Söyleşi * Ahmet İnam – Batı Gönül Cahili

ODTÜ'de elektrik mühendisliği okumasına rağmen içinde yanan felsefe ateşine teslim olan Prof. Dr. Ahmet inam, bazılarına göre, Türkiye'nin tek gerçek filozofu… ODTÜ'deki kitaplarla dolu odasına girdiğimde önce karşıma ufak tefek bir adam çıktı. Konuştukça büyüdü, büyüdükçe devleşti… Keskin ve coşkun zekasının birer göz kamaştırıcı yansıması olan düşünceleri, sınırları, duvarları yıkıp sonsuzluğa ulaştı. Ve O'na “gerçek filozof” diyenlerin ne kadar haklı olduğunu çok daha iyi anladım. Nietzsche'nin, “Dernachste” isimli şiirini “Cananım” olarak Türkçe'ye çevirip bestekar arkadaşına Türk Müziği formatıyla besteletecek kadar “çılgın” fikirleri olan İnam'la “deliliğinden” Mevlana'ya Nietzsche'den İslam inancına, kadar pek çok konuyu konuştuk…
Ersin YILANCI: Düşüncenin kimi zaman korkunç ve şeytani bir eylem olarak görüldüğü hatta suç sayıldığı, genelde ise beyhude ve gereksiz bir iş olarak görüldüğü Türkiye'de siz elektrik mühendisliği gibi garanti ve popüler bir mesleğin eğitimini alıp felsefe denizine daldınız. Bu yaptığınız düpedüz delilik değil mi? Akıllı bir adamın felsefeyle ne işi olabilir?
Ahmet İNAM: (Kahkaha atıyor) Akıllıca bir şey değil tabi. Bugünün menfaat ölçülerinde; herhangi bir çıkar elde etmek için değil, sadece düşünmek için düşünmeye çalışmak ve hakikate varma çabası gerçekçi bir uğraş değil doğrusu. Hakikaten söylediğiniz gibi; düşünce bizde hem değerli görülmüyor, hem de tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor. Ama bir kere kanıma girmiş; 40 yıldır felsefe beni bırakmadı.
Ersin YILANCI: Bugün birisi ODTÜ Elektrik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra “ben mühendis değil felsefeci olacağım” dese, hem çevresinden çok fazla tepki alır; hem de muhtemelen annesinden güzel bir dayak yer. Sizi bu kararınızdan dolayı çılgınlıkla suçlayan hiç olmadı mı?
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Hani, “doğduğumdan beri şarkı söylüyorum” derler ya; benim de felsefeyle ilişkim böyledir… Annemin şizofren teşhisiyle hastaneye yatması ve bunun sonucunda annesizliğin verdiği acı etkiler, beni küçüklüğümden beri yalnızlığa ve düşünceyle ilgilenmeye itmişti. Felsefe merakım daha çok bu yalnızlık duygusunun bir ürünüdür… Aslında felsefe okuyacaktım, ama bana “felsefeyle uğraşırsan sürünürsün, mühendis ol sonra felsefeyle uğraşırsın” dediler; ben de zoraki mühendislik okudum.
Ersin YILANCI: Mühendislik okurken felsefeyle selâmı sabahı kestiniz mi?
Ahmet İNAM: Hayır tam tersi, mühendislik okurken bile felsefeyle uğraşlım. Çok şanslıydım; çünkü okuldaki bazı felsefe hocalarından sıkı bir felsefe eğitimi aldım. Böylece mühendislik bölümündeyken çok iyi bir felsefe öğrencisi oldum.

Ersin YILANCI: Felsefe sizin için; sorularla dolu zihinsel bir arayışın giriş kapısı mı, yoksa arayış sonunda ulaştığınız bir anahtar mı?
Ahmet İNAM: Hayatım boyunca cevaplar aramadım. Eğer zaten kafamda cevaplar olsaydı mühendis olurdum. Ben sürekli olarak “aramanın” ve “soru sormanın” kendisini aradım. Yani “cevap” değil “soru” aradım. İnsan soru arayınca, o zaman felsefeci olmak zorunda. Eğer felsefe yoluna giremezseniz, toplumda meczup veya kaçık sayılırsınız. Benim şansım varmış da felsefeci olabildim.

