Ustam Fakir Baykurt ile İlgili Anılar * Kemal Yalçın

Yıllar ne çabuk geçiyor… 11 Ekim 1999 günü aramızdan ayrılıp gitti Fakir Baykurt sonsuzluklara… İnsan yaşarken hiç ölmeyecekmiş gibi geliyor. Kaybettiklerimizin ardından bakarken, birlikte olduğumuz saatlerin, günlerin anıları geliyor gözümüzün önüne.
Fakir Baykurtla tanışmamızın temelinde aynı okulda okumuş olmamız yatıyor. O, Isparta Gönen Köy Enstitüsünde okumuştu. Ben de Köy Enstitüsünün devamı olan Gönen Öğretmen Okulunda okudum. İkimiz de Gönenliyiz… Aramızda 24 yaş fark var. Gönen yıllarında, bizler Fakir Baykurtların inşa ettiği binalarda ders gördük, onların döşediği borulardan gelen sulardan içtik. Fakir Baykurtların kitaplarını okuyarak kendimize yön çizmeye çalıştık. Fakir Baykurt, bizim dönemin Gönenlilerine örnek oldu.
Fakir Baykurtların diktiği çamların altında ya da onların oturduğu tahta sıralarda “Mütalaa saatlerinde” “Yılanların Öcü”nü, “Irazcanın Dirliği”ni vb. su içer gibi okurduk. Tüylerim diken diken olurdu. “Yılanların Öcünü” almaya, Fakir Baykurt gibi, Fakir Baykurtlar gibi romanlar yazmaya söz vermiştim kendi kendime.
Gönen Öğretmen Okulu, 1965lerde örnek bir öğretmen okulu, örnek bir kültür kaynağı idi. Müthiş bir yurt sevgisi, sınırsız bir öğrenme aşkı vardı öğrencilerde. Öğretmenler de seçkin, özverili, bilgiliydi.

Sofoklesin “Kral Oidipus” adlı oyununu öğretmen ve öğrenciler birlikte sahnelemiştik. Beethovennin, Mozartın, Ulvi Cemal Erkinin, Ferit Alnarın senfonilerini ilk kez Gönende Müzikhanedeki derslerimizde dinlemiştim.
Yemekhanemizin, yatakhanemizin, dersanemizin duvarlarını Picassonun, Van Goghun, Mironun, İbrahim Çallının vbg. tablolarının öğrenciler tarafından yapılmış kopyeleri süslerdi.
Gönen Öğretmen Okulu çok sayıda gerçek öğretmen, bilim adamı, yazar, şair, araştırmacı, yönetici, sendikacı, politikacı, doktor, işadamı yetiştirdi.
Fakir Baykurt, hepimizin öğretmeniydi.
Fakir Baykurtla ilk kez 1975 yılı Temmuz ayında Ankarada yapılan Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) Genel Kurulunda tanıştım.
Fakir Baykurt ve Cemil Çakır TÖB-DER yönetimine aday grupların genel başkan adaylarıydı. Ben Cemil Çakırın listesindeydim. Seçimleri az bir oy farkı ile bizim liste kazandı.
Genel Kurul Salonundan ayrılırken Fakir Baykurtla karşılaştım:
“Haydi bakalım Gönenli! Bu seçimi kazandınız! Sizi kutlarım… Başarılar dilerim!” dedi.
“Tecrübeleriniz ve düşünceleriniz bana ve grubumuza yol gösterecektir.” dedim.
“Başın dara düştüğünde, ihtiyaç duyduğunda her zaman gelebilirsin.”
“Sağ olun Hocam!”
Saygıyla elini sıktım.
TÖB-DER Genel Kurulu ve seçimler sona erdi. Genel Yönetim Kurulu ilk kez toplandı. Görev bölümü yapılacaktı. Daha ilk toplantıda farklılıklar, farklı grupların art niyetleri ve dar görüşlü siyasal hesapları ortaya çıktı.
Bu siyasal grupçu anlayışlar TÖB-DERin çalışmalarına yansıdı. Öğretmenlerin mücadelesini zayıflattı.
1976 Temmuz ayında Olağanüntü Genel Kurula gitme zorunda kaldık. Gruplaşmaların, grupçu anlayışların doruğa çıktığı bir dönemdi. TÖB-DERin bütünlüğünü ve öğretmen mücadelesinin ortak çıkarlarını korumak temel sorundu.
TÖB-DERin birliğini, bütünlüğünü Fakir Baykurtun sağlayacağını düşünenlerin sözcüsü olarak birkaç arkadaşımla birlikte Fakir Hocanın evine gittik. Kedisine TÖB-DER Genel Başkan Adayı olmasını teklif ettik.
Tek tek görüşlerimizi dinledi. Kendi kaygılarını dile getirdi. Kazanma ihtimali zayıf görülüyordu.
“Öneriniz için çok teşekkür ederim. Örgütlemeye çalıştığınız grubun durumu geçen yıla göre zayıf görülüyor. Ben kaybedeceğim kumara girmem! Lütfen beni anlayışla karşılayın!”
Gerçekten de Genel Kurulda bizim karşımızda olan grup seçimleri kolayca kazandı.
1976-1980 dönemi Türkiyenin en karanlık, en karışık, en umutlu, en kanlı geçen günleriyle doluydu.
Fakir Baykurt ile uzun zaman hiç görüşemedim.
Aradan 13 yıl geçmişti. Köprülerin altından çok sular akmıştı. Fakir Hoca ile
1989 yılı Mart ayında Almanyada yeniden ilişki kurdum. Kendisini, “Dayanışma Girişimi” olarak Bremene okuma gününe davet ettik.
Okuma günü, Neue Vahr Mahallesi Kitaplığında yapıldı. Fakir Hoca ile iki gün beraber oldum.
Bu beraberliğimiz zamanla gelişti. Benim açımdan, aramızda usta çırak ilişkisi oluştu. 1989dan, aramızdan ayrıldığı 11 Ekim 1999a kadar sık sık görüştük. Birlikte yolculuklar yaptık. Ben onun okuma günlerine katıldım. Çeşitli yerlerdeki konuşmalarını dinledim.
Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu üyesi olarak sekiz yıl, Duisburg Halk Yüksek Okulu Edebiyat Kahvesi üyesi olarak da on yıl Fakir Baykurtun yönettiği edebiyat işliklerinde yer aldım.
Bir edebiyat ürünü nasıl yaratılır? Roman, öykü, şiir, makale, deneme nasıl yazılır? Bunları esas olarak Fakir Baykurt ustamdan öğrenmeye çalıştım. Şiirlerimi, yazılarımı, romanlarımı, öykülerimi yayınlanmadan önce ona sundum. Çok az zamanı vardı. Buna rağmen bana zaman ayırdı. Bir makalemin üç sefer düzeltmesini yaptı. Yaptığım yanlışları sabırla anlattı, hiç usanmadan beni dinledi.
“Emanet Çeyiz”, “Bilim Tutkusu” ve ” Seninle Güler Yüreğim” adlı romanlarımın hazırlığında, kurgusunda bana yol yordam gösterdi. Yazımlarında bana şevk verdi. Çalışma, araştırma ve yazma yöntemlerini esas olarak Fakir Baykurt ustamdan öğrendim.
Beni sık sık uyarırdı:
“Aklına güvenme. Unutursun! İnsan unutkandır. Cebinden kağıt ve kalem eksik etme. Duyduğun ilginç bir sözü, deyimi hemen yaz. Roman, öykü olabilecek konuları, aklına geliveren bir dizeyi hemen not et. Bakarsın bir cümle bazen bir roman; bir dize de güzel bir şiir olur.”
Fakir Baykurtla önemli konuşmalarımızı günü gününe not ettim. Önemli toplantıların tutanağını tuttum. Arşivinin bir kısmını; “Kemal Abem, belki bir gün bunlar sana lazım olur! Al bunları sakla!” diyerek bana verdi. Bu arşivi, çeşitli yer ve zamanlarda çektiğim Fakir Baykurtun yüzlerce fotografını, kasetler dolusu kanuşmalarını titizlikle saklıyorum.
Elimdeki Fakir Baykurt Ustam ile ilgili günlüklerime, tutanaklara, notlara bakıyorum. O günler canlanıyor yeniden…

