Ödemişte Muzaffer Şerif Sempozyumu * Kemal Kocabaş

Muzaffer Şerif 1906 Ödemiş doğumlu, bir aydın, bir ilerici, sosyal psikolojinin çok önemli bir ismi, örnek bir bilim insanı. 1945 yılında terk ettiği ülkesinde, kaybının 25. yılında doğduğu topraklarda bir sempozyumla anılması büyük bir değerbilirlik. Sempozyumda yaşamı, duruşu, kavgaları, evrensel psikoloji dünyasına kattığı değerler değişik alanlardan gelen araştırıcılarla tartışıldı. 3-4 Kasım 2013 tarihleri arasında Ödemiş'te kusursuz şekilde gerçekleştirilen sempozyumun oluşumunu sağlayan Ödemiş Belediye Başkanı Sayın Bekir Keskin, düzenlemesindeki emekleri nedeniyle Sayın Ülkü Başsoy, Prof. Dr. Melek Göregenli ve çalışma arkadaşlarına bu satırlardan teşekkürler iletmeyi boynumuzun borcu olarak görüyoruz. Sosyal belediyecilik anlamında çok değerli bir çalışmaya imza attılar.

1906 yılında varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Muzaffer Şerif ilkokulu Ödemiş'te okur ve sonrasında 1918 yılında Ege bölgesinin varlıklı ailelerinin çocuklarının, Adnan Menderes'in de eğitim gördüğü Kızılçullu Amerikan Kolejine girer. Savaş yıllarıdır, İzmir işgal altındadır. Muzaffer Şerif bu kaotik koşullarda 1924 yılında Kızılçullu Amerikan Kolejini tamamlar ve İstanbul Darülfunununda felsefe eğitimine başlar. 30 Haziran 1928 tarihinde İstanbul Darülfünunu Felsefe bölümünü tamamlar ve İzmir Öğretmen Okuluna stajyer öğretmen olarak atanır. Bu yıllarda Cumhuriyet Eğitim Devriminin aydınlık bakanı Mustafa Necati tüm alanlarda Cumhuriyet Devrimi kadrolarına yeni, iyi eğitimli gençler yetiştirme adına yurt dışına öğrenciler göndermektedir.

Muzaffer Şerif, Cumhuriyetin bu projesinden yararlanarak 1929 yılında yüksek lisans yapmak için ABD-Harvard Üniversitesine gönderilir. 1929 Dünya ekonomik bunalımı yaşanmaktadır. Muzaffer Şerif ABD'de bu ekonomik bunalımda Marksizmle tanışır. 1932 yılında tezini tamamlar, Gazi Terbiye Enstitüsüne Ruhiyat Öğretmeni olarak atanır. Şerif aralıklarla yaklaşık on yıl Gazi'de öğretmenlik yapar. Gazi'de yaşamında daha sonra önemli izleri olacak Hasan-Ali Yücel müdürdür, Tonguç da resim bölümündedir. Şerif, 1933 yılında E.G Boring'in yazdığı “Amerikan Ruhiyatı” adlı bir kitabı tercüme eder. Kitabın önsözünde Hasan-Ali “…Muzaffer Şerif Bey, bu kitapla bize, yeni dünyada yetişmiş bilgi ağacından yemişli bir dal koparıp vermiş oluyor. Tebriklerimizi tekrarlayabilmek için daha başkalarını, daha yenilerini bekliyoruz.” şeklinde yazarak Şerif'in kitap imecesine omuz verir. Bu kitabın giriş sayfasında Muzaffer Şerif'in isminin altında “Türkçe çeviren: Harvard Darülfünunundan mezun, Gazi Terbiye Enstitüsü ruhiyat muallimi” ifadeleri o dönemdeki algı ve kavramlar anlamında çarpıcıdır. Şerif, Gazi'de öğretmenlik yaptığı yıllarda ileride kendisini çok iyi yerlere taşıyacak olan deneysel çalışmalarına başlar ve psikoloji laboratuvarı kurar. O dönemde öğrencisi ve daha sonraları Beşikdüzü Köy Enstitüsü kurucu müdürü olan Hürrem Arman “Bizi ilk zamanlarda en çok yadırgatan psikoloji dersi olmuştur. Muzaffer Şerif daha ilk derste o güne kadar görmediğimiz ve öğretmen okullarında okutulan psikoloji ile hiçbir ilişkisi olmayan bir girişle, yani deneyle işe başlamıştı…” ifadeleriyle Şerif'i anlatır. M. Şerif bu yıllarda Nafi Atuf Kansu, Sabahattin Eyüboğlu, Yücel ve Tonguç ile tanışmıştır. 1933 yılında Başoğlu soyadını alan Muzaffer Şerif doktora için önce Harvard, sonra da Colombiya Üniversitelerinde çalışır ve 27 Temmuz 1936 tarihinde tekrar Gazi Terbiye Enstitüsüne döner.
