SİNCAN'DA ÖLMEK * Abdülkadir Budak

“Bir şair İstanbul'da doğmamışsa İstanbul'da ölmelidir”

Bu cümleyi kurduğumda Kuğulu Park'ta mıydım?
Yanımda Yücel mi vardı -milattan önceki Yücel –
Hayati mi geçiyordu, Hüseyin Atabaş mı?
Hangisine seslendim, duymayan hangisiydi?
Ama şundan eminim ben bu sözü ederken
Havuz dediğin deniz, kuğuı dediğin martıydı

İnsan kendi yazdığını tırnak içine alır mı?
“Kayığını kaldırıma bağlamış biri
Yerine geçiyorum şu sıra Ankara'da”
İstanbul düşleriyle yaşlanıyorum
Yarım Kayseri geride, çeyrek Malatya

Teselli ustasıyım; Ankara fena değil
Mülkiyeliler bahçesi Mehmet Taner'le
Çay içimi Ahmet Telli; öteki Adnan
Beriki Salih Bolat, karınca kararınca
Gizli şair Hasan Ali, yakın olan uzaklık
Şükrü bir türkünün su boylarında

Ve benim burada ikilemlerim
Kravatlı şehirde yakası açık gezmeler
Hep şapkalı görmek Ahmet Özer'i
Tavla oynar gibi sakalla oynar
Engürü Kahvesi'nde Nihat Genç keyfi

Şimdi Ahmet Erhan İstanbul'da ya
Yaşadığı “daüssıla”
Ben daha buradayım, kuğular parkta
Giderim belki bir gün, çocuklar uçar
Ve Zerrin saçlarını sarıya boyatırsa

(Üç kitabı burda yazdım, bu evde
Çekiç ve çivilerle)

Bir gün mezarlığına gömülürüm de
Sincan'da bir sokağa adım verilmez
Olur ya, belediye başkanlarından biri
Adımı değil de
Yalnızlığımı belki

Adam Sanat Dergisi Kasım 2001 sayısı