Ben Elmayı Seviyorum Diye

Doğayı ilk kez bu kadar yakından ve süreli izledim. Doğadaki o büyülü değişimi sürekli, koklamak, dokunmak, seyretmek, tatmak, dinlemek, izlemek ne heyecanlı. Rüzgârın elma ağacının yapraklarını okşarkenki sesine hayalleri, düşünceleri bırakmak…
Doğanın reklâma ihtiyacı yok; çünkü kıymetli malı olan bağırmaz. Kuyumcu bağırmaz; eskici bağırır antikacı bağırmaz. Kıymetli olanlar ve kıymeti bilenler bağırmaz. Bağırırken düşünemez, bağıran. Bağıranlar, düşünemeyenler hep kavga içindedir. Kavga edenler üretemez, üretemeyince paylaşamaz, paylaşamayınca yalnızlaşır.
Doğa kavga etmez, cömerttir, bir çekirdek verene bin bostan verir; bu yüzden sadık yârimizdir asırlardan beri. Cömertçe ürettiklerini paylaşır
Kuşlar sunduğu özgün müziklerden, elma verdiği lezzetli meyvelerinden ötürü hiçbir beklenti içinde değildir. Kendisine özen gösteren herkese meyve verir. Etiketlemez onları, gruplandırmaz insanları, güzeller çirkinler, iyiler kötüler, Doğulular Batılılar, sırtı açıklar kapalılar, şişmanlar zayıflar, arabası olanlar olmayanlar hepsi aynıdır, ayırmaz diğerinden
Düşündüğünü düşünen, düşündüğünün farkında olan doğaya zevki için zarar veren tek canlı insan. Siz elmaların diğer elmayı yok etmek için, kendi lezzetinin aynısı taşıması için başka elmaya dayattığını savaş açtığını, onu kıskandığını gördünüz mü? İçebileceğinden fazla suyu saklamaya çalışan, komşu ağaçtaki serçenin içtiği suya da göz koyan, bu yüzden onun bacaklarını kıran, aynı ağacın diğer dalındaki serçenin gözünü oyan serçe(ler) gördünüz mü?
Bir nar ağacının kayısı ağacını sırtından vurduğuna tanık oldunuz mu hiç? Ben de olmadım.
İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır diyor bir Kızılderili atasözü. Kızılderili denilince o hafızalardan silinmeyen doğayı kucaklayan meşhur mektubu anımsayalım bir kez daha
Bu mektup, “Duwarmish” Kızılderililerinin reisi SEATTLE tarafından “Washington'daki büyük başkan”a yani 1853–1857 seneleri arasındaki Amerikan Cumhurbaşkanı Franklin Pierce'ye ithafen yazılmıştır.
Yale, Sorbon, Oxford ya da bir başka okuldan mezun olan ünlü bir düşünürün sözleri değil bunlar. Nobel ödülü kazanan bir edebiyatçının da değil. Beyaz adamın “kafa derisi avcıları”, “vahşi”, “barbar” ilan ettiği Kızılderililerin şefi Seattle'nin beyaz başkan'a mektubu:

“Washington’daki büyük başkan bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildiren bir mektup yollamış. Dostluktan söz etmiş büyük başkan… Ama biz sizin, dostluğumuza, ihtiyacınız olmadığını biliriz.
Gökyüzünü nasıl satın alabilirsiniz?
Ya da satabilirsiniz?
Ya toprakların sıcaklığını?
Ağzımdan çıkan sözler yıldızlara benzer, büyük başkan, hiç sönmezler. Bu yüzden söyleyeceklerime güveniniz.
Havanın taze kokusuna
Suyun pırıltısına
Sahip olmayan biri onu nasıl satabilir?
Kutsaldır bu topraklar benim için ve ulusum için…
Yağmur sonrası ışıltılı her çam yaprağı
Denizi kucaklayan kumsallar
Karanlık ormanların koynundaki sis
Şakıyan böcekler…
Ve bilin ki: Kızılderili adamın anıları
Ağaçların özsuyunda saklıdır.
Toprak bizim anamızdır.
Washington’daki büyük başkan bizden topraklarımızı istediği zaman bütün bunları istemektedir. Büyük başkan bizim babamız biz de onun çocuklan olacakmışız.
