NLP Teknikleri ile Sıradışı Düşünce

Münir Arıkan

Düşüncelerinizi neye borçlusunuz? Aklınıza, bilginize, beyninize, tecrübelerinize?.. Bilemediniz. Düşüncelerinizi hormonlarınıza borçlusunuz. Akıl, bilgi, beyin aynı olmasına rağmen, neden bazı anlarda aklımızda olağanüstü bir düşünce gelişir? Sıradışı bir şeyi nasıl keşfeder ve harika bir başarıyı yakalarsınız? Kişi aynı kişidir ama neden düşünceler bazen gökkuşağı renginde sarmalar hayatı?

Beynimizdeki 10 milyarı aşkın sinir hücresi “nöron”lar, normalde birbirinden kopuktur. Aralarındaki bağlantıyı, “sinaps” denen sinir bağları ile sağlarlar. Nöronlar arası bağlantı yoksa, düşünce gücü de oluşamaz. Bu durumu; bir cinayetin aydınlatılmasını sağlayacak yüzlerce ipucunu, birbirinden kopuk, ayrı ayrı gözümüzün önünde durmasına benzetebilirsiniz. Beyninizdeki düşünce dedektifinin, Sherlock Holmes ya da Agatha Christy gibi mükemmel bir şekilde çalışabilmesini sağlamak istiyor musunuz? Beyninizin gördüğü, duyduğu, hissettiği olaylar arasındaki bağlantıyı algılayabilmesi ve bunlarla işe yarar “yeni” bir şeyler kurgulayabilmesi 4 şarta bağlıdır:
• Beyninizdeki dolu nöron sayısının, mümkün olduğu kadar çok sayıda olması
Beynimizdeki 10 milyarı aşkın sinir hücresinin her biri, içi boş mini bir hard disktir. Birbirinden bağımsız bu bilgi depoları, beynin uçsuz bucaksız kozmosuna yayılmış durumdadır. Hard diski yararlı ya da yararsız bilgilerle doldurmak, boş ya da atıl bırakmak, düşünce kapasitenizi ortaya koyar.
• Beyninizde, birbiriyle bağlantılı nöronların sayıca çok olması
Kalem dediğiniz zaman aklınıza ne geliyor? Kalem, kalemtraş, kağıt, defter, silgi, sıra, masa, öğretmen, öğrenci, okul, servis, trafik, şehir, milli eğitim, sistem, ülke, çağdaşlık, evrensel değerler, dünya ve geleceğimiz… Görüldüğü gibi, bir kavram söylenince bununla alakalı bütün bağlantıları kurabilmeniz ve ilişkili her şeyi peşi sıra sıralamanız gerekir. Ama 1-2 kelime söylediğinizde, tıkanıp kalıyorsanız, aklınıza kalem ile ilgili yukarıdaki “ilgili”- ilişkili- “ilintili” olabildiğince çok kavram gelmiyorsa, beyninizdeki nöronlar birbiri ile yeteri kadar bağlantı kuramamış demektir.
• Beyninizde, nöronları birbirine bağlayan “sinaps”ların sayıca çok olması
Kalem örneğinden devam edelim. İkinci maddede, kalem ile ilgili olağan kavramları, kalemle doğrudan ilişkili kavramları düşündünüz. Halbuki, bunlar sıradışı düşünce değildir. Olağan, durağan, sıradan, şeylerdir. Var olan şeylerdir. Ama eğer, içinde kalem bilgisinin yüklü olduğu nöron’la bağlantısı olan sinaps sayısı fazla ise, sıradışılık ilk sinyallerini verir. İçinde kalem bilgisini yüklenen nöron, beynin 15 milyar nöronu içinde, kalemle alakasız ne kadar fazla nöronla ilişki ve bağ kurabiliyorsa, o kişinin düşüncesindeki sıradışılık da o kadar muhteşemdir. Bu durumda halagücünüz, kalem ile ilgili sıradışı kavramlar yolculuğuna çıkmıştır beynin gri kıvrımlarında. Böylece, kalemi sadece bir yazma aracı olarak görmekten çıkar ve o güne kadar hiç kimsenin aklına hayaline gelmeyen kavramları kalemle ilişkilendirir ve bütünleştirirsiniz.