1938 yılında Hilmi Ziya Ülkenle beraber İnsan dergisini çıkarır ve 1939 Ekim ayında DTCF-Felsefe bölümüne Doçent olarak tayin edilir. Arkadaşları ile birlikte Muzaffer Şerif'i önce 1941 Ocak ayında Yurt ve Dünya Dergisi çıkarılmasında, sonra da 1943 yılında Behice Boran ile birlikte 12 sayı çıkan Adımlar dergisi mutfağında görüyoruz. Topluma kültür ve sanat aracılığıyla mesajlar vererek, değiştirme ve geliştirme işlevi gören Adımlar dergisinde kimin için sanat, hangi hümanizma kavramları ve evrensellik tartışmaları yapılır. 4 Kasım 1944 tarihinde de Profesör olur. Muzaffer Şerif, Cumhuriyetin ilerici-hümanist yorumunu “Öyle bir Cumhuriyet ki orada artık derebeylik, mütegallibelik bir daha yüzünü göstermesin, vatandaşları arasında gelişme imkanları ve refah imkanları bakımından imtiyaz farkları olmasın…” ifadeleriyle dile getirir. O evrenselci dünya görüşünü “Modern manada ilim gelişmemiz, hakiki anlamda Cumhuriyet devrinde başlar. …İlimin beynelmilel olduğunu her gün tekrar etmeye ihtiyaç vardır. Ne kadar ilerlemiş olursa olsun, şu ve ya bu milletin imtiyazlı malı değildir. Mevcut ilim bütün dünyanın bilgi hazinesidir, bütün insanlığın malıdır…”şeklinde ifade eder. 1940'lı yıllarda Ankara'da ırkçılık her tür insani-toplumsal gelişim ve değişimin önünde bir tehdittir. Bir öğretim üyesinin toplumsal sorumluluğu adına “Irk Psikolojisi” adıyla bir kitap yazar. Önsözünde “Son senelerde, mahreci şüpheli bir ihracat matahanının, bulunmaz bir Hint kumaşı gibi memleketimizin fikir ve kıymet alemine sürülmesi yolunda gösterilen gayretkeşlikler beni bu küçük kitabı yazmayı sevk etti. Mahreci şüpheli bu ihracat malı ırkçılıktır…

Irkçılık, insanın insanlık duygusunu kıran, yapmacık bir yaygaradan başka bir şey değildir.” ifadelerini kullanır. 1940'lı yıllar Köy Enstitülü yıllardır. Şerif Köy Enstitülerini ilgiyle izler, küçük eleştirilerine rağmen olumlu bir eğitim atılımı olarak bakar. Zaman zaman öğrencisi Hürrem Arman'ın müdür olduğu Hasanoğlan Köy Enstitüsüne giderek gözlemlerde bulunur, onunla tartışır. Değişen Dünya kitabında “Bütün okul kategorileri içinde Köy Enstitülerimizin, faaliyetlerine, çalışma programlarına hakim olan görüş, ilmin de vardığı bu neticelere sahip olan görüştür. Milletlerarası Terbiye Kongrelerinde Köy Enstitülerimizin bünyesini, çalışma tarzlarını haklı bir öğünme ile izah edebiliriz ve bilhassa burada yetişen gençlerimizi ileri kültürlü, ileri vazife ve mesuliyet duygulu gençler olarak takdim edebiliriz.” ifadelerini kullanır. Yine Adımlardaki bir yazısında “…Öğretim ile terbiyeyi günün saatlerine göre ayırmak, bütün ve müşahhas olan hayat seyrini suni olarak bölmek demektir. Bugünün iyi mektebi ancak bütün hayat faaliyetlerini kucaklayan, içinde yaşatan mekteptir” yorumuyla olumlu enstitü algısını ifade eder. Şerif 1944 sonlarında bir Hasanoğlan ziyareti sonunda Ankara Garında tutuklanır.

