Kardeşin Duyma Eloğlu Duyar Sesini * Kemal Yalçın

Duisburg´da Fakir Baykurt Alanı Açıldı

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Fakir Baykurt yetmiş yıllık ömrünün en güzel, en verimli olabilecek yıllarını ?bakanlık emri?nde, sürgünlerde, gözaltılarda, hapislerde geçirmişti.

1979´da Kuzey Ren Vestfalya Kültür Bakanlığı´nın daveti ile, Türk çocuklarının eğitimine yardımcı olmak için Almanya´ya gelmişti. Geliş o geliş… 12 Eylül 1980´de Türkiye´de askeri darbe oldu. Türkiye´ye dönse başına bir bela gelebilirdi… 15 yıl gitmedi çok sevdiği yurduna…

Upuzun 15 yıl!… Dile kolay… 15 yıl ülkesine, vatanına gidememenin ne olduğunu yaşayan bilir…

Fakir Baykurt ile okuldaştık. Isparta Gönen İlköğretmen Okulu´nda okumuştuk. ?Gönenli? idik… Ben ondan 23 yaş küçüktüm. Bizler Fakir Baykurtların yaptığı yatakhanelerde yattık; Tınaz dağının eteğinden getirdikleri suyu içtik. Diktikleri çamların, kavakların, ağaçların gölgesinde serinledik.

Fakir Baykurt ile Türkiye´de kısaca görüşmüştük. Esas dostluğumuz 1989´dan sonra gelişti. O Duisburg´da ben Bochum´da kalıyordum. Sık sık görüşüyorduk. Yazma uğraşında aramızda usta-çırak ilişkisi vardı. Bana çok yardım etti, yazılarımı, şiirlerimi düzeltti, önerilerde bulundu.

Duisburg ve çevre kentlerde yazıp çizenler, edebiyata meraklı olanlar ayda bir Halk Yüksek Okulu´nda buluşup yazdıklarımızı okuyor; edebiyat, sanat ve güncel gelişmeler üzerine konuşuyorduk. Bu buluşmaların adını ?Edebiyat Kahvesi? koymuştuk. Beş yıl süresince Fakir Baykurt yönetti, yönlendirdi kahvemizi…

26 Ağustos 1999, Perşembe günkü buluşma, Fakir Baykurt´un yönettiği son buluşma oldu. 23 Ağustos´da Türkiye´den dönmüştü. Toplantı sırasında zor duruyordu yerinde. Bir acının derinden kemirdiğini hissettik. Kaşla göz arasında anlaşarak erkenden kapattık Edebiyat Kahvesi´ni.

Fakir Hoca´nın sağlık durumunu, İsviçre´de Aarau Kanton Hastanesi´nde Beyin Cerrahı olarak çalışan ?Gönenli? arkadaşım Dr. İsmail Taner´e günü gününe telefonla bildiriyorum. Fakir Hoca, Muzaffer Abla, oğlum Şafak, Ramazan Deniz Dr. İsmail´in konuğu olmuş; dört ?Gönenli? 1997´yi 98´e bağlayan yılbaşını Aarau´da geçirmiştik. Ne kadar sağlıklıydı Fakir Hoca. Sekiz ciltlik ?Özyaşam Öyküleri?nin yayın hazırlığı ile uğraşıyordu.

O günler çok geride kalmıştı artık. Dr. İsmail, ?anlattıklarına dayanarak, durumun çok ciddi olduğunu söyleyebilirim. Belirtiler, karaciğer kanserine benziyor. Derhal bir kliniğe yatırın.? önerisinde bulundu.

Kaygılarım her gün biraz daha artıyordu.

?Hocam, durumunuz ciddiye benziyor. Derhal bir hastaneye gidelim!?

?Baştabib mi oldun??

?Dr. İsmail ile konuştum. Durumunuzu anlattım. Derhal iyi bir kliniğe gitmenizi önerdi.?

?Dur bakalım! Bir düşünelim!?

Gelsenkirchen´deki doktor arkadaşım Serol Teber´e durumu açtım. O da ?derhal hastaneye!? dedi.

Binali Bozkurt, Ali Rıza Seçme ile birlikte ikna etmeye çalışıyoruz. Sonunda ?Peki! dedi.

Anlaştık: 6 Eylül 1999, Pazartesi günü, sabah 9.00´da Binali Bozkurt ile birlikte ev doktoruna uğrayıp, Essen Üniversitesi Kliniği´ne sevk yaptırılacak!

