MANİSA'NIN KURTULUŞU – ÇALBATUR'UN ANILARI – 6

Tümen kumandanımız hemen Manisa'ya geldi. İlk iş olarak alay, şehrin içi ve civarına dağılan düşman kuvvetlerinin toplanmasına, bir alay da acele yangınların söndürülmesine memur edildi.
Muvakkat hükümet bir subay idaresinde kuruldu. Düşmanın zulüm ve korkusundan dağlara kaçan halka, haberciler göndererek yuvalarına dönmeleri sağlandı. Manisa'nın kurtuluş ve işgali saatlerine ait hatıra defterime o gün kayıt ettiğim yazıları da bir ibret örneği ve Manisa kurtuluşu tarihine ait en hakiki, canlı vesika olarak aşağıya aynen geçiyorum:
“Hükümet dairesi önünde topladığımız yaralı kardeşlerimize icab eden yardımları yapmaya çalışıyoruz. (Vakdi-zuhurda) liva 150 nefere yakın perişan, ayakları kan içinde kalmış, kendisi ile muharebe edenlerden yakaladığı esirlerle geldi. Tümen kumandanı paşa da geldi. Ahali saklandıkları yerlerden ve bağlar arasından çıkarak istikbalimize koştular. Bu esirleri Zito Kemal Paşa diye bağırtttık. Hıncımızı alamıyorduk. Önümüzde son derece güzel olan Manisa, yangınlarla harab olmuş, her yeri yangın külleri kaplamıp birer harabe, ahali dağlardan yurtlarına dönüyorlar. Hepsi şehirde kadın, çocuk, erkek olarak bin 200 nüfus kesilmiş. Ahali elimizdeki bayraklara ağlayarak sarılıyor, öpüyorlar… Hükümet Konağı'nda devamlı emirler veren Tümen Kumandınının yakınında karargah kumadanı ile görüşüyordum.
Siyah çarşaflı çok ihtiyar bir hanım, 'Oğlum, ben Paşa'yı göreceğim. Beni Paşa'ya götürün.Yeminim var, O'nu göreceğim' diye Hükümet Konağı'nın merdiveni başında ve büyük bir heyecan içinde normal olmayan bağrışları ile yalvarıyordu… Çok sakin ve müşfik olan Mürsel Paşa salondan çıkarak ihtiyar kadının yanına geldi ve tatlı bir sesle hitap ettiği hanım ile aralarında şöyle bir konuşma oldu: – Ne istiyorsunuz valide hanım? – Evvela ver elini, sonra da ayağını öpeceğim. Ahdım vardır. Allah bu mübarek kurtuluş gününde hamd olsun bizleri kavuşurdu. Ahdımı yerine mutlaka getireceğim…
Paşa'nın bütün mani olmasına rağmen ihtiyar hanım zaptedilemeyen bir inat ve azim ile Paşa'nın hem elini, hem de ayağını öptü… Sonra hanımın gözyaşları; senelerin binbir kahrını ve Yunanlılar gibi çok hain ve alçak bir milletin istila, felaket ve facialarını çekmiş buruşmuş çizgiler dolu yüzünden akarken, titreyen ellerini koynuna sokarak, henüz kanları üstünde bir insan kulağı çıkardı.. Kızaran gözleri ve kabaran göğsünün ıslık çalan solukları ile; – Paşa bak… Senelerce bekledim ama, intikamımı aldım… Sonra birden değişen yüz çizgilerini bir hüzün ve ızdırap kapladı ve uluyan bir ağlama ile – Gencecik kızımın namusuna zorla taaruz ettiler, sonra… sonra hem öldürdüler, hem de kulaklarını keserek küpelerini aldılar… Ben de şimdi öldürdüm, kulak kestim ama; O yok. Kızım yok. Boğucu hıçkırıklar içinde elimdeki kanlı kulak..yangın… yanmış insan etleri kokan ateşler… boğucu siyah yangı dumanları arasından, kara bir hayalet gibi kan pıhtıları ile vıcıklaşmış toprakları çiğneyerek süzüldü. Hıçkırıklar içinde, silindi ve kayıp oldu… Merhametli, Müşfik Paşa'nın sapsarı olmuş yüzüne yuvarlanan gözyaşlarını, taş kesilmiş, kaskatı varlığının derin ızdırabı içinde izledim.
Tümenimiz o gün akşama kadar Manisa'da kaldı. Kolordu Kumandanı Fahrettin Paşa da (Orgeneral Fahrettin Altay) geldi. Ertesi gün 9 Eylül 1922 günü İzmir'e girme emrini Tümene verdi. Bütün kumandanlar, subaylar, astsubaylar, muharebe ve kurtarma heyecanlarını unutmuşlar, çılgınca, sevinç içinde, bir an evvel İzmir'e hareket saatini bekliyorlardı.
Üç buçuk sene vahşi Yunan sürülerinin bin azap ve felaketzede halkı; siyah perdelerini yavaş yavaş indiren bu mutlu gecede, kahraman ordusuna ve onun getirdiği ay-yıldız şanlı sancağına kavuşmanın huzur ve sükunu içinde ilk defa yangınsız, ölümsüz, korkusuz ve endişesiz hür hayatının sevinçli ve mutlu saatlerni yaşadı. Mübarek Manisa kurtulmuştu.
Bu uğurda asil kanlarını büyük bir şecaat ve hakabetle seve seve akıtan aziz şehitlerimizin manevi huzurunda hürmetle el bağlar ve hepsine şefik ve rahim olan Ulu Tanrı'dan gani gani rahmetini ihsan buyurmasını niyaz ederim”
( BİTTİ )