Eğitimde Yeni Yönelişler ve Bilgi Çağı

Hüseyin DEMİRTAŞ
Frankurten Str. 17 D-61231 Bad Nauheim ALMANYA

İnsanlık ve onun ürettiği bilim, teknoloji dur durak bilmiyor. Her şey baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Günümüze gelinceye kadar insanlık değişik tarihî süreçler yaşadı. Önce ünlü İngiliz Fütürist (Gelecek bilimci) Alvin Toffler’in sınıflandırması ile “Tarım Toplumu” aşamasında iken 1800’lü yıllarda Sanayi devrimi ile birlikte “Sanayi Toplumu”na geçti. Daha sonra 1960’li yıllarda, insanlığın bu aşamayı geride bıraktığı varsayılarak -ki bu sınıflandırma Batı toplumları baz alınarak yapılmıştır- yine Toffler’in adlandırması ile “Üçüncü dalga” geldi. Bu dalga; “Bilgi Çağı ve Bilgi Toplumu”dur. Gelinen bu en son aşamada insanın en büyük ve en önemli sermayesi “bilgi”dir. Bilginin insana kazandırdığı artı değer ve saygınlık çok artmıştır. Örneğin akşama kadar odun kıran bir işçi çok fazla emek sarf ettiği hâlde bilgisayar başında oturan bir teknisyenin ancak bir saatte kazandığı kadar bir ücret elde edebilmektedir.
Bilginin kazanılmasında en önemli yeri kuşkusuz okul işgal eder. Okul da toplumsal bir kurum olduğundan yeni oluşumlardan, değişimlerden hem etkilenir hem de kişileri ve diğer toplumsal kurumları etkiler. Yani, okul toplum ve kültür değişiminin önemli bir aracıdır; âdeta motor gücüdür.
İşte, dünya toplumlarının geldiği bilgi çağı sürecinde eğitimin, okulun ve öğretmenin rolü ve işlevi çağ değişimiyle birlikte değişmiştir. Bu yazıda, eğitim denilen süreçte öğretmenin işlevinden ve öğrencinin çağ değişiminden dolayı hangi durumlara hazırlıklı olması gerektiğinden söz edilecektir.
Her şeyden önce ülkemizde “eli sopalı öğretmen” imajı yıkılmış, bu dönem kapanmıştır. Eğitimde sevgi ögesi ön plâna çıkmıştır. Sevgiden yoksun bir eğitim sisteminin çarkından geçen bireylerin sağlıklı bir şekilde topluma kazandırılmalarının mümkün olmadığı büyük ölçüde anlaşılmıştır. Bunun yanında, çağımızda öğretmen, öğrencinin beynine sürekli “bilgi pompalayıcısı” olma konumundan çıkmıştır. Neden? Çünkü öğrenci bilgi hamalı değildir. Dikkat edilirse son yıllarda okullarda okutulan derslerin müfredat programları değiştirilmiş, kitaplar lüzumsuz bilgilerden arındırılmıştır. Değişikliğin nedeni, öğrenciyi bilgi hamalı olmaktan kurtarmak ve aşağıda ana hatlarını vereceğimiz yeni gerçekliklere hazırlamaktır. Eğitimde az da olsa çağın dinamikleri kavranmıştır da ondan…
Bilimin geldiği şu noktada öğrenilecek bilgi o kadar çoktur ki, bunları öğrenmek neredeyse beş-on asırlık bir ömür ister. Örnekleyecek olursak: Dünyadaki mevcut bilgi birikimi her beş yılda bir; ikiye, üçe hatta beşe katlanmaktadır. Bu demektir ki, örneğin bugün mikrop ve çeşitleri hakkında elimizdeki veriler on ise beş yıl sonra yirmi, otuz olmaktadır. Öyleyse, bu devasa bilgileri kimse hıfz etmeye mecbur değildir. Kaldı ki ezbercilik bir medrese geleneğidir ve aşılmıştır. Evet, kimse her yeni bilgiyi ezberlemek zorunda değildir; ama bunları bir yerde de takip etmek zorundadır. İşte, öğretmenin görevi burada başlar. Öğretmen sınıfta bilgileri durmadan öğrenciye enjekte etmekten çok, bu bilgilere ve veri kaynaklarına ulaşmanın yollarını öğrenciye gösterecektir. Bir anlamda öğretmenin görevi koordinatörlük, öğrenciye rehberlik etmek olacaktır.