Büyük ruh ulusumuzu sever fakat nedendir bilinmez Kızılderili çocuklarını terk etti. Şimdi size makineler yolluyor ve çok yakında beklenmedik yağmurlar sonrası yataklarımıza taşan ırmaklar örneği beyaz adam bu toprakların her karışını dolduracak. Bizler yetim kaldık.
Çünkü başka ırklardanız. Çünkü ihtiyarlarımız farklı öyküler anlatırlar.
Bilesiniz ki…
Derelerin ve ırmakların içinden geçen sular
Sadece su değildir.
Atalarımızın kanıdır o.
Babalarının mezarını geride bırakır beyaz adam
Toprağı çocuklarından çalar.
Açlığın, dünyayı saracak beyaz adam
Ve ardından koskoca bir çöl bırakacaksın.
Sabahın sisi dağların karnından doğan güneşi görür.
Ve kaçar.
Demir at (lokomotif)
Öldürüp çürümeye bıraktığınız,
Binlerce buffalo'dan nasıl kıymetli olabilir?
Nasıl? Anlayamıyorum.
Hayvanlar insanları bıraksa,
İnsanlar ruhlarının yalnızlığından ölmez mi?
Hayvanların başına gelen, insanın da başına gelecektir.
Toprağın başına gelen, oğullarının da başına gelecek…
Çocuklarımıza bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretin. Toprak bizim anamızdır. Ve toprağa tükürülmez. Toprak insana değil, insan toprağa aittir. İnsan hayat dokusunun içindeki bir liftir sadece…
Beyaz adam neyi satın almak istiyor?
Gökyüzü ve toprakların sıcaklığını mı?
Koşan antilopların çabukluğunu mu?
Biz size bunları nasıl satabiliriz?
Ve siz nasıl satın alabilirsiniz?
Bir kâğıt parçasını imzaladığımız ve beyaz adama verdiğimiz için her şeyi yapabileceğini mi zanneder beyaz adam? Havanın tazeliğine ve suyun pırıltısına sahip değilsek, bunu nasıl satabiliriz size? Son buffalo da öldüğünde onları tekrar nasıl satın alabilirsiniz?
Beyaz adam geçici bir iktidardadır ve o kendini her şey zannetmektedir.
Bir insan annesine sahip olabilir mi?
Günlerimizin kalan kısımlarını nerede geçireceğimiz önemli değil. Çocuklarımız babalarını gururları kırılmış gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiler sonrası kendilerini içkiye ve yemeye verdiler. Bu yolla vücutlarını uyuşturuyorlar. Birkaç kış ömrümüzün kaldığı bu topraklarda yakında matemimizi tutacak bir tek kişi bile kalmayacak. Ama niye ağlayayım? İnsanlar denizdeki dalgalar gibi gelip geçerler. Biz gidiyoruz, ama beyaz adamın da bir gün keşfedeceği şeyi bugünden biliyoruz. Hepimiz aynı büyük ruhtan geliyoruz. Beyazlar da bir gün bu topraklardan gidecektir. Belki de bütün ırklardan daha çabuk. Yataklarınızı zehirlemeye devam edin. Ve bir gün kendi çöplerinizde boğulacaksınız. Bu kader bizim için şu anda bilinmezdir. Fakat biliyoruz ki, batışınızda her tarafa parlak bir ışık yayacaksınız.
Bütün buffalolar öldürüldükten, yaban atları ehlileştirildikten, ormanların en gizli köşelerine kadar dünya insan kokusu ile dolduğunda sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra… Bir bakacaksınız ki… Gökteki kartallar yok olmuş. Hızlı koşan taylara elveda demişsiniz. Bu ne demektir, biliyor musunuz? Bu yaşamın sonu ve sadece daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır…
Biz (kardeşlerininkinden ne kadar farklı olursa olsun) her insanın istediği gibi yaşamasını savunuruz. Eğer biz teklifinizi kabul edersek, bu sadece yeni topraklan güvence altına almak için olacaktır ve orada son günlerimizi rahat ve huzurlu geçirebiliriz belki…
Size bu topraklarımızı sattığımız zaman, siz de onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz, onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Ve onu bugün bulduğunuz gibi hatırlayınız. Bu topraklan ve üzerindeki canlıları çocuklarınız için koruyunuz. Çünkü bu dünya kutsaldır. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz, belki biz hepimiz kardeşiz, bunu zaman gösterecek.”
Ne kadar hüzünlü ve değerli bir mektup değil mi? Gökyüzünü kim satın alabilir ki…