Öğleyin, okuldan eve geldiğimde, tele-sekreter ?haber var? sinyali veriyordu.

Bastım düğmeye. Binali Ağabeyin sesi:

?Okuldan sonra hemen bana gel. Fakir Hoca bizde!?

Vardığımda bahçede oturuyorlardı. Resim çekildik. Önümüzdeki saatleri nasıl değerlendireceğimizi planladık.

Hemen Düsseldorf Havaalanı´na gitmek gerekiyordu. Hanımı Muzaffer Baykurt saat 15.00´de İstanbul´dan gelecekti.

Havaalanına kadar yolda sağlığını yeniden konuştuk. Durum çok ciddiydi. Muzaffer Abla´yı alır almaz eve falan uğramadan, doğruca Essen Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi´ne gitmeye karar verdik.

Muzaffer Abla metin olmaya çalışıyordu. Durumu biliyordu. Zaten bunun için Türkiye´den erken dönmüştü. Arabayı doğruca Essen´e sürdüm.

İlk tahliller, muayeneler altı saat sürdü. Doktorlar başbaşa verip bulguları değerlendirdiler.

Sonuç: ?Bir yere kıpırdayamaz, hastahanede kalacak!?

Tümör Hastalıkları Bölümü´ne gönderdiler. Saat 23.00 sularıydı. Beklemeye başladık. 3-4 oda ötemizde yer hazırlanıyormuş. Bir kıpırtı oldu. ?Ne oluyor?? diye bakmaya gittim. İki hasta bakıcı, beyaz bezle örtülmüş cansız birini götürüyordu. Ürktüm, içim ?cız!? etti. ?Ya ….!? Düşünmek bile istemedim gerisini… İyi ki görmedi Fakir Baykurt…

Gidenin yerine yatırdılar Fakir Baykurt´u. Beyaz örtünün soğukluğu gitmedi gözümün önünden. Olanları Muzaffer Abla´ya bile anlatamadım. İnsanın bazen hissettiğini dillendirmekten çekindiği anlar oluyor.

7 Eylül sabahından itibaren Ali Rıza Seçme, Binali Bozkurt, Mevlüt Asar ile birlikte Fakir Hoca´yı beklemeye başladık. Muzaffer Abla hiç yanından ayrılmıyordu. Tonguç Hamburg´dan; kızları Işık ve Sönmez İstanbul´dan uçup geldiler.

İlk 15 gün kimseye haber verilmedi. Sonra Fakir Hoca´nın izniyle basına, tanıdıklara haber verdik. Duyan geldi. Molla Demirel, Aytaç Eryılmaz hemen hemen her gün oradaydı. Fakir Hoca´nın odası, koridoru dolup dolup boşalıyordu. Herkesin çabası, dileği Fakir Hoca´nın bir gün daha yaşayabilmesiydi.

Fakir Hoca, 6 Eylül gecesi girdiği odadan, 11 Ekim 1999 günü, sabaha karşı beyaz örtülerin altında çıkmıştı!…

***

Ne kadar yavaş, ne kadar hızlı geçiyor zaman.

Geçen yıl Duisburg Şehir Kitaplığı´nda anmıştık O´nu.

Ta o günlerde Mevlüt Asar, Fakir Baykurt´un varlığının daha kalıcı olabilmesi, daha çok insan tarafından okunabilmesi için çeşitli girişimlerde bulunuyor, bu yöndeki ilişkilerini canlandırıyordu.

Mevlüt Asar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi´nde öğrenciyken, 12 Mart 1971 döneminin zor günlerinde siyasal uğraşlarından dolayı tutuklanmıştı. Mamak Askeri Cezaevi´nde Fakir Baykurt´la hapisane arkadaşlığı yapmıştı. O günleri anlatırken gözleri yaşarır hep. ?Bitlenmiştik. Fakir Hoca´nın kararlı tutumu ile yıkanma hakkı elde ettik de bitten kurtulduk!? diye anlatmıştı birinde.

Fakir Baykurt, ?İçerdeki Oğul? adlı kitabında Mevlüt Asar´ı işler bir öyküsünde.

İşte bu Mevlüt Asar, sakin, kararlı, toparlayıcı, alçak gönüllü tutumuyla kolları sıvadı. Fakir Baykurt´un yapıtlarının Almanca´ya çevrilmesi için gerekli yerlere başvurdu.