Ersin YILANCI: Peki sizi felsefe camiası hemen aralarına alıp benimseyebildi mi?
Ahmet İNAM: Hayır, aksine çok çektim. Mühendisim diye felsefeciler kolay kolay beni aralarına almak istemediler. Yıllarca süründüm. 10 yıla yakın dershanelerde matematik ve fizik öğretmenliği yaptım bu yüzden.

Ersin YILANCI: İlginç bir özelliğiniz de siyasetle hiç ilgilenmemeniz!
Ahmet İNAM: Büyük politika mücadeleleri içine hiçbir zaman girmedim. Tabi inançlarım ve dünya görüşüm vardı, ama hep onlara felsefe ışığında ve felsefi bir kuşkuyla baktım. Hiçbir zaman fanatik, dogmatik bir insan olmadım.

Ersin YILANCI: Felsefenin kendisi de bir ideoloji değil mi? İdeolojiden tamamen arınmış olduğu söylenebilir mi?
Ahmet İNAM: Felsefe elbette 'ideolojisiz bir şey' değildir; ama o 'ideolojilere bakabilme ideolojisi'dir. Onun için insan değişik ideolojilerden felsefeyle yaşabilir, kendini ifade edebilir. Önemli olan da odur: yoksa felsefe, bütün bu 'dünya görüşlerinden bağımsız ve üstün bir mevkide durmak' anlamına gelmez. Felsefe asla felsefecilerin ve akademisyenlerin tekelinde değildir.

Ersin YILANCI: Şimdi bunun tersi bir durum söz konusu değil mi?
Ahmet İNAM: Maalesef akademisyenler felsefeyi kendi tekellerine almak istiyorlar. “Her şeyi biz biliriz” anlayışındalar. Halbuki herkes felsefeyle uğraşabilir; herkes felsefeyle kendi dünya görüşünü, imanını yaşayabilir.

Ersin YILANCI: Buna karşın felsefe bizde genelde hep korkulan bir alan olmuştur. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Ahmet İNAM: Korkuluyor çünkü “felsefeyle uğraşmak dinden, imandan eder” sanılıyor. Hatta Said-i Nursi “felsefe kalp hastalıklarındandır” demiştir. Çünkü ona göre ancak kalbi bozuk insanlar felsefeyle uğraşır; 'felsefe şeytani'dir: Durup dururken neden soru soruyorsun, kardeşim bunun cevabı kitapta var. Kitaba bakıp sorunun cevabını öğreneceksin. Şimdi soru sormanın manası ne! Yoksa bu konuları senden iyi bilen alimlere karşı mı çıkıyorsun!

Ersin YILANCI: Siz karşı mı çıkıyorsunuz yoksa!
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Evet, ben şeyhime de, büyük otoritelere de karşı çıkarım.

Ersin YILANCI: Neden?
Ahmet İNAM: Çünkü ben hakikat aşığıyım. Biz hakikat erleriyiz. Elbette bizden önce gelmiş alimlere saygı duyarız, hâşâ hiçbir zaman onlarla kavga etmeyiz; ama, onların sözlerini kafamızın bir tarafında tutar, yinede hakikat yoluna kendi başımıza ve kendi cehtimizle gitmek isteriz.

Ersin YILANCI: Felsefe batı kökenli olduğunu göre, bu hakikat arayışında kendimize nasıl ulaşacağız?
Ahmet İNAM: Felsefe ne kadar batı kökenli olura olsun bütün insanlığı kuşatır. Çünkü felsefe hakikati arar. Ben de bu hakikati arama işini kendi kültürümden yapmaya çalışıyorum. Kendi kültürüm felsefi anlayışıma ışık tutuyor. Türkçe'yle ve Türkçe'den gelen masallarla, destanlarla, müzikle bu arayışı sürdürüyorum. Buralarda bize dair çok önemli hikayeler var. Ama aynı zamanda bütün insanlığa hitap ediyor.

