TÜRKÇE'YE NİÇİN ÖNEM VERMELİYİZ?

Prof. Dr. Ayhan Çilesiz

BİLGİ

Bilgi, insan bilinciyle dış dünyanın nesneleri ve olayları arasında kurulan ilişkinin adıdır. Bilgi doğada hazır olarak bulunmaz. Bilgiyi biz insanlar üretiriz. Bilgi iki yoldan üretilir; bunların biri görgül yol, öbürü bilimsel yöntemdir.

1. Görgül yol.
Duyumsama ve algılamayla bilgi oluşturma yoludur.

Örnek:
"Kışın hava soğuyunca kimi ağaçlar yapraklarım döker."

2. Bilimsel yöntem.
Bilimsel eğitimden geçmiş insanların belli yöntemle ürettikleri bilgiler bilimsel yöntemle üretilmiş bilgilerdir.

Örnek:
"Yeryüzü üzerinde düşen nesneler 9,8 m/s 'lik ivmeyle hızlanarak düşerler."
Bu yöntemle üretilmiş bilgiler doğada denetlenir, geçerliği eşdeyişle doğruluğu kanıtlanır. Doğada denetlenmeyen bilgi, doğru bilgi, gerçek bilgi değildir.

KAVRAMLAR

Şimdi şu soruyu soralım:
"Kış, soğuk, ağaç, yaprak, dökmek" kavramlarını yaratamasaydık, birinci örnekteki bilgiyi üretebilir miydik?

Buna verilecek yanıt kesinlikle "Hayır" olacaktır.

İnsan beynini hayvan beyninden ayıran en önemli özellik soyutlama yeteneğidir. İnsanlar somut nesneleri göre göre onlardan soyut olan kavramlar yaratmışlardır.

Örnek:
Elma ağacı, çam ağacı, ayva ağacı, çınar ağacı gibi birçok ağacı göre göre insan "AĞAÇ" kavramını yaratmıştır. Elma ağacı, çam ağacı………öbür ağaçlar doğada var olan, gözle görülebilen, elle tutulabilen somut nesnelerdir. Bunları belirtmek için kullandığımız sözcükler de onların adlandır. Ama doğada "AĞAÇ" diye somut bir varlık yoktur. "AĞAÇ" sözcüğüyle dile getirdiğimiz soyut varlık, beynimizin ürünü olan kavramdır. İşte böyle yarattığımız kavramlar arasında ilişki kurmaya çalışmak düşünme işlemini oluşturur. Bu düşünme işlemiyle bilgi üretilir.

DİLİN ÖNEMİ

Bilgi üretmede kullanacağımız kavramların hiçbir bulanıklığa neden olmaması için onların kendi yarattığımız, anlamlarını açık seçik bildiğimiz sözcüklerle belirtilmesi gerekir. İşte bu noktada kullanılan dilin ( bizim toplumumuz için Türkçe'nin ) önemi ortaya çıkar. Kaldı ki özdeş koşul, bilgiyi doğru ve kolay anlaşılır biçimde başkalarına aktarmak için de geçerlidir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Bu toplumun bir çocuğu "Bir müsellesin zaviyetan-ı dahiletanı mecmuu yüz seksen derecedir." Diye sekiz sözcükten oluşan ama bunların yalnızca dördü Türkçe olan yeni bir tümceyle karşılaştığında bunu anlamakta büyük güçlük çeker. "Müselles" sözcüğünü öğretip, ezberletirsiniz ona ama daha sonra anımsamaya çalıştığında örneğin "Murabba" sözcüğüyle kolayca karıştırılabilir. Oysa, çok kesin olarak bilip kullandığı "üç" sözcüğüyle türetilen "üçgen" sözcüğünü kolayca öğrenip benimser. Yukarıdaki örnekten bir sözcüğü daha göz önüne alalım; o da "Mecmuu" sözcüğü. Toplamak sözcüğünden türetilmiş olan "Toplamı" sözcüğünü işitip duran, kullanıp duran bir çocuk "Mecmuu" sözcüğü karşısında kesinlikle bocalayacaktır. Bu örnek üzerindeki incelemeyi daha çok uzatmadan açıklamak istediğimiz gerçeği şöylece toparlayabiliriz: Temiz Türkçe olarak öğretilmeyen bilgi, anlamını tam kavramadan güçlükle ezberlenir, aktarımında güçlük çekilir, böyle bilgiden yeni bilgi üretimine geçilemez. Çağımız bilgi üretim çağıdır. Bilgi üretemeyen toplum çağ dışına itilir; her geçen gün uygarlık yarışında biraz daha geride kalır. Demek oluyor ki, kavramlann Türkçe sözcüklerle belirtilmesi bilgiyi gerek öğrenmek, gerek aktarmak, gerekse yeni bilgiler üretmek için eşdeyişle çağdaş uygarlığa erişmek için kaçınılmaz koşullardan biridir.