Duisburg´da bir alana, yada bir sokağa Fakir Baykurt adının verilmesi için girişimler başladı.

Bu konuda ilk adımı, 25 Ocak 2001´de Birlik 90 / Yeşiller Partisi´nden Belediye Meclisi Üyesi Mustafa Arslan attı. Homberg/Ruhrort/Baeri Şehir İlçe Meclisi´ne, bir meydana Fakir Baykurt adının verilmesi için partisi adına dilekçe verdi. Yazışmalar, bilirkişi raporları, parti toplantıları, karşı görüşleri ikna etme çabaları birbirine eklendi.

Mevlüt Asar, bu uğraşında Mustafa Arslan´ı yalnız bırakmadı; olumlu tutumuyla, Belediye Meclisi´ndeki kuşkuları, itirazları giderdi. 25 Ocak´ta başlayan çabalar 11 Ekim 2001 günü Fakir Baykurt Alanı´nın açılış töreniyle sonuçlandı.

*
11 Ekim 2001 günü, saat 15.00, Duisburg´un Homberg ilçesinde Augusta ile Schiller sokağının kesiştiği alanda Fakir Baykurt´un sevenleri, dostları toplandı. Muzaffer Abla, kızı Işık, torunu Taylan Türkiye´den, oğlu Tonguç Hamburg´dan gelmişlerdi.

Resmi açılışı Duisburg Belediye Başkanı Bayan Fischer yaptı.

Konuşmasında, Fakir Baykurt´un 20 yıl yaşadığı Homberg ilçesinde adını koyacakları yer aradıklarını; Belediye Meclisi´nde temsil edilen tüm partilerin Schiller Sokağı´nın sonundaki alanı uygun bulduğunu söyledi.

?Sayın baylar, bayanlar dikkatlice bir bakın: Orası Schiller Sokağı, burası ise Fakir Baykurt Alanı. Klasik Alman şairi Friedrich Schiller´in yanıbaşında, şimdi Türk yazarı Fakir Baykurt bulunuyor. Aynı şekilde Türk ve Alman halkı da aralarında herhangi bir sınır olmadan bir arada yaşayabilirler…. Schiller ile Fakir Baykurt kültürel bir yelpazenin yapraklarıdır. Fakir Baykurt Duisburg kenti ve özellikle Homberg ilçesi için büyük bir zenginliktir. Bir çok insanın, eserlerini okuduktan sonra Fakir Baykurt adını yüreklerinde, belleklerinde taşıyacaklarına inanıyorum. Şu andan itibaren, bu alanın adı ?Fakir Baykurt?tur.?

Bu konuşmayı sağcı Hıristiyan Demokrat Birliği´den (CDU) belediye başkanı yapınca, gıpta ettim.

Her ne kadar kendi kendime ?Artık karşılaştırma!? desem de Türkiye ile Almanya´yı göz önüme getirdim. Sevgili ülkemdeki yazarların, şairlerin, düşünen insanların başlarına gelenler geçti hızlıca aklımdan.

Cumhuriyet döneminde ?Ekmek kadar temiz, su gibi aydınlık? olan insanların, yazarların, sanatçıların yaşadığı acılarla sızladı yüreğim.

Nazım Hikmet, sırf düşüncesinden dolayı 13 yıl 5 ay hapiste çürütüldü. Sürgünde öldü.

Sabahattin Ali, karanlık ellerce katledildi. Çürümüş cesedi Kırklareli yakınlarında bir çalı dibinde bulundu.

Ruhi Su´ya kanser tedavisi için yurtdışına çıkış izni verilmedi.

Cavit Orhan Tütengil, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Musa Anter ve daha nice nice Türkiye´nin değerli evladı aynı karanlık güçlerce katledildi…

Sonra 3 Temmuz 1993´de Sivas´da göz göre göre 37 insan yakıldı. Aziz Nesin ölümden döndü.

Bunları düşünürken, Türk ve Yunan öğrenciler el ele folklor gösterisi yapmaya başladı.

Ardından Avrupa Parlamentosu Sosyal Demokrat Parti Milletvekili Ozan Ceyhun söz aldı. 12 Mart 1971 askeri muhtırasıyla başlayan siyaset günlerinde, ?Balyoz Harekatı? sırasında yaşadığı bir anısını anlattı.