Ersin YILANCI: İnsanlığın “Türk kültürüne ihtiyacı var” demek mi istiyorsunuz?
Ahmet İNAM: Kültürümüzde bütün insanlığa verilecek çok önemli mesajlar olduğunu düşünüyorum. Topraklarımızda belki petrol yok ama felsefi bir hazine yatıyor.
Ersin YILANCI: Bu hazineyi karıştırdığınızda kimler karşınıza çıkıyor? Yunus Emre, Hz. Mevlana…
Ahmet İNAM: Elbette büyük ölçüde arkamızda tasavvufi bir kültür duruyor. Türklerin İslamiyet'le tanışmasından sonra özellikle Ahmet Yesevi'yle başlayan müthiş bir 'arama hamlesi' ve 'gönül serüveni' bu toprakları harmanlamış. Mevlana da Yunus Emre de bu hamlenin birer öncüsüdürler. Ama ne yazık ki bu isimlerin hiçbiri doğru dürüst incelenmemiştir. Maalesef bugün turistik biçimde tezgahlanmaya çalışılıyorlar.
Ersin YILANCI: Ne de olsa derdimiz hakikati aramak değil, para!
Ahmet İNAM: Ne yazık ki, Mevlana “Kim olursan ol gel”, Yunus'ta, “Hepinizi severim koçlarım” diyormuş; yani her şey bu kadar basit! Bu çok ayıp bir şey! Mevlana ve Yunus'u bu kadar basite indirgemek ve bunları derinlemesine incelememek affedilecek şey değil. İncelemek yerine turistlerin karşısında dönüp duruyoruz. Mevlana'nın turistik bir malzeme olması çok çirkin ve içler acısı bir durum. İki üç turist geliyor, adam giymiş beyazları, dönüyor onların önünde ve para alıyor. Bu kadar ayıp ve alçakça bir şey olamaz. Türk kültürünü kimse bu kadar ayaklar altına alamaz.
Ersin YILANCI: Biz değerini bilmezsek olacağı bu!
Ahmet İNAM: Onlar kim oluyor, para alıp karşılarında oynuyoruz. Bu dönenler çengi değil ki ? Bu Mevlevi! Biz ne yaptığımızı sanıyoruz? Yunus'u da “bütün insanlığı kucaklıyor, hümanist” diye tezgahlamamızın arkasında da Batıya karşı duyduğumuz büyük aşağılık kompleksi yatıyor. Yunus'un böyle bir şeye ihtiyacı yok. Zaten Yunus'u anladığımızı hiç sanmıyorum. Heykellerini dikmekle, palavralar atmakla, böyle ucuzluklarla Yunus anlaşılmaz.

Ersin YILANCI: Kimsenin anlamak diye bir derdi var mı?
Ahmet İNAM: Amaç meselenin özü anlamak. Bakın bir defa Türkçe'yi bilmiyoruz. Türkçe elden gidiyor, dillimizi mahvettik. Bu çok tehlikeli bir gelişme. Görüyorsunuz televizyonlarda konuşulan Türkçe'yi. Çok az kelimeyle yarı İngilizce konuşulan anlamını yitirmiş, çirkinleştirilmiş uyduruk bir dil. Eğer dilimizi muhafaza edemez ve geliştiremezsek o zaman düşman bir mermi dahi atmadan toprakları elde eder. Biz bunun farkında bile değiliz.

Ersin YILANCI: Uykumuz maşallah çok derindir!
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Türkiye'de hangi dünya görüşünden olursa olsun hepimiz toptan uyuyoruz. Halbuki gece gündüz çalışmamız lazım. Gerçekten düşünen, araştıran kafalara ihtiyaç var. Türk Cumhuriyetlerine açılma şansını dahi bu yüzden yeterince kullanamadık. Biz dilimizi bilmezsek onlarla nasıl kucaklaşacağız! Yüzyıllardır ayrı yaşadığımız ama köklerimizin aynı olduğu o insanlarla birlikte bu dünyaya karşı müthiş şeyler geliştirebiliriz. Türkçe'min en temiz ve masum yüzü oralarda konuşuluyor. O topraklarda müthiş hazineler yatıyor ama biz horul horul uyuyoruz.

