Yaşamaya Dair

Bir TV kanalında Ramazan ayı boyunca her akşam “Var mısın? Yok musun?” adlı bir yarışma programı var. Yaklaşık 200 izleyicinin de yer aldığı bir stüdyoda yapılan ve Acun’un sunduğu yarışma programını zaman zaman izlerim. Orada değişik sınıflardan, sosyal katmanlardan gelen insanlarımızın hayatı algılamalarıyla, tepkileriyle ilgili çoğulcu renkler ilgimi çekmişti. Bazen çok sıcacık, insani renkler, espriler, şiirler, bazen de hayatın bıraktığı acılar karşımıza çıkar. Bu programı izlerken insanların ne kadar kazandıklarından çok oradaki insanlarımızın davranışı, düşünüşü, duygu dünyasının izlerini aramak beni daha çok mutlu ediyor. Özellikle ülkenin her bir köşesinden görme özürlü, konuşma özürlü genç insanlarımızın da bu kolektif yarışmada, hayatın içinde arkadaşlarıyla yer alması yarışmaya bir başka güzellik katıyor. Geçen akşam evde gazete okurken uzun süredir duymadığım çok sevdiğim bir şiir bu yarışma programında seslendirildi. Yaklaşık on yıldır bu şiir hiç karşıma çıkmamıştı. Şiirin yazarı Jorge Luis Borges. 1899-1896 yılları arasında yaşamış, Arjantin’li, şâir, öykü ve deneme yazarı. Büyülü gerçekçilik akımının önde gelen isimlerinden olan Borges’in “Anlar” şiirini yarışmada hayata sımsıkı sarılmış, üniversite çıkışlı, görme problemi olan Yener seslendiriyordu.
Ülkede yazılacak o kadar çok can sıkıcı, yoğun ekonomik, siyasal problemler yaşanırken bugün “hayat ve yaşamak” vurgulu bu şiiri ve bizde bıraktığı izleri köşeme taşımak istedim.
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,ikincisinde daha çok hata yapardım.Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.Temizlik sorun bile olmazdı asla.Daha çok riske girerdim,seyahat ederdim daha fazla.Daha çok güneş doğuşu izler,daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.Görmediğim bir çok yere giderdim.Dondurma yerdim doyasıya,Daha az bezelye.Gerçek sorunlarım olurduhayali olanların yerine.Yaşamın her anını gerçek veverimli kılan insanlardan olurdum.Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.Anlar, sadece anlar, siz de "an"ı yaşayın.Hiçbir yere, yanına; termometre, Su, şemsiye veparaşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.Yeniden başlayabilseydim,ilkbaharda, pabuçlarımı atardım.Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğerAma işte, 85'imdeyim ve biliyorumÖlüyorum.
Borges’in bu şiiri “hayat” denilen bu koşuşturmanın anlamını ancak yaşamın son yıllarında anlayabildiğimizle ilgili çarpıcı bir şiir. Koşuşturmaya teslim olmuş hayatlarımız üzerinden akıp giden bir yaşam. Okullar, evlilikler, çocuklar, araba-ev alma telaşı, çocukların eğitimi ve çok hızla gelinen altmışlı-yetmişli yaşlar. Kırklı, ellili yaşlarda başlayan tansiyon, şeker, kolesterol ve cümle kan yağlarıyla hastane yolculukları… Tüm hayat akışları aşağı yukarı böyle değil mi zaten! Sonra ne oluyor bu koşuşturma içinde kendinize dair yapamadıklarınız… Ve acılar… Ve de son… Bu yazıyı yazarken bilgisayarımdan Livaneli’nin Tülay German ile birlikte seslendirdiği “Günlerimiz” parçasının dizeleri sıralanıyor: “çözülen bir yün yumağı/akıp giden günlerimiz/mezar taşlarından suskun/sessiz sitemsiz… savrulan yapraklar gibi/akıp giden günlerimiz/cenaze törenlerinde/ sessiz sitemsiz…/bir suçluyu aklar gibi/akıp giden günlerimiz/sanki bir sır saklar gibi/sessiz sitemsiz…”
Tüm bunlara rağmen hayat güzel. Bir gün bile fazla yaşamak anlamlı. Tüm sorun hayatı anlayarak, kitap okur gibi, hakkını vererek ve severek yaşamak. Tıpkı Nazım’ın dizelerinde olduğu gibi:

“yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”