• Nöronları birbirine bağlayan sinaps bağlantılarındaki iletişimin hızlı olması
Üniversite sınavındaki halinizi bir düşünün. Sorular çözülüyor ama zaman daralıyor. Ya da İnsan Kaynakları uzmanı karşısındaki ilk mülakatınızdaki halinizi. Sorulan soruları, bir dakika yerine bir günde cevaplamanız istenenmiş olsaydı, büyük bir ihtimalle kendinizi daha rahat hissedecektiniz. Daha az pot kıracak ve daha kabul edilebilir bir iletişim kuracaktınız. Halbuki, küresel hızın geçerli olduğu dünyada, o anda, anında cevaplayamadığınız her şey geç gelen adalet gibi bir yıkım ve ölüm getiriyor. Sorulan her soruya, büyük bir hazırcevaplılıkla derhal cevap vermeniz, verdiğiniz bu cevabın yeni bir çözüm ve bakış açısı getirmesi… İşte bu, sinapslardaki iletimin ya da iletişimin hızı ile ilgilidir. Yani sinapsları bir yol gibi düşünürsek, nörotransmitterler denilen kimyasalları bol olan beynin kıvrımları, arabanın (yani bilginin) üzerinde yağ gibi kaydığı bir otobandır. Bunun az olduğu beyin ise, üzerindeki araca geçit vermeyen, çukurlarla dolu bir dağ yolu gibidir. -“Ne o jeton düşmedi mi?” –“Seninki köşeli galiba?” diye manalı sorulara maruz kalmanız, işte bu iletişim kopukluğundan ya da yavaşlığından kaynaklanır.
Buraya kadar açıkladığım tüm hususların destekleyen ana güç, hormonlarınızdır. Beyninizi gıdıklayan, düşüncelerinizi güldüren, motivasyonunuzu tetikleyen ve bedeninizi rahatlatan güç. Şimdi yukarıda açıkladığım dört şartı hormonlar çerçevesinde yeniden ele alalım:
Sıradışı düşüncenin gizemini yakalayabilmeniz için, beyninizdeki dolu nöronlar, bu nöronların birbiri ile bağlantısı, bir nörona bağlı sinapsların sayıca çok olması ve bu sinaps bağlantılarındaki iletişimin hızlı olması gereklidir.
Bu dört unsur bir arada ise, Thomas Alva Edison’un ruhu, Leonardo Da Vinci’nin eli ve Louis Pasteor’un yüreği sizinle bütünleşmiş demektir. Bu bütünleşme, düşünce gücünün zirvesine çıkma durumudur. Yani bilgiye susamanız. Yani bilginin erdemi peşinde koşmanız. Sürekli yeni bilgiler öğrenmeniz. Life Long Learning -3L konseptine sahip çıkmanız. Kurumunuzla el ele verip, öğrenen bir organizasyon olmanız. Öğrenmenin önünde hiçbir engel tanımamanız. Bilgiyi en az lisedeki aşkınız kadar sevmeniz. Bilgiyi, “erotic learning” konseptine göre özümsemeniz. İçinizdeki bilgi ışığının sürekli yanması. Ve içinizdeki ışıkla evreni aydınlatmanız… Bütün bunlar, yani bal gibi bir bilgi küpü haline gelmeniz, hormonlarınızın sizi tetiklemesi ve bunları yapma sürecinizde motivasyonunuzu yüksek tutması ile ilgilidir.
Bunun tersi bir durumda ise, sizi bilgiyle barıştıracak hormonlar yeteri düzeyde salgılanmaz ve bilgiye karşı isteksiz, öğrenme sürecinde de keyifsiz bir süreç yaşarsınız, hem de sürekli.
