Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Sona Gelirken * Kemal Kocabaş

Perşembe, 07 Ağustos 2014 08:47

Türkiye, 10 Ağustos 2014 Pazar günü halk oyu ile Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunu gerçekleştirecek. Bu seçimde herhangi bir aday %50'yi aşarsa seçimi kazanacak. Hiçbir aday bu barajı aşamazsa 24 Ağustos 2014 Pazar günü seçimin ikinci turu yapılacak. Birinci turda en yüksek oyu alan iki aday bu turda yarışacak ve en çok oyu alan aday Cumhurbaşkanı olacak. Seçim sürecinin teorik yasal özeti bu…

Birinci tur seçime dört gün kala bu sabah Özdere'de her sabah gazete-ekmek aldığım markete gittim. Her gün “günaydın” dediğim market çalışanı genç delikanlı yanıma geldi. “Hocam, bu seçimde ne yapacağımı hala kestiremedim. Siz ne düşünüyorsunuz?” dedi. Delikanlı samimiydi. Ona “Kimin cumhurbaşkanı olmasını istemiyorsan ona göre tercihini yap, otoriter bir Türkiye mi? daha demokratik bir Türkiye mi? Bu sorunun yanıtına göre kararını ver, seçilecek Cumhurbaşkanının tüm yurttaşların Cumhurbaşkanı olmasını ve ülkede barış kültürünün egemen olmasını istiyorsan ona göre kararı ver” dedim. Seçimlerdeki tercihin ana gerekçeleri bu olmalıydı. Delikanlı sıcak ve dostça bir tebessüm ile teşekkür etti. Markette çalışan, soru soran delikanlı gibi toplumun değişik kesimlerinde kafa karışıklığı yaşayan pek çok yurttaşımız var. Seçime 3-4 gün kala kafalarımız artık netleşmeli, seçim süreçleri ile ilgili yapılan hataları bu aşamada öne çıkarmanın da artık anlamı yok. Eleştirilerimizi daha sonraki tartışmalarda, arayışlara ertelemeliyiz. Yurttaşlık görevimiz seçime gitmek ve kimin Cumhurbaşkanı olmasını istemiyorsak ona göre oy vermek… Değil mi?

Geçen hafta Başbakan yardımcısı Bülent Arınç'ın kadınların kahkaha atmasına yönelik sözleri toplumun büyük bir kesiminde tepki aldı. Sosyal medya bir haftadır kadının özgürlüğü ve kadın haklarını konuşuyor. Pazar günü Birgün gazetesi Pazar ekinde Dr. Yankı Yazman “Şenlik sevmezlik ve neşe düşmanlığı özgürlük karşıtlığının doğal bir parçasıdır.” yorumuyla kadın kahkahası ve özgürlük penceresinden muhafazakarların özgürlük karşıtı dünyasına işaret ediyordu. Yine aynı gazetede Feride Cihan Göktan ülkede son yıllarda artan kadın cinayetleri ve muhafazakar ortam arasındaki ilişkiyi irdeleyerek “Ne yazık ki gülmeyen, gülümsemeyen kadınların ülkesi burası. Gülmenin kahkahanın olmadığı bir yerde hayat da yoktur zaten.” kadının bir toplumdaki varlığının anlamının altını çiziyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken birer genç kız, anne, eş, hala, teyze, yenge, nine olarak ülkemizin kadınları artık özgür bir duruş, tepki üretmelidirler. Kadınları eşitlikçi bir bakışla görmekten uzak, onları eve kapatan, sadece çocuk yapan, özgür birey olarak görmeyen, onların iç dünyalarındaki sevinçlerinin, coşkularının, heyecanlarının karşılığı olan “kahkahalarını” yok etmek, bastırmak isteyen anlayışları sandıklara gömmek gerekiyor. Kadınların özgür olmadığı, kendilerini ifade edemediği, eğitim-sağlık hakkından yararlanamadığı bir ülkede demokrasinin varlığından söz edilebilir mi?

Cumhurbaşkanlığı seçimine çok az kala yurttaşlarımızın oy kullanırken dikkat edeceği çok önemli bir konu eğitimin bu iktidar tarafından “dinselleştirildiği” gerçeğidir. Dinin tümüyle araçsallaştırıldığı, toplum mühendisliğinin bir argümanı haline geldiği bir başka dönem olmamıştır. Son PISA-2012 sonuçlarına göre Türkiye'de öğrencilerin yarısı OECD ülkelerinden 1.5 öğretim yılı geride ve 65 ülke arasında matematikte 44, fen bilgisinde 43. sırada. Durum vahim… Durumu iyileştirmek için ne yapılmalı? Öğrencilere akıl ve bilimle buluşturacak, neden, niçin, nasıl sorularını sorduracak, analitik düşünce becerilerini geliştirecek, daha çok laboratuarlı uygulamalı bir eğitim sistemini tartışarak uygulamak… Peki Türkiye ne yapıyor? Sayın Başbakanın oğlunun da değerli (!) katkılarıyla İmam Hatip Liseleri ve öğrenci kontenjanlarının sayısı arttırılıyor. Genel liseler kapatılarak öğrenciler imam hatip liselerine yönlendiriliyor. Fen ve sosyal bilimler liseleri kontenjanları 33 bin 960 iken, imam hatip liselerinin kontenjanı 201 bin 832. Liselerin toplam kontenjanı 1 milyon 349 bin 561. Sonuç liseye giren 100 öğrenciden 15'i İmam Hatipli olacak. Öngörü bu.

Rakamlara bakalım. 2002 yılında İmam Hatip Lise sayısı 450 ve öğrenci sayısı ise 71 bin. 2014-2015 öğretim yılında okul sayısı 940, öğrenci sayısı ise 699 bin. Okul sayısı iki kat artarken öğrenci sayısı 10 kat artmış. İmam hatip ortaokulu sayısı 2012-2013 öğretim yılında 1099 ve öğrenci sayısı 94 bin 467 iken, 2013-2014 öğretim yılında okul sayısı 1361 ve öğrenci sayısı 240 bin 15 olmuş. Velilerin talebi yalanıyla siyasal iktidar ülkenin çocuklarını akıl ve bilimden hızlıca uzaklaştırıp, tek tip insan modeli üretme çabasında ve dayatmasında… Ülke bu eğitim politikalarıyla en niteliksiz eğitiminin verildiği bir dünyaya hızlıca yol almaktadır. Zira dinsel eğitimle nitelikli eğitime ulaşılmaz. Eğitim öğrenciye soru sordurmuyorsa, aklını kullanma ve sorgulama becerisi geliştiremiyorsa işlevini tümüyle kaybeder. Bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şu soruyu da sormamız gerek Milli Eğitim Bakanlığı eğitim politikalarının geliştirilmesinde Bilal Erdoğan'ın ne işi var? İşi varsa ODTÜ'de öğretim üyeliği yapmış olan Prof. Dr. Nabi Avcı'nın bakanlıkta ne işi vardır? İstifa etmesi gerekmiyor mu?

Tüm bu sorularla devlet yönetiminin çivisinin çıktığını, ahlaki ve yönetsel bir bozulmanın–çürümenin hayatımızı teslim aldığını apaçık görüyoruz. Dur demenin ancak tek yolu var. O da seçim… 10 Ağustos 2014 Pazar günü yapılacak seçimin böyle bir anlamı var. Ne dersiniz? Oy verirken biraz düşünelim mi?