11 Eylül 1994
Fakir Baykurt ile Duisburgda Ren Nehri kıyısında yaptığımız gezintinin notları:

Yağmurlu bir gündü. Oberhausendeki Ortadoğu Yayıneviinden, Fakir Hocanın yeni kitabının “Gazi Eğitim Yılları” bölümünü getirdim.
Fakir Hoca, gezintimiz boyunca Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Başkanı olarak yaptığı çalışmaları, roman yazma uğraşını anlattı. “Tırpan”ı beş yıl düşündükten sonra, bir eve kapanıp 29 günde yazdığını söyledi.
Bana çalışma ve yazma tekniklerini örneklerle anlattı. Bu konuda şunları vurguladı:

“Mutlaka çalışma planı yapmalısın. Dosyaları düzenle. Yazım için çalışma planı yap. Kendine günlük, haftalık, yıllık çalışma planı yap. Yaptığın planları çalışma odana as. Kendi kendine verdiğin sözleri kontrol et. Ayrıca ne yapacağına karar ver. Şiir mi yazacaksın; yoksa roman, öykü mü… Karar ver. Yalnızca şiirle olmaz. Tek çiçekle bahar gelmez. Bir şiir kitabıyla şair, bir romanla yazar olunmaz. Cümleleri iyi, anlaşılır, düzgün kur. Romanlarında, öykülerinde şiirsel bir anlatım olsun.
Yazmak için acele etme. Yavaştan hızlı çalış!
Roman, öykü yazımında önceki yazarların çalışmaları, eserleri önemlidir. Reşat Nurinin “Çalıkuşu” romanı olmasaydı Yaşar Kemalin “İnce Memed”i olamazdı.”

