Dünya Tarihi Yeniden Yazılmalı * Haydar Aksakal

29.07.2013 / 00:00

Tanrı, evreni tasarladığı ve bilinmeyi arzu ettiği andan itibaren evrenin tarihi başladı. O günden bugüne, bize göre milyarlarca yıl geçti. Evrende hiçbir şey kaybolmuyor, yıldızlar, galaksiler, kara delikler birbirinden uzaklaşıyor, yeni galaksilerden, paralel evrenlerin varlığından söz ediliyor ve her şey kontrol altında. İnsanoğlu, Güneş sisteminde, Dünya isimli bir yer kürede yaşam buldu. Tanrı katında bulunan 'Ana Kitap' da her türlü bilgi ve program kayıt altına alındı. Onun hakkında bilgimiz çok az, bize kutsal kitaplarda bildirildiği kadar.

İnsanın yaratılması ve dünyaya indirilmesiyle Dünya ve İnsanlık Tarihi başlamış oldu. Binlerce yıl, beslenmesini avcılıktan ve doğadan temin eden insan, daha sonra tarıma yöneldi, hayvanları evcilleştirmeye başladı. Dünyanın yönetimine talip oldu.

Tanrı, dünyada insana görevler yükledi ve onu serbest iradesiyle baş başa bıraktı. Çok zora düştüğü zaman ona yardım etti. İnsan, ilahi düzeni, evrenin en mükemmel varlığı olarak tasarlandığını ve yaratıldığını unuttu.

Yerleşik düzene geçildi. Kültür ve uygarlık, medeniyetlerin yolunu açtı. Dünyanın ilk kentlerinde, birbirinden güzel mimari yapılar, tiyatrolar, cimnasyumlar, görkemli tapınaklar ve anıtlar göz kamaştırdı. Denizlere açıldılar, komşularıyla ticaret yaptılar. Yaptıkları işleri tabletlere ve düşlerini gelecek nesillere duyurmak için kayalara çizdiler. Evrensel kültüre yaptıkları katkıyı çocuklarına aktardılar.

İnsanlar, hırslarının esiri oldu. Tanrısal yaratılışları, doğayla birlikte bozulmaya başladı. Doğa'da meydana gelen felaketler kentleri ve eserleri yok etti. Mutlu başlayan tarih, gözyaşı ile devam etti. Doğadaki dengelerin bozulmasıyla göçler başladı…

İnsanlar her şeye yeniden başladı, gittikleri yere kültürlerini de götürdüler. Tanrı, onlara bir tek dil ve her şeyin adını öğretmişti. Zaman içinde insanlar göç ettikleri coğrafyada gördükleri yeni şeylere, değişik isimler verdiler. Dil değişti ve kullanılmayan isimler unutuldu. Değişimle birlikte, insanın fiziksel yapısı, örfler, kültür ve dil de değişime uğradı. İnsan, değişimin içinde tarihiyle birlikte yok olmaya başladı…

2008 yılı Sedat Simavi Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü'nü alan Servet Somuncuoğlu, 2005 yılında tesadüfen gittikleri Saymalı Taş'ın Türk Tarihi için bir kırılma noktası olduğunu söylüyor:

“Kırgızistan'da Tanrı Dağları'nın kollarından Aladağlar üzerinde bulunan 'Saymalı Taş'a 11 bilim adamıyla birlikte gittik ve burada başka bir şey var düşüncesiyle 12 ayrı ülkede çalışma imkânı elde ettik. Saymalı Taş'ta 10.000 kaya üzerine yapılmış 100 bin resim var ve biz bunların 6.000 tanesini fotoğrafladık.” *

“Ders kitaplarından gördüğümüz kadarıyla bizim tarihimiz Orhun Anıtlarıyla başlar. Oysaki Orhun Anıtları Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Asla Türk tarihinin ön sözü değildir.”*

Tanrı, kutsal kitabında insanların geçmişten ders almaları için dünyayı gezip görmelerini söylemektedir. Eski çağ kültüründe bilinen 5 büyük kültür vardır: Çin, Hint, Mısır; Yunan ve Mezopotamya. Oysa Türk kültürü, eski çağ kültürleri içinde önemli bir yere sahiptir.

