Ana Dil Bilincinin Geliştirilmesi

Dr. Mehmet HENGİRMEN*
Ana dilimiz, duygularımızın, düşüncelerimizin, kültürümüzün, kısacası kişiliğimizin aynasıdır. Nefes alıp vermekten sonra en çok yaptığımız iş konuşmaktır.
Bu konuşmalar bizi bazen yüceltir , bazen küçültür, bazen de ölüme bile götürür. Bu nedenle atalarımız "Söz var , iş bitirir; söz var, baş yitirir." demişlerdir. Ne var ki ülkemizde bu konunun önemi henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Liseyi bitiren bir öğrenci on sekiz yaşına geldiği hâlde, ana dilini tam olarak öğrenememekte ve üniversitelerde ek olarak Türk Dili dersleri okumaktadır. Böylesine acı bir durum gelişmiş ülkelerin hiçbirinde yoktur. Ana dilini iyi bilmeyen bir öğrenci, diğer derslerde de tam başarılı olamaz. Çünkü okuduklarımızı anlamamız, anladıklarımızı doğru olarak anlatabilmemiz için ana dilimizi iyi bilmemiz gerekir. Ana dil bilinci nasıl gelişir?
Türkçe’yi, ana dil olarak daha iyi nasıl öğretebiliriz? Gelişmiş ülkelerle bazı karşılaştırmalar yaparak bu soruların cevabını vermeye çalışalım.
Gelişmiş ülkelerde ana dil öğretimine çok önem verilir. Çünkü ana dili ve kişilik gelişimi arasında çok büyük bir yakınlık vardır. Dil, düşünceden soyutlanamayacağı için dil öğretimi demek, düşünce öğretimi demektir. Dil, boş bir bal peteğine, düşünce de bu peteğin balına benzetilebilir. Düşünce yapımız ve tarzımız da kişiliğimizin emelini oluşturur.
Ülkemizde ana dili ve düşünce eğitiminin daha sağlıklı ve başarılı olabilmesi için şu konulara özen gösterilmelidir:
Okuma Sevgisi
Okullarda okutulan bir tek Türkçe kitabıyla çocuklarda okuma sevgisi gelişmez. Gelişmiş ülkelerde çocuklar, ortalama haftada bir, yılda elli kitap okumaktadırlar. Çocukların kitap ihtiyacını karşılayabilmek için kütüphanelerde aynı kitaptan kırk-elli tane bulundurulmaktadır. Böylece öğretmen bir ödev verdiği zaman öğrenciler kütüphanelerden istedikleri kadar kitap alıp okuyabilmektedirler.
Ülkemizde hazırlanan Türkçe kitaplarında konular genellikle güdümlü, kuru anlatımlı ve didaktik metinlerden oluşmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerde hazırlanan ana dil öğreten kitaplarda önce okuma zevkini geliştirecek metinlere yer verilmekte, millî ve didaktik konular ise daha çok tarih ve yurttaşlık bilgisi gibi derslerde verilmektedir.
Öğretmen Yetiştirilmesi
Türkçe öğretimindeki en önemli sorun öğretmen yetiştirilmesi sorunudur. Ülkemizde henüz ana dili öğretimi üzerine çalışan yeterli sayıda kurum yoktur. Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrencilere yeterli kitap okutulamamaktadır. Kitap okumadan yetişen öğretmenler öğrencilerine de kitap okuma alışkanlığı kazandıramamaktadır. Değişik kitaplar okuyarak düşünce düzeyini geliştiremeyen öğrenciler, düşünemeyen bir toplum oluşturmaktadır. Kitap okuma alışkanlığı olmayan toplumlarda kitaplar çok az sayıda basılmaktadır. Kitap satamayan
yayın evleri, düşünürlere ve yazarlara çok az ücret ödemektedir. Düşüncenin para etmediği yerde de büyük yazarlar, düşünürler ve bilge kimseler yetişememektedir. Ünlü Türk düşünürü İbn-i Sina "Bilim, kendisine değer verilmeyen
yerden göç eder." demiştir. Bu göçü durdurmak için bilime ve okumaya önem vermek zorundayız. Ancak, bu söylediklerimiz gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında doğrudur. Şimdiki durumumuzdan memnun olanlar için sorun yoktur.