Yaklaşık üç hafta tutuklu kalır. Aydın çevreler rahatsızdır. Bu dönemlerde Orhan Burian cesur bir çıkış yapar. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye bir mektup yazarak Muzaffer Şerif'in tutuklanmasından duyduğu rahatsızlığı ifade ederek düşünce özgürlüğünün önemini vurgular. Başoğlu 1944 yılında Princeton Üniversitesinden bir yıllık burs alır. Milli Eğitim Bakanı Yücel Hariciye Vekaletine 23.12.1944 tarihinde gönderdiği bir yazı ile “Biz profesörümüz hakkında ABD hükümetince gösterilen bu alakadan çok mütehassis olduğumuzu ve Dr. Başoğlu'nun izinli sayıldığının ABD Büyükelçiliğine bildirilmesine müsadelerini saygılarımla rica ederim.” ifadelerini kullanır. Yücel DTCF'nde kendilerini var eden bu ilerici kadroyu kaotik dönemin dengeleri arasında korumak istemektedir. DTCF ilerici öğretim üyelerinin Yücel'le iyi ilişkileri ve dostlukları olduğu, onları bir araya getirenin de Yücel olduğu açıktır. Buna örnek olarak Behice Boran'ın 1939 DTCF'ne ilk başvurusunun ırkçı-tutucu grup tarafından engellendiği ve daha sonra Yücel'in devreye girmesiyle atamanın gerçekleştiği de bilinmektedir. “Adımlar ile Yurt ve Dünya”nın Yücel'i zor duruma düşürmemeye ve hükümeti eleştirmemeye özen gösterdiği bu sayede uzun zaman yayın olanağı bulduğu ifade edilebilir… Son zamanlarda siyasal iktidar yanlısı yayın organlarında 1940-1950 dönemini küçülten, çarpıtan yazılar yayımlanmaktadır. Bunlardan birisi 19 Ekim 2013 tarihinde Star Gazetesi'nde Cemil Koçak imzasıyla “Behice Boran'ı Üniversiteden Önce Hasan-Ali Yücel Atmıştı” ile çıkmıştır. Tümüyle çarpıtma ve gerçeği yansıtmayan bu yazı akademik nesnellik anlamında sorunludur, zamanın ruhuyla dönüşen bir yazarın yeni mahallesine uyum sağlama çabalarıdır. Bu ülkenin ilericileri Behice Boranı da, Hasan-Ali Yüceli de onurla yüreklerinde ve beyinlerinde yaşatmaktadırlar.