Türkler, kültürlerinden ödün vermeden, asimile olmadan, Türkçe konuşarak bugünlere gelmişlerdir.

“Türkler kendine ait alfabesi olan entelektüel milletlerden biridir. Dünya evrensel kültürüne, insanlık kültürüne olağanüstü katkıları vardır. Bu sadece Saymalı Taş'la sınırlı değildir.”*

Ankara'da Güdül Salihler Köyü'nde yapılan araştırmalarda, 8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı (kurgan) ve 50 çıvarında yazıt tespit edildi. Türklerin Anadolu'daki 5.000 yıllık tarihi belgelendi. Kayaların üzerinde insan figürleri, süvariler, at üzerinde avlanma ve hükümdarlık alametleri yer alıyor. O tarihte Anadolu'da yaşamış insanların yaşayış biçimleri, inançları ve kendileriyle ilgili bir takım gerçekleri sergiliyor. Bunların benzer örnekleri Asya'da Tuva'da, Yakutistan ve Sibirya'da görülmektedir.

Ankara Güdül Salihler Köyü kırsalında bulunan kaya resimlerinde tespit edilen runik yazılı belgeler Türklerin Anadolu'da çok eskiden beri var olduğunun kanıtıdır. Yazıtlar Türklerin, 1071'den çok daha önceleri Anadolu'ya yerleşmiş olduklarının işaretidir.

Türklerin eski çağlardan beri Anadolu'ya göçler vasıtasıyla gelip gittikleri ve yerleştikleri tespit edildi. Türkiye ve Orta Asya'da, arkeologlar tarafından on binlerce yıl önceye ait uygarlıkların izi keşfedilmektedir. Anadolu'daki Türk tarihinin yeniden yazılması gerektiği söylenmektedir.

“Sonuçta Türklerin M.Ö 3000 yıllarından beri Anadolu'da olduğunu ispatladık. Böylece mevcut paradigmayı yıkmış olduk. Yurtdışında çalışmalarım Türkiye'de olduğundan da fazla ilgi görüyor. Japonya'dan Almanya'ya kadar tüm ülkelerin bu işlerle uğraşanları tarafından çalışmalarım ve ben yakından takip ediliyoruz. Batılı arkeologların Yunan veya Frig olarak tabir ettiği alanı Türk olarak belirledik. Burayı iyice inceleyebilmek için çalışmalarımı 3 yıl gizledim. Bozkırın kucağında duruyordu bu resimler. Sonuçta Türklerin M.Ö 3000 yıllarından beri orada olduğunu belgeledik.”*

Türk tarihinin Türk bilim adamları tarafından yeniden yazılması gerekir. Tarihin hiç bir döneminde Türkler etnik bir kavim olmamış, MÖ 5.000'lerde imparatorluklar kurmuştur.

Batı 1774'den beri Türkleri, uygarlık ve medeniyet tarihinin dışına itmek için çeşitli stratejiler uygulamaktadır. Asya'daki Büyük Türk tarihini MÖ 220'de Hun İmparatorluğu ile başlatıp, Atalarımızın Anadolu'ya ilk defa 1071'de geldiklerini ileri sürmektedir. Bu yapay Türk tarihi, batının kendi çıkarları için kaleme aldığı bir tarihtir. Dünya tarihi de bu şekilde düzenlenmiştir. Bu tarihe ilk başkaldıran bilge insan Atatürk'tür.

Atatürk, 1930 yılında 2000'den fazla kitabı inceledi. Orta Asya'da, Türklerin bir Anayurdu olduğunu ortaya çıkardı. Anadolu'nun 5.000-7.000 yıldan beri bir Türk yurdu olduğunu söylemiştir.