Ersin YILANCI: Bir yazınızda, “Felsefenin bağrı felsefe içindedir. Giyinik, işlenmiş felsefededir. Ben yıllardır giyeceğim giysiyi arıyorum” demiştiniz. Bu giysiyi arama yolculuğunuzda 1994'ten bu yana “Gönül Felsefesi” adını verdiğiniz bir yola girdiniz. 1994'te ne oldu da birdenbire bu kavşağa saptınız?
Ahmet İNAM: Gönül arayışımın 1994'e denk gelmesi belki bir tesadüftü. Akademik olarak o yıl 5 yıllık profesördüm ve böylece daha güçlü ve rahat durumdaydım. Kendime güveni de elde etmiştim. Eğer ondan önce bu kavrama dalsaydım felsefeciler belki bana gülerler ve beni atarlardı. Çünkü felsefenin gönül diye bir problemi yok.

Ersin YILANCI: Peki nedir sizi “gönül” diye yollara düşüren ateş?
Ahmet İNAM: Belki kendimi bulma ateşi… Gönül'e ancak kendi dünyamızda ulaşabiliriz. Çünkü tam bize ait has bir sözcüktür; başka dillere çevrilmesi pek mümkün değildir. Gönül sadece kalp, aşk, şevk sözcükleriyle karşılanamaz; ondan çok daha zengin ve derindir. Dolayısıyla gönlümüzü keşfedebilirsek karşımıza inanılmaz ufuklar çıkabilecek… Onun için her kavramın asla yıpranmaması gerekir. Zaten ben derslerimde asla bundan bahsetmem.

Ersin YILANCI: Biz bu felsefeye nasıl ulaşabiliriz?
Ahmet İNAM: “Gönül Felsefesi” sadece lafla söylenen değil yaşanan bir duygudur. Onu yaşamak gerekir. Mesela ben “Gönül Felsefesi” derim ama “hıyarın” biriyim. Yani “Gönül Felsefesi” desem ne olur demesem ne olur! Ama hıyarlıktan kurtuluyorsam işte o zaman “gönül”ün bir manası var demek. Çünkü gönül edeptir. Divan-ı Lügat-ı Türk'te edebin karşılığı erdemdir. Gönül sahibi olmak; erdemli, edepli insan olmak demektir. Zaten bizim tasavvufi kültürde çok derin biçimde karşımıza çıkar.

Ersin YILANCI: Tasavvufi kültürle aranız bir hayli iyi anlaşılan?
Ahmet İNAM: Tasavvufi kültürle ilgiliyim ama mütedeyyin bir insan olmadığım için konumum daha tuhaf. Eğer dindar bir insan olsaydım, o zaman tasavvufla ilgim alışılagelen bir Müslümanın ilişkisi gibi olacaktı. Ama ben bu kültürü daha çok yüreğimde duyan bir insan olduğumu düşünüyorum. Tabi bu lafıma bir dindar itiraz ederek, “sen kim oluyorsun” diyebilir. Çünkü bana, “sen dinsiz bir adamsın, nasıl oluyor da tasavvufa burnunu sokuyorsun” diyenler olmuştu. Estağfurullah, ben zaten tasavvufa burnumu sokamam, ama bu kültürü yüreğimde hissediyorum.

Ersin YILANCI: Öyleyse tasavvufla ahbaplığınız hangi düzeyde?
Ahmet İNAM: Zaten tasavvuf sözünü söylemekten kaçınıyorum. Bu topraklarda İslam'la birlikte ortaya çıkan kültür sözünü kullanıyorum. Kendimi yürekten Müslüman addediyorum. Dinsiz bir adam olsam da!

Ersin YILANCI: Hem dinsiz hem Müslüman?
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Bana arkadaşlarım, “Yahu niye böyle söylüyorsun, dinsiz olduğunu saklasana” derler. Niye saklayayım ki? Çünkü ben bir sürü laik insanın olduğu gibi iki yüzlü davranamam. Asıl onlar namussuz. Ne camiye giderler, ne besmele çekmesini bilirler, ne de İslam kültüründen haberleri vardır, İslam'ın şartları hakkında da hiçbir şey bilmezler; ama sonra kalkıp “ben Müslümanım” derler. Çünkü onlar menfaat elde edeceklerdir. Ben açıkça “Müslüman dinsizim” diyorum.