?12 yaşlarındaydım. Bir gece evmizi askerler bastı. Babamı `masasında Fakir Baykurt´un kitapları var!´ diye alıp götürdüler!? dedi.

Kulaklarımda Fakir Baykurt´un 12 Mart 1971 döneminde yaşadıkları hakkında anlattıkları çınlamaya başladı.

Türkiye Öğretmen Sendikası (TÖS) Ana Davası´nda ?Baş sanık!? olarak yargılanışı… Hakkında 27 yıla varan cezalar istenişi… 2 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi´nin 8 yıl, 10 ay, 20 gün ağır hapis cezası vermesi… Temyizler… ve sonunda beraat edişi… Mamak Askeri Cezaevi´nde ve diğer cezaevlerinde geçen yıllar…

Bir ara 1969 yılında TÖS Genel Kurulu için Kayseri Alemdar Sineması´da toplanan 600 dolayındaki öğretmenin yakılmak istenmesi geldi gözlerimin önüne.

Sonra Homberg´de geçen 20 yıl içinde berlikte yaşadığımız bazı anılar canlandı:

Fakir Baykurt, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye´ye gidemedi. Vatan hasreti içini derinden derine yakıyordu. Ama o kimseye açmadı içindeki yangını… Hep başkalarının dertleriyle uğraştı… Ben de 13 yıl Türkiye´ye gidememiştim. Ren nehri kıyılarında, Duisburg ormanlarında yaptığımız yürüyüşlerde; çeşitli yolculuklarımızdaki uzun sohbetlerde özlemlerinden, vatan hasretinden pek söz etmezdi.

23 Haziran 1994 günü, 15 yıl aradan sonra, Türkiye´ye gidecekti. Sınırlarda hakkında tahditler olup olmaması kendisini çok meşgul etti. Mustafa Ekmekçi, Av. Halit Çelenk. Av. Halis Yıldırım başına bir iş gelmemesi için yardımcı oldular. Her ihtimale karşı önlemler almaya çalışıyordu. İstanbul yerine Antalya´dan sessiz sedasız giriş yapması uygun bulundu.

Türkiye´ye nereden, ne zaman, saat kaçta uçacağı belli oldu. Geri sayım başladı. Kendini ?Özyaşam Öyküleri?nin düzeltmelerine verdi. Tedirginliğini, heyecanını kendini yazmaya vererek gideriyordu. Ama o gene de her zamanki gibi sakin görünüyordu.

Düsseldorf Havaalanı´na saat 15.00´de hareket ettik. Ben direksiyondaydım. Fakir Hoca yanımdaki koltukta, Muzaffer Abla arka koltukta oturuyordu. Homberg´den Havaalanı´na kadar Türkiye´den, geçmişten gelecekten konuştuk. Ben henüz Türkiye´ye gidemiyordum. Pasaportum yoktu. Bana moral veriyor, ?Bir gün sen de elini kolunu sallaya sallaya dönersin memleketine…? diyordu.

Türkiye´de hem doya doya dinlenecek; hem de yeni romanlarını planlayacaktı. ?Deniz kenarında derin derin düşüneceğim!? diyerek özetledi düşüncesini.

15 yıllık zorunlu bir ayrılıktan sonra, Türkiye´ye dönerken herhangi bir törensellik istemedi. Benim gönlümden 5-10 arkadaşı, yakın dostu gelse iyi olur, düşüncesi geçti. Haberleri olsa bir çok kişi gelebilirdi. Ama Türkiye´ye döneceğini kimseye söylememişti. Sadece Ortadoğu Yayınevi´nin sahibi, Denizli TÖS Şubesi´nin eski başkanı Hüseyin Çölgeçen ile dizgici Mehmet Kaya havaalanına gelmişler. Fakat bizi bulamamışlar…

Antalya uçağı zamanında kalktı. Gözden kaybolana kadar ardından bakakaldım…

Haydi Fakir Hoca, 15 yıllık özlemlerin dinsin artık… Gökyüzün açık ola…

Türkiye saatiyle saat 02.00 sularında Antalya´ya varmış olacaklar… Eve varır varmaz bana haber verecek… Meraktan gözüme uyku girmedi. Sabaha karşı telefon çaldı.

?Yolculuğumuz iyi geçti. Evdeyiz. Merak etme!? dedi sakin ve rahatlatıcı bir sesle.

Dünyalar benim oldu! ?Haydi geçmiş olsun Fakir Hoca! Darısı bizim başımıza!?

