Otoriterliğin İflası * Kemal Kocabaş

Türkiye çalkalanıyor, meydanlar hareketli ve Türkiye itiraz ediyor… Beş gündür İstanbul Taksim'deki “Gezi Parkı”ndaki ağaç sökümü, halkın itirazı ve polisin orantısız güç ve şiddet kullanımı ile başlayan süreç tüm ülkede sivil, kitlesel gösterilere dönüştü. Taksim, Kızılay, Gündoğdu ve diğer kentlerin alanlarında “Hükümet İstifa” sloganı çoğalarak ortaklaşılıyor.

Ülkeyi yöneten siyasal iktidar yaşanılanları çözümleyebiliyor mu? Kesinlikle hayır… Başbakan; “çapulcular” tanımı yapıyor, “onlara mı soracağım” diyor, “istediğimi yaparım” söylemini sürdürüyor. Sorgulamıyor ve on yıllık iktidar diliyle konuşuyor. “Bana diktatör diyorlar, ben kendimi milletime adadım, hizmetkarım” diyor. Demokrasi ve insan haklarından, kendi insanına gaz sıkmaktan hiç bahsetmiyor. Yaptığı rutin işleri sıralıyor. Hitler, Mussolini, Kenan Evren de yol, su, baraj, karayolu yapmışlardı. Ama neye karşın; insan haklarını yok ederek, insanları kanla, zulümle susturarak, ötekileştirerek… Sayın Başbakan bu ince farkı göremiyor.

Yüz binler kendiliğinden bu tepkiyi neden veriyorlar? 11 yıllık AKP iktidarı politikalarının ve ikliminin bu patlamayı yarattığı çok açık… Fizik yasaları gereği, biriken öfke mutlaka patlar, tıpkı fay hatlarında enerji birikimi ve deprem sonucu gibi… Bu kendiliğinden gelişen barışçıl tepkiler demokrasi tarihimizde bir ilktir, önemli ve değerlidir. Dış dünya da, tüm uluslararası kurumlarıyla bu demokratik, barışçı tepkiyi selamlamaktadır. İktidar neyi göremiyor?

1) Siyasal iktidar bu ülkede % 50 oy alarak her şeyi yapabileceğini sanıyor. Diğer % 50'yi görmüyor, söylemleriyle onu sürekli ötekileştiriyor. Onların hükümeti olamıyor. Bu nedenle oradaki algıyı hesap edemiyor.

2) Sayın Başbakanın söyleminde “insani, barış dili, sevgi dili” hiç yok. Konuşmaları sevgi, dayanışma, aynı ülkenin insanı olma coşkusu üretmiyor. Ötekileştiren bir dil… Kitlelerin bu dile itirazları vardır.

3) Son haftalarda, yalanlama çabalarına rağmen Cumhuriyetin kurucuları “Mustafa Kemal ve İsmet İnönü” için söylediği “iki ayyaş” ifadesi yaralayıcı bir dildir. Bir başbakana yakışmayan bir ifadedir. Cumhuriyet kültürüyle yetişmiş insanlarda çok önemli travmalar üretmiştir. Başbakan ve çevresi bunu hesaplayamamıştır. Partisinden de Başbakanın bu sözüne “yanlış yaptınız” şeklinde hiçbir itirazın gelmemesi de, parti içi demokrasi anlamında düşündürücüdür.

4) Başbakanın alkol yasağına ilişkin, “inancımızın gereği” ifadesi, laik bir ülke Başbakanının söyleyebileceği sözler değildir. Bir ülke, inanca bağlı olarak yönetilemez. Yönetilirse o ülke laik-demokratik Cumhuriyet olmaz, başka bir şey olur. Kitleler, bunun dinsel bir dayatma olduğu algısını taşımaktadır.