Ersin YILANCI: Müslüman dinsiz nasıl olunuyor?
Ahmet İNAM: işte böyle oluyor. (Gülüyor) Çünkü adım bir defa İslam, ben Ahmed'im, Muhammed'den geliyor. Ezan veya mevlit dinlediğim zaman kalbi temizlenen bir adamımdır. Ama beni rahatsız eden bu ritüellerdi. Onların dışında yalnız bir adamım. Cemaat olmadığı zaman camiye gidip bir köşeye oturup saatlerce düşünürüm.

Ersin YILANCI: Dua eder misiniz?
Ahmet İNAM: Dua ederim, çünkü Allah'a inanırım. Dinsizim ama Allahsız değilim. Dinle olan problemim insanlardan kaynaklanıyor. Çok kaba, hıyar ve sahtekar bir sürü adam var etrafta. Onların arasında olmak istemiyorum.

Ersin YILANCI: Sizin zâten “Hıyaran” isminde bir de kitabınız var. Hıyarlarla epey mücadele etmişsiniz?
Ahmet İNAM: Evet, hıyarlarla epey uğraştım. “Gönül Felsefesi”nin bir parçası da hıyardır. Çünkü insan odun olarak doğuyor belki. Yani İslam'da “insan temiz fıtrat üstüne doğar” denir ya.. Fakat çoğumuz odun olarak yaşıyoruz, çok kaba. Eğer bu kabalığı terk edip ince yaşayamazsak zaten yok oluruz. Kabalıkla bu dünyadaki varlığımızı sürdürmemizin bir şansı yok. İnce fikirli insan olmak zaten İslam ve tasavvufun arzuladığı bir şeydir. Türkler elinde kılıçla dolaşan barbar bir millet değildir. Sadece asker bir millet değil; gönlü olan, ince ruhlu insanlardık bir zamanlar.

Ersin YILANCI: Şimdi?
Ahmet İNAM: Unuttuk tabi o ruhu. Elimizde hep kılıç olduğunu zannediyoruz. Halbuki elimizde aşk, dostluk ve sevgi vardı. Bu tarafımızı tekrar keşfetmemiz lazım.

Ersin YILANCI: İncelik gerçek dünyanın dışında olmak anlamına gelmiyor değil mi?
Ahmet İNAM: İnce olmayı yanlış anlamamak lazım. İncelik; çıtkırıldım, sünepe, incele incele kopmuş insan anlamına gelmez. Onlardan da nefret ederim. Çünkü o çok suni bir şey. Ruhunuzun ince olması, karşınızdakini anlayabilmeniz, dinleyebilmeniz, sevebilmeniz ve saygı sahibi olmak demek. Ama şimdi birbirimize saygı göstermiyoruz. “Aşk” diyoruz ama, aşkta saygı olmadığı için aşıklar birbirini bıçaklayabiliyor. Yatağa atana kadar sevgiliye çiçekler alıyoruz ama daha sonra ölünceye kadar dövebiliyoruz. Bunun neresi aşk!

Ersin YILANCI: Toplumlar nasıl ince olur?
Ahmet İNAM: Ruh inceliği sanatla, bilimle ama öncelikle edeple gelir. Onun için cahillik çok tehlikeli bir hal. Ama cahilliği sadece okul ve diploma anlamında söylemiyorum. Edep öğrenmek ayrı bir özelliktir. Bir insan ilkokulu bile bitirmemiş olabilir ama çok derin bir ilme ve edebe sahip olabilir. Ya da adam profesördür ama körkütük cahildir.. Bu çağda yaşanan bütün bu saygısızlara bir başka örnek de dünya görüşleri, memleketleri ve hatta renklerine göre insanlara önyargıyla yaklaşmaktır. “Kim ulan bu komünist, şeriatçı, zenci veya Çorumlu” deyip kestirip atıyorlar. Yahu önce insan olarak bir bak. Adamın renginden, ideolojisinden sana ne? Önce yüreğine ve beynine bak adamın.

Ersin YILANCI: İnsanlığın ruhunu değil de beyinlerini inceltmeyi hedefleyenler dünyanın giderek küçüldüğü ve global bir köy haline dönüştüğünü söylüyorlar! Siz buna katılıyor musunuz?
Ahmet İNAM: Bu emperyalizmin bir yalanıdır. Dünyayı ele getiren emperyalistler daha fazla toprak işgal etmek için bu palavrayı ortaya atıyorlar. Bu yalana ve oyuna kanmamak lazım. Bu topraklarda yaşayan ve Türkçe konuşan insanlar olarak biz farklıyız. Dolayısıyla kendi kültürümüzü sürdürmek zorundayız. Eğer biz yok olursak insanlık adına çok büyük bir kayıp olur. Çünkü bu kültür daha ürünlerini vermedi.