Ayrıca, okuma ve yazmanın önemini kavrayarak bu konuya yeteri kadar önem veren öğretim üyelerini ve öğretmenleri bu suçlamanın dışında tutmak gerekir.

Ders Kitapları
Ana dil eğitiminde ders kitaplarının büyük önemi vardır. 1996 yılında Ankara Üniversitesi TÖMER ’de “Dünya’da ve Türkiye’de Ana Dil Eğitimi” adlı bir seminer düzenlenmiştir. Bu seminerde Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Suudî Arabistan gibi ülkelerdeki ana dil eğitimi ile Türkiye’deki ana dil eğitimi karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırmalarda ders kitapları özellikle nitelik ve içerik, sözcük ve kavram sayıları, söz varlığı, resim, fotoğraf, karikatür, afiş, şema ve tablo sayıları, konu türleri,
hedeflenen kişilik ve yöntem yönünden incelenmiştir. Yapılan bu incelemeler sonucunda ne yazık ki, Türkiye’de okutulan ders kitaplarının hem nitelik, hem de içerik yönünden son derece yetersiz olduğu ortaya çıkmıştır.
Dilde Sözcük Sayısı
Düşünebildiklerimiz ne kadar çoksa, anlatabileceklerimiz de o kadar çok demektir. C. Gamov, Afrika'nın keşfi sırasında Hutonto kabilesindeki yerlilerin en fazla üçe kadar sayabildiklerini belirtmektedir. Bilim geliştikçe yeni kavramlar ortaya çıkmış ve bu yeni kavramları anlatacak yeni sözcükler türetilmiştir. Elli yıl önce ülkemizde bilgisayar, televizyon kavramları olmadığı için, Türkçe de bu kavramları karşılayacak sözcükler de yoktu. Öyleyse bütün icatlar yeni kavramları ortaya çıkartmakta, bu yeni kavramlar da bizleri yeni sözcükler türetmeye zorlamaktadır. Buradan da, düşünce gücünün dilin gücünü zorladığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bazı dilcilere göre, bir dilin anlatım gücü sözcük sayısı ile ölçülmez. Günlük konuşmalar için bu düşünce doğrudur. Çünkü günlük konuşmalarda çok fazla sözcüğe gerek duyulmaz. Ama bilim dilinden söz ediyorsak, bu düşünce kesinlikle doğru değildir. Sözcük olarak karşılığı bulunmayan bazı kavramları uzun uzadıya anlatabiliriz. Ama önemli olan her kavramı karşılayan bir sözcüğün bulunmasıdır. Bu nedenle sosyal ve pozitif bilimlerdeki tüm gelişmeler, yeni kavramlarla dile yansıtılıp yeni sözcükler türetilmediği takdirde dil gelişemez ve kendini yenileyemez.
Dilde yeni sözcüklerin doğuşunun yanı sıra bazı sözcükler de zamanla unutulur. Örneğin, eskiden tartı aletlerinde okka, dirhem gibi ölçü birimleri kullanılırdı. Ama artık kilo ve gram ölçü birimi olarak kullanıldığı için okka ve dirhem unutulmuştur. Köylerde at, eşek sırtında mal satan çerçiler artık toplumsal yaşamın gelişmesiyle giderek azalmaya başlamıştır. Bu konuda daha yüzlerce örnek vermek mümkündür. Ancak, burada önemli olan dilin canlı bir
varlık olduğu ve toplumsal yaşamla birlikte değiştiğidir. Dildeki sözcükler, toplumsal yaşama göre bir ağacın yaprakları gibi bir yandan dökülür, bir yandan da yenileri yeşererek kendilerini tazeler.