Araştırmacı yazar Kazım Mirşan bu konuda önemli araştırmalar yaptı. Emperyalist tarihe baş kaldırdı, hayatının büyük bir kısmını Ön Türk Tarihi ile ilgili araştırmalara adadı.

“Bugün 1970'den beri, maalesef 40 yıllık bir gecikmeyle de olsa Damgaların Göçü belgeseli tek bir belgeselle kimliğimize, kültürümüze, tarihimize dönüş ve her şeyin üstünde batı merkezli tarihe başkaldırmış olan akademisyenlerimizi alkışlarla tebrik ediyor, bu yolda yani Atatürk'ün yolunda aynı azim ve şuurla yürümelerini diliyorum. Bu belgesel çalışmaları ile Önce Taştaki Türkler adıyla yayınlanan kitabında sunduğu belgeler için sonra da Çin'den, İzmir'e kadar çekilen bir çizginin altında ve üstünde kalan tüm ülkelerde gereğinde 3.000 metre yükseklikteki tepelerde kar tipisi altında yatmaktan çekinmeyen, atla yürüyerek, uçurumları dolanarak, 4 yıl içinde 150 bin kilometre yol yapan Servet Somuncuoğlu'nun adının, Türk Kültür tarihine altın harflerle yazılması gerektiğine inanıyorum. O yalnız başına bu çok geniş sahaya yayılmış olan atalarımızın bıraktığı, kaya resimleri, damgaları ve yazıları toparlamış ve Batılının bu Ön-Ata eserlerine sahip olma çabalarına engel olmuştur. Ve de, Atatürk'ün ölümünden sonra bir türlü Türk kültürünü ortaya çıkaramamış olan Türk Tarih Kurumu'nun 1938'den beri yapamadığını 4 yıl içinde başarmıştır.”*

Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın diyor ki: “Ankara ilimize bağlı Güdül ilçesi yakınlarında kaya resimlerinin bulunduğu bu alanda ilk gördüğümüz şey, burada yer alan kaya resimlerinin Sibirya'dan başlayıp Türkistan'a oradan Kafkasya'ya kadar uzanan geniş alandaki bir geleneğin yansıtılmış olmasıdır. “İkinci önemli kanıt, çeşitli Türk damgalarının bu kaya resimlerinin arasında yer alması. Örneğin Kayı Boyu'nun damgasını, Kınık Boyu'nun damgasını, Avşar Boyu'nun damgasını, Yüreğir Boyu'nun damgasını burada görüyoruz. Bu damgalar Kâşgarlı Mahmud'un Divanu Lügati't-Türk'ünde bizlere tanıttığı 22 Oğuz boyundan 21'inin damgasıyla çok büyük benzerlikler gösteriyor.”*

Denizli Doğa Sevenler Derneği (DOSEV) Başkanı Ümit Şıracı, Bozkurt ilçesine bağlı İnceler beldesine yaptıkları bir doğa gezisinde bir kayanın üzerinde ilginç işaretler gördüklerini, fotoğraflarını çekerek araştırmacılara incelettiklerini ifade etti.

Yazıyı inceleyen tarih araştırmacısı Kürşad Baytok'a göre Göktürkler'in izini taşıyan bu kayada, “Üç enenmiş at aldı” yazıyor. Baytok, “Ortaya çıkan bu önemli bulgu kesinleştiği takdirde Türklerin Anadolu'ya İslamiyet'ten önce geldiklerinin kanıtı olacak ve tarih yeniden yazılacak. Denizli'nin böylesine önemli bir tarihsel derinlikte öne çıkmış olması bu kentin tarihine ve doğasına yeni ufuklar açacak ve damgasını vuracak.” dedi. Kaynakça: www.habername.com (13.10.2012)

Kaynakça: (*) http://guneyturkistan.wordpress.com/2011/04/30/turk-damgalari-dunya-tarihi-yeniden-yazilacak/