusu bu tartışmaların can alıcı noktasıdır. Cumhuriyetin akıl ve bilimi referans alan eğitim politikalarından, aydınlık öngörülerinden ne denli uzaklaşıldığını göstermesi anlamında çarpıcıdır.

Bu tartışma neden yaşanmaktadır? Çok açık ki Cemaat ile AKP arasında siyasal bir tartışma var. İktidara ortak olmak ile başlayan süreçte iktidarın bu ortaklığa sınır getirme arayışı var. Cemaat de kendisi için çok önemli olan dershaneler alanını kaybetmemeye çalışıyor. Bu tartışmada ülkenin eğitim sorunlarını gerçekten çözmek ile ilgili bir irade var mıdır? Keşke bu sorunun yanıtı olumlu olabilseydi.

Ülkemiz çok önemli eğitim sorunları yaşamaktadır. Hürriyetin liberal yazarı İsmet Berkan bile siyasal iktidarın en başarısız alanın eğitim olduğu gerçeğini Kasım ayı yazılarında ifade edebilmektedir. PISA yarışmaları, ÖYS sınav sonuçları, sorulara verilen yanıt ortalamaları, yapılan araştırmalar her basamakta eğitim sisteminin iflas ettiğini göstermektedir. PISA yarışma sonuçlarının ortaya koyduğu “Türkiye, PİSA yarışmasında en iyi ve en kötü okullar arasında standart sapması en büyük ülke” değerlendirmesi bir gerçekliktir… Bu sonuç derin bir eşitsizliğin ifadesidir. “Nitelikli eğitim ve nitelikli öğretmen yetiştirme” sorunsalı acil bir paket olarak karşımızdadır.

Dershaneler bu tartışmanın neresindedir? Dershaneler, ülkedeki eğitimin niteliğini kaybetmede birincil derecede sorumludurlar. Dershaneler yüzünden lise son sınıfın yaşanmadığı, raporların alındığı, kamu okullarının tapu dairesi gibi sadece diploma veren kurumlara dönüştüğü bir gerçektir. Öğrencilerin dershanelerde konunun özünden çok beş seçenek arasında doğru yanıtı seri bulma eğitimi aldıkları ve bu nedenle analitik düşünce becerilerinin gelişiminin olumsuz etkilendiği yapılan çalışmalarda görülen tespitlerdir. Küresel ekonominin çok önemli örgütü Dünya Bankası belirli periyotlarla ülkelerle ilgili rapor yayınlar. Son dönemlerde Türkiye'ye yönelik yayınladığı bir raporunda “…ÖSS sınav sistemi kaliteyi düşük tutuyor. Uzman düşünüş, karmaşık iletişim, problem çözmede ileri yetkinliklerin öğrenilmesini engelliyor, zengin-yoksul eşitsizliğini büyütüyor…” ifadelerini kullanmaktadır. Eşitsizlikleri derinleştirdiğine ilişkin bu değerlendirme çarpıcıdır, önemlidir.
Siyasal iktidar, dershaneleri kapatma gerekçesi olarak eğitimin niteliğini arttırma gerekçesini öne çıkarıyor. Zira Dünya ekonomik büyüklük sıralamasında 18. sıradan ilk 10'a sıçramak istiyor. İnsani gelişmişlik düzeyi 90. sıralarda olan ve ortalama eğitim süresi 6.6 yıl olan bir ülke 12 yıldır uygulanan ve eğitimi, dinselleştirmeye-piyasalaştırmaya yönelik politikalarla, bunu başarması olanaklı mı? Kesinlikle hayır…

Birkaç ay gibi kısa bir sürede yasalaştırılan 4+4+4 yasası bir reform değildir. Eğitim sistemini daha da geri noktalara götüren bir yasadır. Uygulamalar ve sonuçlar da bunu doğrulamaktadır. Bir bilim olan pedagojinin içine dini katarsanız oradan hiçbir şey çıkmaz. Eğitim, niteliğini tamamen kaybeder, çağın gerisine düşersiniz. Din, inanç ağırlıklı başka bir alandır. Dinde soru soramazsınız, tartışamazsınız, doğası budur. Eğitim ise çocukların doğuştan getirdiği tüm yetenekleri dışarı çıkartan, onu toplumsallaştıran bir süreçtir, bilimdir. Siyasal iktidarın yanlışı buradadır. Eğitimin niteliğini arttırmak doğru, ama böyle artmaz…

Bu pencerelerden bakıldığında eğitimin niteliğine olumsuz katkıları nedeniyle dershanelerin zamanla kapatılması zorunluluktur. Ama bunu yaparken okullarınızdaki eğitimin niteliğini arttırarak, sağlıklı bir ölçme-değerlendirme yöntemiyle üniversitelere sınavsız öğrenci kabulünü mutlaka hedeflemelisiniz. Dershanelerde çalışan 50 bin öğretmeni sınavsız istihdam etmelisiniz. Ve bu süreci tek adam kararı olmaktan çıkarıp eğitbilimcilerle, paydaşlarla konuşarak, konuyla ilgili yayınları inceleyerek kamuoyuna haklı bir gerekçe sunmak durumundasınız… Aklın ve bilimin egemen olduğu, kamusal, nitelikli bir eğitim sistemi dileği ile…