Muzaffer Şerif 10 Ocak 1945 tarihinde Türkiye'den bir süre ABD'de çalışmalar yapmak için ayrılır. Bu ayrılış için değişik yorumlar vardır. Orhan Burian'ın mektubu, Amerikalı psikologların meslektaşlarına sahip çıkmak adına ABD hükümeti nezdinde yaptıkları baskılar, Ödemişli Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun etkisinin bu ayrılışta önemli parametre olduğu görülmektedir. Muzaffer Şerif ABD'de iken Behice Boranla birbirlerine yazdıkları mektuplar o döneme ait önemli bilgiler içermektedir. Şerif ABD'de iken Boran ile sürekli yazışır. Mektuplarla adeta Türkiye'yi konuşurlar. Muzaffer Şerif bir mektubunda “Behice, …Üç hafta evvel bir kız çocuğumuz oldu… Adı Sue, Ruhi'nin kulakları çınlasın. Sana ve Nevzat'a çok selam sevgi ve saygı ile” diyerek sevincini paylaşır ve Ankara çevresindeki arkadaşı-dostu Ruhi Su'ya selamlarını iletir. 1946 sonrası Yücel Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmıştır. Her tür ilerlemeci-aydınlanmacı düşün karşıtlığı ile tanınan Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanı olmuştur. Bu arada Şerif ABD'de meslektaşı Carolyn ile evlenir. O yıllardaki Türk yasalarına göre yabancı ile evli olanlar kamuda görev alamıyorlardı. Bahane bulunmuştur ve Muzaffer Şerif'in görevine son verilir. Dönemin bağnaz Milli Eğitim Bakanı Sirer, 27.6.1947 tarihinde üniversiteye yazdığı ibretlik yazıda “… Başoğlu'nun Irk Psikolojisi adlı kitabını okumuş ve okuyacak olanlar bu kitabın sonlarına doğru hürriyete yer vermeyen Bolşevikler memleketini ve Bolşevik rejimini methetmek delaletine düşen ve bu delaletle DTCF'nin manevi havasının bozulmasına amil olan Başoğlu'nun bu Fakülte'den ayrılışıyla bir şey kaybedilmemiş, aksine fakültenin düzelebilmesi için bir şey kazanılmış olduğunu teslim edecektir …” diyerek ibretlik bir yazıya imza atmıştır. Türkiye'de yaşadığı sıkıntılara benzer bir durumu 1952-1953 yıllarında Muzaffer Şerif ABD'de FBI tarafından bir yıl boyunca Mc Carthy soruşturması geçirerek yaşar. Şerif'in yaşamında büyük gözaltı sürmektedir. Gündüz Vassaf onunla ilgili olarak “Muzaffer Şerif Türkiye'ye o denli küser ki, hiç dönmediği gibi, kendisiyle ABD'de tanıştığımda, İstanbul Üniversitesinde felsefe okurken annemin sınıf arkadaşı olduğunu bilmesine rağmen, başkalarıyla da yaptığı gibi, öfkesinden benle de Türkçe konuşmayı reddetmiş, İngilizce hal hatır sormuştu. Reddi o kadar şiddetliydi ki, reddinin şiddetinde reddettiği yeri daha da çok yaşıyordu…” diyerek Şerif'in ruh dünyasını bize aktarır. Psikolojiye katkısını ise 23.12.2007 tarihli Radikal gazetesinde “Onun psikolojiye en büyük katkısı bireyleri anlamadan toplumu, toplumu anlamadan da bireyleri anlamanın olanaksız olduğunu yaratıcı ve titiz deneyleriyle kanıtlaması olmuştur.” diyerek özetler. 39 yaşında ülkesinden ayrılan, pasaportunu Türkiye'de bırakan, ABD vatandaşı olmayan, ABD dışına hiç çıkmayan, Türkçe yayın yapmayan, Türkçe konuşmayan, ama deneysel, sosyal psikolojiye ömrünü veren, evrensel dünya zenginliğine imzasını atan ve ülkesine dargın yaşayan Muzaffer Şerif 1988 yılında Alaska'da bir kalp kriziyle hayata veda eder. Anti-faşist çizgisi, toplumsal duyarlılığa sahip akademisyen kimliğiyle, ilerici, ilerlemeci, aydınlanmacı Muzaffer Şerif'i kendi topraklarında saygıyla selamlıyorum… Anısına saygıyla…