5) Geçen yıl Başbakanın isteği ile topluma dayatılan 4+4+4 yasası, laik-demokratik eğitime büyük darbe vurmuş ve eğitimin tümüyle dinselleştirilmesini sağlamıştır. Bu proje bir toplum mühendisliği projesidir. Çoğu okul kapatılmış, öğrenciler arkadaşlarından ayrılmış, seçmeli dersler, çoğu yerde mahalle baskısı ile seçtirilmiştir. Kitleler bu yasayı bir dayatma ve Cumhuriyet karşıtı bir yasa olarak algılamıştır. Yine Başbakan, İmam Hatip Liselerini gözbebeği eğitim kurumları olarak tanımlayarak, diğer eğitim kurumlarını ötekileştirmiştir. Çağın evrensel pedagoji ilkelerinin çok gerisinde kalan ve işlevini yitiren İmam Hatip Liseleri ısrarı bu dönemin önemli yanılgılarındandır. Yine bu dönemde İmam Hatip Lisesi ve ilahiyat çıkışlı olmanın özellikle kamuda işe girmekte önemli bir bonservis işlevi görmesi, toplumun vicdanı ve adalet dünyasını etkilemiştir.

6) Basının, medyanın, yargının, üniversitelerin tümüyle siyasal iktidarın kontroluna girmesi, “tek adamlık, otoriterlik, despotizm” algısını güçlendirmiştir. Son Taksim olaylarında yandaş medyanın olayları görmemesi, görüntüleri ekrana taşımaması, bunun en önemli kanıtıdır. Bu eylemlere katılanların beyninde, tek adamlığa ve otoriterliğe çok ciddi itiraz vardır. Bu itiraz, meydanlara da taşınmış, “Faşizme Hayır” şeklinde ifade edilmiştir.

7) Siyasal iktidarın TC'leri kaldırma çabaları, bayramları yasaklaması, her bir politikasında 1923 Cumhuriyet aydınlanmasını karalama çabaları, Suriye politikası, oluşturduğu akil adamlar grubu toplum vicdanında büyük kırılmalar ve öfke üretmiştir. Siyasal iktidar tek kale oynamak inadıyla kitlelerin bu duyarlığını anlayamamıştır. Yine yürütülmekte olan davalar, haksız tutuklamalar, baskılar bu tepkileri biriktirmiştir.

8) AKP iktidarı, kitlelere “gaz sıkma, orantısız güç kullanma” dönemi olmuştur. Özellikle haşerelere gaz sıkar gibi kendi insanına gaz sıkmak, copla, sopayla demokratik tepkilerini bastırmak, yaygın bir iktidar davranışı olmuştur. Bu uygulamalar toplumsal vicdanda derin yaralar açmıştır. Yine nüfusun çok önemli bir bölümünün duyarlılığını hesaba katmayarak 3. Boğaz Köprüsüne Yavuz Sultan Selim adını verme dayatması da tepkilerin yoğunlaşmasını sağlamıştır.

Tüm bu nedenler; kitleleri “artık yeter-korkmuyoruz” noktasına getirmiş ve eylemler kitlelerde büyük bir özgüven üretmiştir. Beşar Esad'ı eleştiren Başbakan tüm bu yaşananları yeniden değerlendirmelidir. Ülkedeki çok sesliliği ve ülkenin kuruluş felsefesini içselleştirmelidir. Ülkenin değerleriyle oynamamalıdır. Meydanlardaki bu hareketlilik siyasal kültürde ve arayışlarda mutlaka karşılık bulacaktır. Kitlelerin bu kitlesel, demokratik tepkileri artık “demokratik siyasal partiler yasası, seçim barajı” ve pek çok halkın katılımını sağlayacak yasaların gündeme gelmesini sağlamalıdır.

Yaşanan süreç 1950'li yılların sonunda Demokrat Partinin yaşadığı sürecin benzeridir. “Şişirilmiş egolarla, çoğunluğum, her şeyi yaparım anlayışı” artık bu süreçlerden sonra anlamsız kalacaktır. Bu ülkede “Türk-Kürt, Alevi-Sünni” çoğunluğun ortak istenci; herkesin kendini ifade edebildiği, adaletin ve eşitliğin egemen olduğu laik-demokratik hukuk devletidir. Yaşanan süreç, seçimle iktidar olmasına rağmen mevcut iktidarın bu değerleri ülkede egemen kılamadığını gösteriyor. Siyasal iktidar politikalarını, söylemini mutlaka gözden geçirmelidir. Bu inatlaşma ve otoriter tek adam söylemi ile ülke sıkışacaktır, sıkıntıya girecektir. Kimsenin de bunu yapmaya hakkı yoktur.

Demokrasinin, hukuk devletinin egemen olduğu, korkuların yenildiği bir Türkiye özlemiyle…