DİL – DÜŞÜNME İLİŞKİSİ

Yukarıdaki açıklamalardan şu kolayca anlaşılır:
Dil ile düşünme işlemi arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Dille düşünmenin aynlmazlığı. düşünmenin dili, dilin düşünmeyi geliştirdiği bilimsel bir gerçektir. Düşünme işlemi kavramlar kullanılarak yapılır. Doğru düşünebilmek için düşünme işleminin gereçleri olan kavramlan iyi anlamış olmak gerekir. Bunun için de kavramların dildeki biçimlenişi olan sözcüklerin iyi bildiğimiz bir dilin sözcükleri olması kaçınılmaz bir koşuldur. Bir sözcüğü bilmek demek onun kök anlamını bilmek demektir. Kök anlamını bilmediğimiz sözcükleri, anlamını gereği gibi kavramadan ancak bir papağan gibi söyleyebiliriz. Kullandığımız dilde ne kadar çok kavram varsa, o dille yapacağımız düşünme işlemi o kadar geniş kapsamlı olacaktır. Demek ki, her konuda doğru düşünebilmek, geniş kapsamlı düşünebilmek, düşünmeyi geliştirebilmek için dilimizin kavramlann karşılıklan olan Türkçe sözcükler bakımından varsıl (zengin) olması gerekir.

Yeni kavramlar yaratmak, bu kavramların dildeki karşılıkları olan sözcükleri türetmek bilimsel bir uğraştır; herkesin yapabileceği bir iş değildir. Böyle bir uğraşıyla dil gelişir, varsıllaşır ama bu varsıllığın sönmemesi, yaşamını sürdürebilmesi dili kullananların türetilen sözcükleri kullanıp yaşatmalanyla sağlanabilir. Başka bir toplumun kişilerince yaratılıp, o toplumun diliyle biçimlendirilen kavramlara Türkçe köklerden türetilen karşılıklar bulmak dil bilginlerinin işidir. Bunların türettikleri sözcüklerle varsıllaşan Türkçe'nin varsıllığını koruyabilmesi de gene bu sözcüklerin kullanılmasıyla olanaklıdır. Yoksa, yabancı dildeki bir sözcüğü olduğu gibi alıp kullanmak tembelliği dilin sürekli yoksullaşmasına, yozlaşmasına neden olur. Çünkü, yabancı bir sözcükten yeni sözcükler türetilemez. Türkçe'nin varsıllaşmasına katkıda bulunulamaz. Tam tersine, Türkçe'nin gelişmesi engellenir. Bu engellemeye hiç kimsenin hakkı olmasa gerektir.

DİL-BİLİNÇ İLİŞKİSİ

Bilinç "İnsanın toplumsal ilişkileri ve etkinlikleri içinde kendisini, çevresini anlamasını sağlayan düşünce, duygu, istenç (irade), özyapı (karakter), heyecan, anlak (zeka) gibi anlıksal süreçlerin tümü ." diye tanımlanır. Demek ki, "bilinçli insan, bilinci var olan insan" kendisini ve çevresini anlama yeteneği olan kişidir. Bu yeteneğin kazanılmasında en önemli etken ''Düşünme" işlemidir. Kişi, düşünme işlemiyle bilinçlenecektir. Bilinçlenebilmek için doğru düşünmek gerekmektedir. Öte yandan, yukarıda açıklandığı gibi doğru düşünebilmek için düşünme işlemi yapılırken kullanılan sözcüklerin iyi bilinmesi, dolayısıyla onların iyi bildiğimiz bir dilin sözcükleri olması gerekir. Bu açıklamadan anlaşılıyor ki kullanılan dil bilinçlenme konusunda da çok önemli bir araçtır.