Öğretmen derste sadece, kendi bildiklerini anlatmakla, aktarmakla yetinirse; öğrencinin ufku, anlayış, kavrayış düzeyi öğretmeninkiyle sınırlanmış olur. Öğretmene endeksli bir öğrenme olur bu… Ama öğretmen konunun, problemin ana çizgilerini verirse; bilgilerin ayrıntılarına ulaşmanın yöntem ve tekniklerini anlatırsa, yapılan eğitim daha kaliteli ve verimli olur. Sorunun derinliklerine inmek, analiz, sentez ve değerlendirmesini yapmak böylelikle mümkün olabilir. Hem de öğrenci, araştırıcı bir kişilik geliştirmiş olur. Bu bağlamda şöyle bir soru sorulabilir: “Öğretmenin rehberlik yapması, öğrencinin de araştırmaya istekli olması sorunu tek başına çözer mi?” Elbette çözmez. Başta öğretmenin eğitimdeki bu yeni anlayışa uygun bir donanıma, eğitim-öğretim alt yapısına sahip olması lâzımdır. Öğretmen eğitimi bu yeni anlayışa göre yeniden düzenlenmelidir. Öğrencinin de yeni sisteme yeterince entegre olabilmesi için bilgi bankalarına, kapsamlı kütüphanelere ve verimli çalışabilen internet aracılığıyla birbirine bağlanmış bilgisayar ağlarına ihtiyacı vardır. Bu alt yapıyı hazırlayacak olan başta Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıklarına, sonra da eğitim iş kolunda faaliyet gösteren özel eğitim kurum ve kuruluşlarına, büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Adı geçen organizasyonların bu ağır yük ve görevlerin altından kalkabilmesi için bütçeden yeterli araştırma ve geliştirme ödeneği ayrılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bugün eğitim için gayrisafi millî hasıladan (GSMH) ayrılan ödenek çok komiktir ve aynı zamanda Bilgi Çağı’nı yakalamak isteyen hatta zorunda olan ve AB’ye adaylık sürecinde olan bir ülke için çok yetersizdir.
Görüldüğü gibi bilgi toplumunda eğitimin istenen düzeye gelebilmesi bir sorunlar yumağıdır. Radikal adım ve atılımlar ister. Ülkemizin açmazı da zaten buradadır. Gerçek anlamda Bilgi Çağı’na ulaşmak ve bu çağın hizmetlerinden, nimetlerinden yaygın ve istenilir bir düzeyde yararlanmak pek öyle kolay görünmemektedir. Hatta ülkemizin teoride ulaşması gereken “Sanayi Toplumu” aşamasını tamamladığı bile tartışma götürür bir konudur. Daha acısı Türkiye’nin daha “Tarım Toplumu”ndan “Sanayi Toplumu”na geçemediği, köylülüğü bile aşamadığı ileri sürülüyor. Ama her ne olursa olsun, bütün göstergeler olumsuz gibi görülse de, Türkiye, eğitimde “Bilgi Çağı”nın hedeflerini öncelikli olarak yakalamak zorundadır. Çünkü, dünyadaki serbest piyasa ekonomisi koşullarında rekabete ayak uydurmak, ancak, çağın bilgi ve becerileriyle donanmış iyi yetişmiş kalifiye insan gücüyle mümkündür. Ayrıca eğitiminin düzey ve kalitesini, çağın standartlarına eklemleyemeyen bir toplum, ne ekonomisini düzlüğe çıkarabilir, ne uluslar arası pazarlarda rekabete dayanabilir, ne de demokrasisine bir randıman kazandırabilir. Çağı geriden takip etmek bir yerde değişmez kaderi olur ülkenin.
Türkiye’nin önündeki çözülmez gibi görünen sorunlar, açmazlar, eğitim kavramı ve onun çağrıştırdığı her realiteyi tam anlamıyla sahiplenilince, istekli olununca çözülür. İşte o zaman “Bilgi Toplumu”nun bütün süreçleri, gereklilikleri tamamlanır. Çağ yakalanır kısaca… Ayrıca toplumumuz dünya toplumlarının yöneleceği yeni dalgalara, yeni şok ve oluşumlara kendini daha kolay hazırlar. “Bilgi Toplumu” ve “Sanayi Toplumu” örneğinde olduğu gibi bu yeni dönüşümlere, zihniyet ve çağ değişimlerine hazırlıksız yakalanmaz!..
Bilginin kazanılmasında en önemli yeri kuşkusuz okul işgal eder. Okul da toplumsal bir kurum olduğundan yeni oluşumlardan, değişimlerden hem etkilenir, hem de kişileri ve diğer toplumsal kurumları etkiler. Yani okul, toplum ve kültür değişiminin önemli bir aracıdır; adeta motor gücüdür.