*

Canlanan anılarımı, Işık Baykurt´un konuşması daha da renklendirdi.

Işık, babasının, ?Sevgili Torunlarım, Torunlarımın Torunları? hitabıyla başlayan, 15 Mart 1995 tarihli mektubunu okudu. Tonguç da Almancaya çevirdi:

?Sevgili Torunlarım, Torunlarımın Torunları,

Ben 20. Yüzyılda yaşayan bir Türk yazarıyım. Şimdi 66 yaşandayım. Yaşamım boyunca öğretmenlik yaptım, hem de kitaplar yazdım. Türkiye´de ve Almanya´da çalıştım, bu yüzden iki memleketim var. Ama aslında ben bir dünya vatandaşıyım. Belki benim adımı bilmiyorsunuz artık, ama eminim bu mektup elinize ulaşacak.

Yüzyılımızda güzel şeyler çok. Bilim ve teknik çok gelişti, hatta biraz fazla. Çünkü bununla çok tehlikeli şeyler de yapıldı. Kısacası, yüzyılımızın iyiden çok kötü tarafları var. Irkçılık, azınlıkların dışlanması, dini fanatiklik, milliyetçilik ve zenginlerin kâr hırsı bize çok yokluk getirdi.

Ama kuşkusuz ki bunların içinde en kötüsü savaş. Daha da acısı, bazı politikacıların ve dini önderlerin savaşı kutsal ilan etmeleri. Fakat öyle sanıyorum ki, hayatta tek kutsal şey barıştır. Savaştan daha kötü ve aptalca bir şey yoktur.

İşte bu yüzden, sizlere savaş hakkında yazdığım bir şiiri iletiyorum.

Hepinize barış ve mutluluklar dilerim.?

*

Fakir Baykurt, barıştan, emekten, özgürlükten, hoşgörüden yanaydı. Yaşamı daha güzel, daha yaşanası bir ülke ve dünya için mücadelerle geçmişti. O öncelikle iyi bir insandı. Öğretmenliği, örgütlü mücadeleyi, yazarlığı bir arada yürütebilmişti.

Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu ile Türkiye Öğretmen Sendikası´nın Genel Başkanlıklarını yapmıştı. Türkiye öğretmen mücadelesi tarihinin ilk ve en görkemli eylemini, ?1969 Büyük Öğretmen Boykotu?nu Fakir Baykurt örgütleyip yönetmişti.

Gerici, tutucu yöneticiler onun ilerici, özgürlükçü, aydınlanmacı kişiliğini ve mücadelesini hiç kabul edemediler. Onu okul kitaplarına sokmadılar.

Oysa dünya başka türlü dönüyor.

Ellerin memleketinde yöneticiler ilerici, demokrat, aydın yazarların düşüncelerini, eleştirilerini sayğıyla karşılıyor. Okullara, üniversitelere, sokaklara, alanlara adını koyuyor, heykelini dikiyor.

Başka bir ulusun yazarını, sanatçısını bağrına basıyor.

Fakir Baykurt´un öykülerine Almanca ders kitaplarında yıllardan beri geniş yer veriliyor.

Geçen Ekim ayında, Almanya´daki okullarda Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet´in eserlerinin işlenmesi kararlaştırıldı. Zaten yıllardan beri bütün Alman Dil ve Edebiyat Ders Kitaplarında Türk Edebiyatı´nın temel direklerinin öykülerine, şiirlerine, masallarına, romanlarından parçalara yer veriliyordu. Bundan sonra daha kapsamlı işlenecek. Bununla bağlantılı olarak, Batı Alman Yayın Kurumu (WDR) Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal belgesellerini Türkçe ve Almanca olarak hazırlayıp okurların ve okulların hizmetine sundu.

Türkiye´yi yönetenler Türk Edebiyatının bu önemli temsilcilerinin eserlerini yıllarca okul kitaplıklarına, ders kitaplarına bile sokmadılar. Hâlâ yeterince yer vermiyorlar.

İki yıl önce Aziz Nesin´in adı Berlin´de bir okula verilmişti.

11 Ekim 2001 günü de Fakir Baykurt´un adı Homberg´de bir alana verildi.

İşte böyle!

Kardeşin duymaz eloğlu duyar sesini!

Ey Ankara!

Fakir Baykurt senin evladın değil mi?

Bochum, 6 Aralık 2001 Kemal Yalçın