Türkçe’nin Söz Varlığı
Türkçe, yeryüzündeki dillerle kıyaslandığında pek çok dilden daha zengindir. Ancak İngilizce, Almanca, Fransızca gibi dillerle kıyaslandığında sözcük sayısı, bilimsel terimler ve soyut kavramlar yönünden bazı eksiklikleri olduğu görülür. Bazı dilciler, dilde sözcük sayısının önemli olmadığını söylerler. Gerçekten de önemli olan, dildeki sözcük sayısı değil, dilin anlatım gücüdür. Ama dilin anlatım gücüyle sözcük sayısı arasında yakın bir bağ yok mudur?
Dili oluşturan temel öğeler sözcükler değil midir? Sözcükler olmadan ne anlatılabilir? Bu durumda sözcük olarak karşılığı bulunmayan bazı kavramlar, tanımlama ve betimleme yoluyla anlatılmaya çalışılır. Bu da anlatımı çok uzun ve yorucu bir hâle getirir.
İngilizce son yarım yüzyıl içinde dünyanın en zengin ve yaygın dili olmuştur. Dilleri ve kültürleri konusunda çok duyarlı olan Almanlar ve Fransızlar bile bilimsel yazılarında ve uluslar arası yazışmalarda İngilizceyi kullanmaya başlamışlardır. Türkçenin de en az İngilizce kadar zengin ve yaygın bir dil olmaması için herhangi bir neden yoktur.
Çünkü Türkçe sınırsız sözcük türetim imkânlarına sahip olağanüstü güzel bir dildir. Gerekli olan tek şey, bu dilin bilinçle işlenmesidir. Türkçe’yi dünyanın en zengin dillerinden biri yapabilmek için iki yol izlenmelidir. Bunlardan biri dil gümrüğünün konması, diğeri de sözcük bankasının oluşturulmasıdır.
Dil Gümrüğü
Almanya, Fransa, Macaristan gibi ülkeler dillerini yabancı dillerin istilâsından kurtarabilmek için dil gümrüğü adını verebileceğimiz bir uygulama başlatmışlardır. Bu uygulamaya göre, yeni bir buluş yapıldığı ya da yeni bir alet icat edildiği zaman, herhangi bir gecikmeye fırsat vermeden bu kavrama uygun yeni bir sözcük türetilmektedir. Böylece yabancı sözcükler dile girip yerleşmeden karşılıkları bulunmakta ve dilin yozlaşması önlenebilmektedir.
Sözcük Bankası
1988 yılında Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlükte ortalama 60.000 sözcük vardır. Türkçe’nin sözcük sayısı çeşitli dillerle karşılaştırıldığında, durumun çok da kötü olmadığı açıktır. Ancak biz, Almancanın sözcük sayısıyla ve dünyanın pek çok yerinde konuşulan, hatta ortak iletişim dili olan İngilizce ile kıyaslama yaparak onun sözcük sayısına ulaşmayı veya yaklaşmayı hedeflemeliyiz. Bu da araştırmalar yapılması ve sözcük türetimi konusunda odaklaşılması gereğini ortaya koymaktadır.
Çağımız bilgisayar çağıdır. İnsan gücüyle aylarca uğraşıp yapamadığımız pek çok şey, artık bilgisayarlar aracılığıyla kısa zamanda yapılabilmektedir. Türkçe ile ilgili çalışmalarda da bilgisayarların gücünden yararlanmak gerekir. Türkçe’nin büyük hayranlarından olan ve otuz iki dil bilen Johan Vandewalle aynı zamanda bir bilgisayar uzmanıdır. J. Vandewalle 1991 yılında Ankara Üniversitesi TÖMER'i ziyaret etmiş ve bilgisayar programlarından yararlanarak bir eyleme yüz bin civarında kavram yüklenebileceğini göstermiştir. Türkçe’nin öğretimi konusunda Transformasyonel Bir Metot adı altında yeni bir yöntem geliştiren J. Vandewalle bu konuda şöyle demektedir:
"Türkçe dilbilgisi hemen hemen matematik kadar düzenli ve istisnasız karakteriyle, hızlı ilerlemeyi sağlayan böyle açık bir yöntemi olanaklı kıldığı için birkaç sene önce Türkçe öğretimi faaliyetlerim için yeni bir metot geliştirmeye karar verdim.