Herfort, 30 Aralık 1993
Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu Toplantısında Fakir Baykurtun “Roman ve roman yazma” konulu seminer konuşmasından notlar:

“Edebiyatta yasaklar:
– Yapılmışı yapmayacaksın! Yani yazılmış romanlar gibi roman yazmayacaksın.
– Yazacaksın: Öncekilerden ayrı ve daha iyisini yazacaksın…

Roman hakkında bazı pratik bilgiler:
1. Roman zamanı, takvim zamanı değildir.
2. Romanda ruhsal çözümlemeler, kişiler, fikirler olacak. Hem de iyisi, çetini olacak. Ama bu çözümlemeler, fikirler ustaca olmalı. Sırıtmamalı. Bence romandaki fikirler elmanın içindeki vitamin gibi olmalı. Yalın bir bakışla elmanın vitamini görülemediği gibi, romanda işlenen fikirler de yalın bir gözle görülememeli. Romandaki fikirleri, kahramanlık yapmak için açık açık yazmamalı.

Romanda zaman:
– Tarihsel roman yazarken, tarih yazıyor gibi düşünmemelidir. Tarihsel roman tarih değildir. Tarihsel roman, konusunu tarihten alan romandır.
– Tarihsel romanla aktüel zamanda roman yazma arasında fark yoktur.
– Kronolojik zamana teslim olmak, romanda çok büyük yanlışlıktır.”

21 Haziran 1994

Fakir Baykurt ile Duisburgda Vedau Gölü kıyısında üç saat kadar süren bir yürüyüş yaptık. Temmuz ayında Yunanistana gidip, oradaki Anadolu Rumlarını arama, bulduğum insanlarla konuşma, konuşmaları teybe kaydetme ve sonra bunları romanlaştırma konularını uzun uzun anlattım. Bana önerilerde bulundu. Dikkat etmem gereken noktalarda beni uyardı. Kendi yazarlık serüveninden örnekler verdi.

“Teyp yaratıcılığı önler. Teyp beynin unutabileceği, farkedemeyeceği ayrıntıları kaydeder. Teypten çözerek romanlar yazılmıştır. Fakat bunlar roman değildir. Teyp, dinlemek, tekrar dinlemek, olayı kafada şekillendirmede yararlanmak için kullanılabilir. Konuşulan kişiler, konuşmalar çözümlenip yazıya döküldükten sonra yeniden yaratılmalıdır. Ancak böyle olursa, yazılan romanın sanatsal bir değeri olabilir. Konuşma ve görüşmeye dayanan romanlarda konuşmanın, görüşmenin ilk izlenimleri ve yaşantı birikimlerinin heyecanıyla yazıvermemeli… Düşünmeli, damıtmalı ve yaşanan olayı kafada yeniden yaratmalı.”

23 Haziran 1994
Fakir Baykurt 15 yıl aradan sonra Türkiyeye, Düsseldorf Havaalanından döndü. O heyecanlı günün notları aynen şöyle:

“Fakir Baykurtu, Türkiye sınır kapılarında hakkında tahditler olup olmaması epeyce meşgul etti. Mustafa Ekmekçi, Avukat Halit Çelenk, Avukat Halis Yıldırım Türkiyeye giriş ve çıkışta Fakir Baykurtun başına bir iş gelmemesi için yardımcı oldular. Dikkat çekmemek için Antalyadan giriş yapmaya karar verdi.
Türkiyeye dönme öncesinde tedirginliğini, heyecanını çalışarak, kendini çalışmasına vererek gideriyordu. Görünürde hep sakindi. Son günlerini “Özyaşam Öyküleri”nin düzeltmelerine verdi.
Kendini Türkiyede hem dinlenme, hem de yoğun çalışma ve yeni romanlarını planlamaya hazırladı. “Deniz kenarında derin derin düşüneceğim.” diye özetledi düşüncesini.
Duisburg-Hombergdeki evinden, Düsseldorf Havaalanına saat 15.00de hareket ettik. Arabada Fakir Hoca, Eşi Muzaffer Hanım ve benden başka kimse yoktu. Dönüşten kimseye haber verilmemişti. Fakir Hoca 15 yıl aradan sonra Türkiyeye dönerken herhangi bir törensellik istememişti. Bu nedenle Düsseldorf Havaalanına kimse uğurlamaya gelmedi. Dönüşten sadece Ortadoğu Yayınevi Sahibi Hüseyin Çölgeçen ile yayınevi dizgicisi Mehmet Kayanın haberi vardı.
İkisi de havaalanına gelmişler. Fakat bizi bulamamışlar.
Aklımdan, Fakir Baykurtu uğurlamaya beş on arkadaş, yılların dostu gelse iyi olurdu düşüncesi geçti.
Fakir Hoca ile Muzaffer Hanımın içinde bulunduğu uçak havalandı, akşam kızıllığın içine daldı, bulutların arasında kaybolup gitti.
Evime döndüm. Merakla gelecek telefonu beklemeye başladım. Gözüme uyku girmedi. Gece sabaha karşı telefon çaldı. Fakir Hoca parolayı verdi:
“Kemal Abem, yolculuğumuz iyi geçti. Antalyada havalar güzel.”

Sevgili ve değerli Ustam toprağın bol olsun!
Nur içinde yatasın!
Antalyada havalar hep güzel olsun!

Kemal Yalçın