BERLİN'DE DÖRT GÜN * Ülgen Zeki Ok

08 Aralık 2012, 20:12
Geçtiğimiz hafta eşim ve dostlarla birlikte 'barış' konulu bir foruma katılmak üzere Berlin'deydik. Almanya'nın diğer bazı kentlerini görmüştüm ama Berlin'in daha farklı ve görülmeye değer olduğunu duymuştum, birçok dosttan…
Haklılarmış; Berlin, dünya üzerinde görülmesi gereken kentlerden biri… Organizasyonu yapan Vispotravel ve sevgili Emre Gezgin ile bizleri bilgilendiren ve en güzel yemeklerle doyuran sevgili Nedim Atilla'ya tekrar teşekkürler…
Berlin'de en çok ilgimi çeken yer Reichstag Parlamento Binası oldu. Önceden pasaport bilgilerimizi vererek grup olarak ziyaret ettiğimiz binanın cam kubbesi müthiş bir mimarlık tasarımı… Ortada açıları değişebilen aynalardan oluşmuş eğri bir sütunun etrafında hafif eğimli bir çıkış ve iniş platformu yer alıyor. Yapının asıl ilgi çekici yanı kubbenin tabanının camdan yapılmış olması ve bu sayede aşağıda çalışan parlamentonun yukarıdaki ziyaretçiler tarafından izlenebilmesi; simgesel anlamı ise parlamentonun şeffaflığı…
Almanya'da milletvekillerine tahsis edilmiş özel araç olmadığı gibi milletvekillerinin kendi özel araçlarıyla gelip parlamento binasına park etmelerine de izin verilmiyor. Sadece bakanlara değerleri belli bir fiyatı aşmayan araç tahsisi ve parlamento binası önünde park etme hakkı var.
Berlin'in yanı başındaki Potsdam'ın Hollanda Mahallesi'nde bir kadın bakanın AIDS konusunda farkındalık yaratmak ve para toplamak için kırmızı kurdele dağıttığını görünce şaşkınlığım ve efkarım arttı. Bu şirin kentte yer alan ve Saint Petersburg'daki sarayları andıran muhteşem Sans Souci (Tasasız) Sarayı'nın kapısında eski saray giysilerine bürünmüş kemancının Mozart'ın Türk Marşı'nı çalması ve güneşin de kendini biraz göstermesiyle dağıldı efkarım…
Bergama Müzesi'ni gezerken ise yeniden burkuldu içim… Bu güzelim kültür varlıklarının değerini bilmeyenlere, küçük çıkarlar uğruna kaçırılmalarına göz yumanlara, babalarının mallarıymış gibi hediye edenlere içerledim. Umarım bu güzellikler bir gün yine ait oldukları yerlere dönerler.
Yıllardır bir beklentim vardı; birileri evlendi veya birilerinin çocuğunun pipisi kesildi diye, gece yarısı “daaat daaat da da daaat” diye korna çalarak arabalarla dolaşma geleneğinden bir gün vazgeçilir diye… Aynı tablonun Berlin'de sürdüğünü gördükten sonra, bu beklentim artık yok!
Nedim Atilla'yla birlikte yolculuğun en güzel yanlarından biri de lezzetli ve yöresel yemeklerin tadına bakma şansını yakalamak… Ünlü Ka De We'de içtiğimiz 'bouille boisse' denen balık çorbası denenmesi gereken tatlardan… Türklerin işlettiği Mola adlı İtalyan restoranı güzeldi; Berlin'in en tanınmış mekanlarından Adnan'daki yemek, meze ve içkilerse muhteşemdi… İşler yoğunlaşınca Adnan Bey'in önlüğünü giyerek, mutfağa yardım etmesi ise başarıya nasıl ulaştığının göstergesiydi…
Brandenburg Kapısı, Charlie Check Point, Berlin Duvarı kalıntıları, Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Yıkık Kilise), Siegessaule (Zafer Sütunu), caz barları ve tekne turu derken günler geçiverdi. Berlin Filarmoni Orkestrası ve soykırımın acılarını yansıtan Yahudi Müzesi için zaman kalmadı. Berlin'i günlerin uzun ve havanın daha sıcak olduğu mayıs veya haziranda bir kez daha sindire sindire gezmek isterim.
Haftanın Sözü: “Dünya bir kitaptır. Seyahat etmeyen kişi sadece bir sayfasını okumuş olur.” Augustine