TÜRKÇE'NİN YAPISI, TÜRETME GÜCÜ

Yapısı güçsüz, yoksul bir dil değildir Türkçe. Türkçe'nin yapı düzeninin sağlamlığıyla sözcük türetme olanaklarının bolluğu kaynakçadaki yapıtlar incelenerek görülebilir. Ama Doğan Aksan'ın yapıtından derlenen aşağıdaki alıntı bile bu gerçeği apaçık göstermeğe yeterlidir:

Dilcilikte "Türetme" dediğimiz işlem, en yalın biçimiyle "dilin bir öğesinden çeşitli ekler ya da büküm biçimleriyle yeni sözcükler üreterek değişik kavramların anlatımını sağlamak" olarak tanımlanabilir. Dildeki sözcükler böylece yenilerini doğurur ya da başkalarıyla bir araya gelerek bileşik sözcük olup çıkar:

"Bağlantılı diller" (ya da bitişken, eklemeli diller) dediğimiz dil türünde çeşitli biçimbirimler (kök ve ekler) gerek çekim, gerekse sözcük yapımı sırasında birbirine sıkıca bağlanarak ek yerleri belli olmayan yeni sözcükler oluşturur. Türkçe, bu dillerin tipik ve güçlü bir örneğidir. Aşağıdaki örneklerde, önce eylem kökleri, sonra da ad köklerinin çok değişik görevler yüklenen ve birbirine sımsıkı bağlanan çeşitli biçimbirimlerle birlikte, nasıl değişik kavramların anlatımını sağladığı görülmektedir:

dön-dür-ül-e-me-dik-çe
koru-n-a-ma-ma-sı-ndan-dır
kuru-t-tur-ul-duk-tan.

Eylem çekimlerinde de başka başka kiplerin ve zamanların anlatımında çeşitli görevler gören son eklerin art arda gelerek sıkıca kaynaştığına tanık olunur. Böylece, Almanca gibi bükümlü bir dile eksiksiz çevrilmesi gerektiğinde Türkçe "yazmışmışım" gibi, tek bir sözcük durumundaki bir çekimli eylem "ich soll, vvie es heisst, geschrieben haben" biçiminde, birbirinden ayrı altı öğeyle aktanlabilir."Dinlemektesiniz" sözcüğü Fransızca'ya "vous etes a l'ecoute" biçiminde, birbirinden ayrı beş biçimbirimle çevrilebilir. "Söylemelisin" çekimli eylemi de Farsça'da ancak "tura mi bayed goft" gibi dört biçimbirimle anlatılabilir.

Dilin bu değindiğimiz özelliği ona, yeni kavranılan yansıtan sözcüklerin türetilmesinde olağanüstü geniş yollar sağlar. Aşağıda bir tek sür (mek) kökünden türemiş olup bugünkü Türkiye Türkçe'sinde kullanılan sözcükler bir arada gösterilmiştir: Sür, sürdür, sürdürme, sürü, sürgü…………… (Doğan Aksan sür kökünden türemiş yüz tane sözcük vermektedir.)

Bu örnekleri de kolaylıkla çoğaltabiliriz.
Türkçe'de türetmede görev alan öğelerin sayısı da çok yüksektir. Bugün yalnızca Türkiye Türkçe'sinde türetmeye yarayan biçimbirimlerin (-gı, -ci, -lık, -sız…gibi) sayısı 96 olarak bulunmuştur ki, her ne kadar karşılaştırmalı bir sayım yapılmamışsa da bu sayıyı başka bir dilde bulmanın kolay olmayacağını sanıyoruz. Bu birimlerin her birinin birden çok görevi yüklendiği de göz önünde tutulursa Türkçe'nin anlatım gücü üzerinde, aydınlatıcı bir gerçek ortaya çıkar.

SONUÇ
Orhan Hançerlioğlu'nun dediği gibi:
Doğru düşünebilmek, kapsamlı düşünebilmek, düşünmeyi geliştirebilmek, bilgi üretmek, bilgiyi doğru aktarabilmek, bilgiyi kolay ve doğru anlayabilmek, birbirimizle anlaşabilmek için dilimizi geliştirmeyi istiyoruz. Türk diline dört elle sarılmamızın nedeni budur.

Kaynakça
1- TÜRKÇE'NİN GÜCÜ, Doğan Aksan, Bilgi Yayınevi, 3.basım
2- TÜRKÇE KÖKLER SÖZLÜĞÜ, İsmet Zeki Eyüboğlu, Remzi Kitapevi
3- DEĞİŞEN DÜNYA DEĞİŞEN DİL, Macit Gökberk, Çağdaş Yayınları
4- TÜRK DİLİ, Orhan Hançerlioğlu, Cumhuriyet Gazetesi 28.09.1984
5- TÜRK DİLİ SÖZLÜĞÜ, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitapevi
6- BİLİM FELSEFESİ, Cemal Yıldırım, Remzi Kitapevi
7- DÜNDEN BUGÜNE TÜRKLERDE DİL VE DİN, Cengiz Özakıncı, Bellek Yayınları. 1994