Bilgilerinize her gün yeni bilgiler eklemiyorsanız, öğrendiğiniz her yeni bilgi için bin dolar versem, durum değişir miydi? Birden gözleriniz parladı değil mi? Öğrendiğiniz her kelime başına bin dolar vermem, yeteri kadar motive eder miydi sizi? Güzel. Sanırım anlaşacağız.
Kalem ile ilişkisi olduğunu düşündüğünüz, 20 kavram geldi aklınıza ve tıkandınız. –“Başka bulamıyorum.” dediniz. Ben de aklınıza gelen her yeni kavrama ilave bin dolar vereceğimi söylesem? Ya da Tarkan’la, Hülya Avşar’la bir akşam yemeği?.. Eminim, yine motive oldunuz. Yüzlerce yeni kavram bulmanız işten bile değil. Harika. Beyninizdeki reaktör çalışıyor.
Peki kalem deyince, kalemle alakası olmayan, yeni yeni, sıradışı absürd kavramlar bulun dediğimde, aklınıza hiçbir şey gelmiyorsa? Sıradışı bir şeyler bulabileceğinize inanmıyorsanız? Sıradışılığın gerekliliğine inanmıyorsanız? Beşiktaş-Galatasaray maçına bir bilet işi halleder miydi acaba?
Ya da şirket geleceği ile alakalı bir beyin fırtınasında, –“Tamam, yarına kadar bir düşünelim.” dediğiniz anda –“Hayır, benim fazla vaktim yok, 10 dakikada 10 yeni sıradışı kavram bulmalısınız.” dediğimde, sizi motive eden ne olabilirdi? Bir mercedes, ya da Boğaz’da bir yalı?
Düşünebilmek yolunda size destek ve köstek olan unsurlar vardır. Bunları açıklamaya çalışıyorum. Okullarda verdiğim kişisel gelişim seminerlerinde, kalem deyince, beyninin son nöronuna kadar, beyninin sapına kadar şartlandırılmış zavallı öğrenciler, maalesef, hep kalem çeşitleri sayıyorlar, bana. Forest Gump’ın karides çeşidi sayan asker arkadaşı gibi. Keçeli kalem, dolma kalem, kurşun kalem, renkli kalem, tükenmez kalem… İçlerinden biraz daha sıradışı düşünebilenler, su altında yazan kalem, yerçekimsiz ortamda yazabilen kalem filan diyor, ama sonuçta, sıradışılığı keşfedemiyorlar.
Halbuki, “şimdi”yi geleceğin sıradışı dünyasını kurabilmek için bir sıradışılık platformu olarak gösterebilen batı dünyası, kalemin yazı dışındaki kullanımlarını buluyor ve bizler bir dolarlık tahta kalemlerle uğraşırken, elin oğlu 10 bin dolarlık tercüme yapabilen, scannerlı kalemleri pazarlıyor. Ve bize de ağzımızdaki tahta kalemleri dişlemek kalıyor, sinirimizden!..
Unutmayın, kalem bilgisinin saklı olduğu nöronu, onun yazma bağlantısı dışında farklı farklı sinapslarla diğer beyin hücrelerine bağlayamazsanız, hayatınız hep sıradan bir şekilde kalacaktır. Kalem dendiğinde; silah kalem, mikrofon kalem, kamera kalem, cep telefonu kalem, scanner kalem, tercüme yapabilen kalem, deodorant kalem, astım spreyi kalem, diş fırçası kalem, rujlu kalem, para dedektörü kalem, pusula kalem, lamba kalem, derece kalem, saat kalem, radyo kalem, köpeksavar kalem, elektro şok kalem, anahtar kalem, ses kayıt cihazı kalem, casus kalem, kaşe kalem, ağız kokusu spreyli kalem, mp3 player kalem, parfüm kalem… Nasıl? Gördünüz mü? Düşününce oluyormuş, demek ki. Beyninde, içinde “kalem” kavramı yüklü o tek nöron’u, kalemle alakasız yüzlerce diğer farklı nöron’a bağlamaktan başka bir şey değil, bu muhteşemlik.
