Salon ve Sahne * Abdülkadir Budak

Şu salonu dolduran büyük boşluğa
Sahneden bakıyorum sahte bir dolulukla
Tedbirliyim gelirken ırmağımı getirdim
Birkaç köprü getirdim dekor gereği
Derin uyuyan çocuğa gölgesi düşen
Hızarın sokulduğu bir ağaç gövdesini

Soyulmuş elma kabuğu, hiç olmazsa kokusunu
Getirmek isterdim de ipeğe sarılı bıçak
Onun kesme duygusunu getirdim
Devrilmiş kamyonun kasasından söktüğüm
“Ömür biter yol bitmez” yazısını getirdim
Herkes kendine düşen payı alsın buradan
Burası salon değil, karanlık orman

Işıkları yakın desem olmaz dekor gereği
Boşluğa dolulukla karşılık veremezsin
Çivi sökermiş ancak başka civiyi

Bıyığımı kesmiştim uzun sözlerimi de
Az önce şu salona başkası olup girdim

Yanımda ırmak vardı, dekor gereği köprü
Hızarla dostluk kurmuş ağaç gövdesi
Yok yok uzun kalamam, sözlerim kısa
Bu kurumuş ırmağı, kendine geçen köprüyü
Size bırakıp giderim nasılsa

Bıçağı da sizlere bırakırım nasılsa
Geldiğim gibi giderim sahte bir dolulukla

Ece Ayhan'ı anmak kaçınılmaz olacak
Orta sıralardan hizayı bozan parmak
En arka sıralardan o bildik itirazlar
Orda oturmak kolay bencileyin ayakta
Yani ateşten sahnede serin su pozlarında

Sahneden salona fırlatılan bakışlar
Boşluğu dolu görür, hey sen en köşedeki
Rüzgârsan bu kapalı salonda işin nedir?
Esmesine çekidüzen vermiş rüzgârın bile
Kapıları çarpıp gitmek doğası gereğidir

Size büyük boşluk diyebilmem için benim
Dolu olmam gerekir sözgelimi kuyudan
Sahne bir baltayı andırır, iniyorum
Bura bir salon değil, bura bir orman!

Hayal / Nisan Mayıs Haziran 1007 / sayı: 21