Yaz Sonu Yaklaşırken… Kemal Kocabaş

Bir mevsimden diğerine geçiş süreci yaşıyoruz. Gündüzleri sıcak, akşamları daha serin. Yazlıkta akşamları büyük bir güzellikle yayılan melisa ve yasemin kokuları doğadaki bu dönüşümün habercileri. Doğanın kendine özgü dengesi, matematiği ve estetiği içinde yaz aylarından güze doğru evriliyoruz.

Bu değişim ve dönüşüm sürecinde bireysel yaşamımızda ve ülke tanıklığımızda çok sıcak olayları izlemeye çabalıyoruz. Ülkenin en acı sorunlarından birisi de trafik kazaları. Her yıl binlerce yurttaşımızı bu kazalarda kaybediyoruz. Sevgili yeğenim Kerem Yavuz da 17 Ağustos'ta geçirdiği bir trafik kazası nedeniyle Ege Üniversitesi hastanesinde yaşama savaşı veriyor, direniyor. Beyin cerrahi kliniğinin önündeki küçük parkta Kerem'in ailesi ve yakın dostları her gün sabahtan akşama kadar bekleyerek Kerem'den iyi haberler bekliyorlar. 4-5 ağacın olduğu bu küçücük parkta bekleyenler parka “Diren Kerem Parkı” adı vererek Kerem'in yaşam mücadelesine omuz veriyorlar. Bu yazıyı yazarken 4-5 ağaç, yarattığı olumlu algı, doğa ve doğa-insan bütünleşmesi anlamında Gezi Parkı eylemini, ODTÜ'de üniversitelerinin içinden yol geçmemesi, ağaçlarının sökülmemesi için direnen öğrencileri ve Sevgili Kerem'i düşündüm sevgiyle…

Güney sınırımızda savaş rüzgarları esiyor… Bir taraftan demokrasiden, insan haklarından nasibini alamamış otoriter Esed Rejimi… Bir taraftan Suriye'de El Kaidecilerle birlikte Mursi-Mısır'ı gibi bir yapıyı oluşturmaya çalışan yeni Osmanlıcılar ve savaş çığırtkanlığı… Diğer taraftan da Ortadoğu'da yeni haritalar üretmeye çabalayan-petrole, bölgeye hakim olmaya çalışan ABD ve AB… Savaş her daim yok edicidir, insanlık dışıdır…

Özellikle çocuklar, kadınlar ve yoksullar için kandır, gözyaşıdır, acıdır ve sefalettir. Suriye'nin geleceğine Suriyeliler karar vermelidir. Karanlık çeteler, uluslararası güçler değil, o topraklarda yaşayanlar karar vermelidir. Irak'ta oynanan sahte, kirli senaryo Suriye'de tekrar edilmemelidir.

Yapılacak iş önce yaklaşık 300 kişinin ölümüne neden olan salin gazını kullananlar acilen bulunmalı ve yargılanmalıdır. Sonra da BM gözetiminde iç savaşı sona erdirmek için yapılacak yoğun diplomatik girişimler, uluslararası girişim, demokratik bir takvim baskısı Suriye sorununu çözer. Bunun için sınırlardan Suriye'ye her tür silah ve yabancı güç girişini önlemek de sorunun çözümü için önemli adım olur. Amaç sorun çözmek mi? Yoksa Suriye'de egemenlerin istediği karanlık bir yapı mı? Her daim ilericiler barışı savunmuşlardır. Bu anlamda “savaşa hayır” demeyi bir insanlık görevi olarak görüyorum.

Son günlerde eski AKP Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklama ilginçtir. Günay; “Irak 1980'li yıllarda şantiyeydi. ABD'nin teşvikiyle Irak İran'a saldırdı.

8 yıl süren savaşın iki ülkeyi de perişan etti ve sonunda Irak dağıldı. On yıllardır Irak'ta şimdi ise Suriye ve Mısır'da insanlar birbirini öldürüyor. Bu iktidar savaşının bedelini halklar ödüyor; ödülü ise dünya şirketlerine! Yapılması gereken bu iktidar kavgalarına taraf olmak yerine, iç barışımıza önem verip bölgede barışın hamisi olmaktı; galiba geç kaldık!” değerlendirmesini yapıyordu. AKP'li eski bakanın iç barış vurgusu önemli. Siyasal iktidarın gündeminde ise iç barış hiç yok… Barış diline çok uzak konumdalar.