İnternetten yaptığım basit bir arama ile batı dünyasının beheri bin dolar üzerinde 97 sıradışı kalem keşfettiğini buldum. Yani ben “onlar ve biz” ezikliğinin borazanlığını yapmıyorum ama, durum da bütün çıplaklığı ile ortada.
Bütün bu örnekler, bize, -“Kalemi hiç bu şekilde düşünmemiştim…” dedirtecek cinsten düşünceler olabilir ama, asıl sıradışılık, -“Pes valla, artık bu kadar da olmaz!..” cinsinden bir tepki oluşturabilecek bir düşüncedir. Biraz daha sıradışına taşalım mı? Yürüyen kalem, robot kalem, arkadaş kalem, öğretmen kalem. Terapist kalem, doktor kalem. Bir düşünsenize, şirket toplantılarının o en kasvetli anlarında, bıkkınlığınızı giderecek ve size sessizce masaj yapabilen bir kalem, ne kadar da hoş olurdu. Ya da işyerinde canınızın en sıkkın olduğu bir anda size terapi yapıp, sizinle konuşan bilge bir kaleme ne dersiniz? Fantezileri çılgınlaştırın, korkmayın, ısırmaz. Bunlar sadece düşünce. En çılgınını, en uçuğunu düşünün, hiçbir zararı yok. Nasıl olsa, en sonunda en uygun olanını, en faydalı olanını uygulayacaksınız. Ama biraz cesaret. Korkmayın, geliştirin beyninizdeki düşünceleri. Destekleyin sıradışılıkları. Canlandırın hayalleri. Zira, sıradanlaştıkça, hayatınızın durağanlaştığını göreceksiniz. Ama sıradışılıklar canlandıkça, hayallerinizin gerçek olduğuna şahit olacaksınız.
Büyük üstad Edison “Deha yüzde bir esinlenmeden, yüzde 99 ise terlemeden ibarettir.” der. Bunu bilen büyük insanlar, oturdukları yerden düşünmek yerine çalıştıkları yerden düşünürler. Sahip oldukları düşünce gücü, ellerinden gelen bedensel çabaları harcamalarını engellemez. Bilakis, düşünceli insanları sürekli bir çalışma içerisinde bulursunuz. Onlar, ellerinden gelen her şeyi canla başla yaptıktan sonra, düşündükleri şey bambaşka bir güç getirir meydana. Kendilerine “düşünüyorum, öyleyse varım” dedirtecek kadar kuvvetli ve kudretli bir gücü; yaşam gücünü. Ve bu sözü söyleyebilen Descartes gibi insanlar, “düşünüyorum öyleyse çalışmadan da var olabilirim” demezler asla. Var olmak için var güçleriyle çalışırlar.
Bilge insan Konfiçyüs de; -“Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek ise tehlikelidir.” der. Beyni ne ile dolduracağınızı ve doldurduğunuz o beyinle ne yapacağınızı da daha baştan çok iyi düşünmeniz gerekiyor. Ve herşeyden önemlisi sonunuzu düşünmeniz gerekiyor.
Eflatun, -“Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır.” der. Ruh kutsaldır. Yani ruhun konuşmasında kutsallık vardır. Çok kötü bir şey yapan birine, takıma ayak uydurmayan, takımı sırtlamayan birine ruhsuz deriz. Ya küresel dünyanın hızına ayak uyduramayanlara?
Gerçek bir düşünce için, olağanlığı, durağanlığı yenip, olağanüstü bir fikir ortaya koymak üzere düşünmek gerekiyor. Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir, demiş Walter Lipmann. Eskilerin “at gözlüğü takmayın” dedikleri durum yani.
Mozaikleri zenginlik, aykırılıkları yenilik, sıradışılıkları da üretkenlik olarak gördüğümüz yeni bir Türkiye diliyorum, yeni yılda.
Sıradışı bir Türkiye. 21. yüzyıl Türkiye’si. Unutmayın. Sıradışı çağın sıradışı ülkesi, sadece ve sadece insanlarının sıradışılıkları ile geleceğe akabilir.
Sıradışı mutlu yıllar hepinize.
Münir Arıkan
Düşünce Öğretmeni – NLP Trainer