Ersin YILANCI: Tomurcuk olduk ama daha çiçek açmadık mı?
Ahmet İNAM: Vereceğimiz asıl ürünleri daha dünyaya sunmadık. Batı kültürü bir çok şey ortaya koydu; bilimsel, felsefi, sanatsal eserler. Ama daha bizim topraklarımızın yaratabileceği o kadar güzel tohumlar, meyveler ve ürünler var ki. Yeter ki Türkçe'mize ve kültürümüze sahip çıkalım. Ve birbirimizi anlayalım. Farklı görüşteki her insanın ideolojik taassuptan kurtularak bu kültüre sahip çıkması lazım. İlericilik ve gericilik saplantısından artık kurtulmak gerekiyor. Zaten böyle bir şey yok. Çünkü herkes kendi dili, kültürü ve milliyetiyle bu dünyada var olacak.

Ersin YILANCI: Komplekslerimizden arınmak mı gerekiyor?!
Ahmet İNAM: Dünyada kimse kendi kültüründen vazgeçmiyor ki. Dünyanın neresine gidersem gideyim ben Türk'üm. Öyle “evrensel bir insanım” diyemem. Türkçe duyuyorum çünkü. Başka diller konuşabilsem de önemli değil. Çünkü benim ana dilim Türkçe. Bu kültür ve inançla bütün dünyaya sesimi duyuracağım. Ama öyle şeyler söyleyeceğim ki, batılı insan merak edecek ve kendi diline çevirecek.

Ersin YILANCI: Dünyaya yeni bir değer katkısı yapılacak yani?
Ahmet İNAM: Batılı “Yahu bu Türk ne söylüyor” diyecek. Ama bunu Türkçe yazacağım ve ABD'li kendi diline çevirecek. İngiliz, Alman merak edecek. Çünkü ona dair de hikayeler anlatacağım. Kendi hikayemi anlatacağım ama öyle anlatacağım ki, o hikayede Alman da, ABD'li de, Fransız da olacak.

Ersin YILANCI: Aman hocam, röportajı ODTÜ'de yapıyoruz. Okuldaki diğer meslektaşlarınız ve öğrencileriniz bu sözlerinizi duymasın, yoksa sizi aforoz ederler!
Ahmet İNAM: (Kahkaha atıyor) Ne derlerse desinler umurumda bile değil… Hepimiz bunu yapmak zorundayız. Bu çok önemli bir varolma kavgasıdır. Ya kültürümüzle varolacağız ya da yok olup gideceğiz. Türkler olarak dünya insanlarına sadece “gönül” diye bir duygunun olduğunu dahi anlatabilsek insanlığa çok önemli bir katkı yapmış oluruz.

Ersin YILANCI: Batı insanı, “gönül”den bîhaber mi?
Ahmet İNAM: Batı insanı “gönül”ün “g”sinden bile habersiz. Batılı ülkelere yaptığım ziyaretlerde “gönül”ü anlattığımda bundan müthiş etkilendiklerini gördüm. Batı, bu kavrama aç. Yeter ki biz anlatalım. Öyle derya-deniz bir hazinemiz var ki… Ama o hazineyi görecek göz yok. Hazine var ama hepimiz hazine gafiliyiz. Gaflet halinde, “Bizde bir şey yok kardeşim, biz battık, bittik biz bittik, Türkiye batıyor, öldük, kahrolduk” diyoruz.

Ersin YILANCI: Yani önce kendimiz kendimize inanmıyoruz?
Ahmet İNAM: Karamsarız ve gerçekten battığımıza kanaat getiriyoruz. Ama bu kesinlikle bir alçaklıktır. Neden batasın ya? Son nefesine kadar batmamak için mücadele etmek lazım.. Biz baştan tüyüyoruz. Karamsarlık entelektüel bir kaçıştır. Zaten İslam'da da iyimserlik vardır. Müslüman iyimser olmak zorunda. Gerçek Müslüman odur. Çünkü Allah'a teslim olabilmek büyük bir iyimserliktir.

