Ulusalcılık,vatanseverlik ve ” Kürt Sorunu” * Ülgen Zeki Ok

Ben kendimi 'vatansever' olarak tanımlıyorum; 'Atatürk milliyetçisi'yim, aslında…
Ama benim gibilere 'ulusalcı' diyorlar…
Neden mi 'ulusalcı' değil de 'vatansever' olarak tanımlıyorum kendimi?
Kaynakların çoğu İngilizce olduğundan, bilimle uğraşanlar sıklıkla İngilizceden Türkçeye ya da Türkçeden İngilizceye tercüme yapmak zorunda kalırlar. Sözcükler birebir anlamları ile çevrildiğinde ortaya çıkan sözcükler bazen gerçek anlamlarından sapar. 'Atatürk milliyetçiliği'ni 'ulusalcılık' olarak nitelediğimizde bunun karşılığı 'nationalism' olur ki, bu sözcük Hitler'in 'bir ırkın üstünlüğü' düşüncesine dayanan 'etnik ulusalcılığı' çağrıştırır.
Atatürk'ün 'milliyetçilik' anlayışının 'vatanseverlik' olduğunun kanıtı kendi sözlerinde gizli… O günün Türkçesi ile 'milliyetperver' sözcüğünü kullanır, Atatürk: “Bize milliyetperver derler. Fakat biz öyle milliyetperverleriz ki, bizimle ortak çalışmalarda bulunan bütün milletlere saygı ve hürmet gösteririz. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde bencil ve kibirli bir milliyetperverlik değildir.”
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.”
Türk'ün ne anlama geldiğini de çok yalın biçimde açıklar: “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.”
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı aynı cevherin damarlarıdır”, O'na göre…
Uğur Mumcu 5 Aralık 1989 tarihli Cumhuriyet'teki yazısında; Atatürk'ün “Bu nedenle başlı başına bir Kürtlük düşünmekten çok, anayasamız gereğince zaten bir çeşit yerel özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir” şeklindeki sözlerinin, 1921 Anayasası'nın getirdiği sisteme bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor: “1921 Anayasası'nın 21. maddesi, illerin 'manevi kişiliğe ve özerkliğe' sahip olduklarını belirtiyordu. Bu 'yerel özerklik' bugünkü bir çeşit belediye yönetimi gibiydi. İç ve dış siyaset, adliye ve askerlik ve ekonomik ilişkiler ile ilgili yetkiler tümüyle hükümetin elindeydi. Özerklik, 'vilayet şuraları' eliyle illerin günlük işlerinin yönetimini kapsamaktaydı. Atatürk'ün bu sözlerinden 'Kürtler ayrı devlet kursunlar' gibi bir anlam çıkmıyordu. 1921 Anayasası da böyle bir sistem öngörmemişti. Atatürk, Kürtler için 'bir nevi mahalli muhtariyet'ten söz ederken, 'üniter devlet' dışında bir çözüm de öngörmüş değildi.”
Bugün ısrarla 'Kürt Sorunu' olarak adlandırılan konuda, Atatürk'ün düşünceleri son derece net: “Bugünkü Türk milleti siyasi ve sosyal topluluğu içinde, kendilerine Kürtlük düşüncesi, Çerkezlik düşüncesi ve hatta Lazlık düşüncesi veya Boşnaklık düşüncesi propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmişin despot devirleri ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, -birkaç, düşman aleti gerici beyinsizden başka- hiçbir millet bireyi üzerinde üzüntüden başka bir etki yapmamıştır. Çünkü bu millet bireyleri de tüm Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.”
Şu soru takılıyor hemen aklıma: Çerkezlik-Lazlık-Boşnaklık düşünceleri tamamen ortadan kalkmışken, 'Kürt sorunu' neden gündemde? Köy Enstitülerinin kapatılması sayesinde ayakta kalan derebeylik sisteminin, cehaletin, hortlayan tarikatların ve en önemlisi hiç değişmeyen, emperyalist ülkelerin bölgedeki emellerinin süreçteki rolleri ne?
Sürecin sonunun ne olacağını ise merak etmiyorum; Atatürk'ün 1929'da söylediği şu sözler nedeniyle: “Türk Milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu alçak, vatansız, milliyetsiz, beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir heyet değildir. Türk Milletinin sosyal düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkumdur.”

Haftanın Sözü: “Vatanımızı sevelim; çünkü orası babalarımızın olduğu gibi çocuklarımızın da ülkesidir.” Friedrich Schiller