Güney sınırımızda bunlar yaşanırken Türkiye çok hızlı bir şekilde derin muhafazakarlığa doğru yol alıyor. Türkiye her geçen gün rasyonel düşünceden ayrılıyor. Öğrenci yurtları, yüzme havuzları haremlik-selamlık olarak ayrılıyor, genel liselerin tümü Anadolu liselerine dönüştürülerek yaklaşık 500 bin öğrenciye İmam Hatip Liseleri tek seçenek olarak sunuluyor, açık lise uygulamasıyla 150 bin öğrenci örgün eğitimden ayrılıyor. Ülke eğitim ve kültür dünyasında tam bir kaos yaşıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın Ramazan ayında bir iftarda yaptığı bir konuşma siyasal iktidarın zihin dünyasını yansıtmaktadır. “Ara eleman” yetiştirmeyi temel hedef alan Bakan konuşmasında

” Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99'u Müslüman. Tarihten gelen bir yapısı var. Türkiye'nin bulunduğu coğrafya çok zor bir bölge ve Türkiye onun merkezinde bulunuyor.

Şimdi Türkiye'nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız… Eğer biz çocuklarımızı iyi yetiştirirsek kalem efendisi değil, ara teknik eleman, üniversiteyi bitiren, teknolojiyi iyi kullanan, bilgisayar bilen ve lisan bilen, dünyadaki bütün bilgileri alıp onları çok iyi kullanan, çok kaliteli gençler olarak yetiştireceğiz.” ifadelerini dillendiriyor. Türkiye bu değerlendirmeleri hak etmiyor.

Türkiye'nin çok iyi yetişmiş insan potansiyeli vardır. Gezi Parkı eylemlerine katılan gençlerimiz bu ülkenin en iyi yetişmiş insanlarıdır. Ötekileştirme, cepheleştirme nedeniyle siyasal iktidar bunu göremiyor… Çözüm işlevi artık tartışmalı olan İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri değildir. Oralara öğrenci yığmakla, kontenjan artırmakla sadece arka bahçe çalışması yaparsanız, o kadar… Kaybeden Türkiye olur…

Çözüm laik, demokratik, parasız, karma eğitimdedir. Dinsel eğitimde değil. İyi dil bilen, teknoloji ile okul çağlarında tanışan, neden, niçin diye soran, öğrendiği bilgiyi elinde işe dönüştüren, sorgulayan, kitap okuyan, sanatla barışık, “kahrolsun demokrasi!” demiyen, analitik düşünce becerileri gelişmiş kuşaklar yetiştirmektir. 4+4+4 yasası ise bunun tersini yapmak için çıkarılmış bilime, pedagojiye, insanın biyolojik gelişimine uymayan bir iktidar projesidir, yasasıdır.

Demokrasi nedir? sorusu bu yaz her yerde sürekli tartıştığımız bir evrensel kavram. Sayın Başbakanın açıklamalarının tersine sadece seçim olmadığı çok açık. Yaşanılanlar, tıkanmalar ve hayat bunu gösteriyor. DP, 1950-1960 arasında tek partiydi. Ne yaptı? Halkı cepheleştirdi, oy vermeyenleri ötekileştirdi, demokrasiyi işletemedi. Sistemi tıkadı… 2002-2013 yıllarında benzer politik süreçleri yaşıyoruz. Nüfusun yarısı öteki, umutsuz ve sıkıntılı…

Patlamaya hazır bomba gibi… Bu çok tehlikeli bir ruh hali. Çözüm tabii ki asla darbe değil. Ama burada bir terslik var. Sağ partilerin demokrasi kodlarında, algılarında bir eksiklik olduğu çok açık.

Özeleştiriye, yeniden değerlendirme yapmalarına gereksinim var. Almanya'da Hıristiyan Demokratlar yönetime geldiğinde eğitimi tümüyle dinselleştirebiliyorlar mı? Akıl ve bilimden uzaklaşabiliyorlar mı? Otoriter bir yönetim sürecine geçiş yapabiliyorlar mı? Türkiye tıkanmamak için bu soruları tartışmalıdır. Ne dersiniz?