Ersin YILANCI: Kültürümüzü bu iyimserlik rüzgarıyla mı uçurabiliriz?
Ahmet İNAM: Yapacak çok şeyimiz var tabi. Aramızda yaptığımız saçma sapan kavgaları bırakmalıyız. Batıyla kültür kavgası yapmalıyız. Batıya karşı açacağımız kültür savaşına Batı cevap dahi veremez.
Ersin YILANCI: Felsefe yolculuğunuzda Nietzsche'yle gayet iyi dost olduğunuzu biliyoruz. Bunca felsefeci içinde neden Nietzsche?
Ahmet İNAM: Batının anladığı Nietzsche; “Tanrı öldü” diyen, batının bütün değerlerini yok sayan, bireyi ön plana çıkartan, “üstün insan” diyen, elinde kırbaçlarla kadınlara saldıran faşist bir insandır. Nietzsche'nin bu iddialarla hiçbir alakası yok bence. Nietzsche bana göre elinde udu, kafasında fesiyle İstanbul'da yaşayan bir İstanbul beyefendisidir. Nietzsche; mahcup, sıkılgan, ince düşünen ve temiz bir insandır.

Ersin YILANCI: Peki hayata dair neler söylemiştir?
Ahmet İNAM: Nietzsche'nin ilk verdiği mesaj, kendimizi yenilemektir. Kendini yenilemeyen bir düşünceye saplanıp kalmış ve onu alternatifleriyle karşılaştıramayıp geliştirememiş ve dolayısıyla orda takılıp kalmış insanların yozlaştığını, kuruduğunu ve çürüdüğünü söylüyor. Nietzsche'ye göre hayat sürekli tazelenmesi gereken bir süreçtir. Her zaman yeniden doğmalıyız mesajı.

Ersin YILANCI: Bu yaklaşım bana Yunus Emre'nin, “Her dem yeniden doğarız / Bizden kim usanası” dizelerini hatırlattı..
Ahmet İNAM: Tabi aynı yaklaşım. Yeniden doğmak hep diri kalmaktır. İşte ben Nietzsche'de bunu buldum. Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak Nietzsche'de işimize yarayacak daha çok noktalar var. Değerlerimizin gözden geçirilip yenilenmesi meselesi örneğin. Eskiyen ve kokuşanın atılıp tazelenmesi ve yenilenmesi anlamında Nietzsche'den çok önemli işaretler aldığımı düşünüyorum.

Ersin YILANCI: Nietzsche sizin gözünüzde tam olarak hangi coğrafyada duruyor?
Ahmet İNAM: Nietzsche, batı düşüncesinin tipik bir örneği değil bence. Nietzsche çok farklı bir insan. Hıristiyanlığa ve batı düşüncesine yaptığı eleştiri ve saldırılarla çok önemli bir noktada bulunuyor. Bizim kültürümüz açısından da çok önemli bir felsefecidir. Ama bizde Nietzsche'yi okuyanlar onu anlıyor mu, işte bundan hiç emin değilim.

Ersin YILANCI: “Böyle Buyurdu Zerdüşt” ve “Tanrı Öldü” diyen tuhaf bir insan!
Ahmet İNAM: (Gülüyor) Hiç alakası yok. Orada ölen Hıristiyanlığın “Tanrı” dediğidir. Çünkü onlar Tanrı sözüyle insanlığı çok sömürmüşler. Yoksa Nietzsche'nin gerçekten Tanrı'yla alıp veremediği bir şey yok. Zaten öyle bir şey diyemez. Nietzsche O yüce gücün hep farkındadır. Ben Nietzsche'nin Tanrıya inandığını düşünüyorum. Ama onun rahatsızlığı, içinde büyüdüğü Hıristiyanlık ve batı düşüncesidir. Batı düşüncesi ve Hıristiyanlığın olumsuz yönlerini görmek için Nietzsche okumak lazım. Ama Nietzsche'den öğrenmemiz gereken şeyleri daha öğrenmediğimizi düşünüyorum.
27 Ocak 2003
Millet, Haftalık Haber Dergisi, Sayı