Temel kurallar sistemini ortaya çıkarmak için ilk önce Türkiye Türkçesini, diğer çağdaş ve eski Türk Lehçelerini araştırarak o dillerin ortak kurallarını saptadım."
Bu sözlerden J. Vandewalle'in Türkçeyi yalnızca Türkiye Türkçesinden ibaret bir dil olarak kabul etmeyip, tüm Türk Lehçeleriyle bir bütün olarak gördüğü açıkça anlaşılmaktadır. Bizce de işin doğrusu budur. Öyleyse, Türkçenin İngilizce düzeyinde zengin bir dil olabilmesi için üç aşamalı bir yol izlenmelidir:
1. Türkiye Türkçe’si ile Türk Lehçelerinde bulunan tüm ekler, kökler ve sözcükler bir bütün hâlinde ele alınmalı, Türkçe’nin gerçek söz varlığı ortaya konmalıdır.
2. Türkiye Türkçe’si ile Türk Lehçelerindeki sözcük kökleri, gövdeleri ve ekler belirlendikten sonra bu bilgiler bilgisayara verilerek sözcük türetimi için hazırlanan sağlıklı bir bilgisayar programıyla bu aşamada yeni sözcükler türetilmelidir.
3. Bilgisayarda türetilen sözcüklerin çoğu dilbilgisi kurallarına göre doğru olabilir. Ancak, bu sözcüklere gerçek anlamı veren insan aklıdır. Bu nedenle türetilen sözcüklerin karşılıklarının İngilizce, Almanca, Fransızca gibi dillerdeki sözcüklerle karşılaştırılması ve anlam yönünden doğruluğunun kontrol edilmesi gerekir.
Terim ve Sözcüklerin Seçimi
Türkçe de en zor konu, terim ve sözcüklerin seçimi konusudur. Çünkü bütün dilciler, kendilerine göre bazı terimler türetmiş ya da seçmiş, dili içinden çıkılmaz bir duruma sokmuşlardır. Oysa terimde birlik olmadan dilde birlik olmaz. Bu konuda sorunların çözümü hem son derece basit, hem de son derece zordur. Bütün dilcilerin benimseyebileceği ortak prensipler üzerinde bir anlaşmaya varılırsa, Türkçe bu büyük kargaşadan kurtulabilecektir. Bize göre bu sorunun çözümü için ortak olarak uyulması gereken kurallar şunlar olmalıdır:
Türkçe terim ve sözcükler varken, yabancı terim ve sözcükleri kullanmak doğru değildir. Yabancı terim ve sözcükleri kullanmak Türkçe’nin gelişmesine, zenginleşmesine engel olur. Her dilin kendine özgü bir işleyiş düzeni vardır. Yabancı sözcükler genellikle bu işleyiş düzenine uymaz. Örneğin, dilimize Arapça’dan geçen "kelime" sözcüğünün Arapça da kırk kadar türevi vardır. Oysa bu sözcüğün Türkçe’de bir tek türevi yoktur. Buna karşın Türkçe "söz" kökünden şu sözcükler türetilebilmektedir; söz, sözcü, sözcülük, sözde, sözel, sözlenmek, sözleşme, sözleşmek, sözleşmeli, sözlü, sözlük, sözlükçü, sözlükçülük… gibi
*Ankara Üniversitesi TÖMER Dil Öğretim Merkezi Başkanı