Köy Enstitülülerin Teri

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Manisa Şubesi, Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 69.yıldönümü nedeniyle il halk kütüphanesi’nde “Köy Ensitüleri”konulu bir panel düzenledi 22 Nisan günü. Panelin konuşmacıları Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Genel Başkanı Prof.Dr. Kemal Kocabaş, Şair Can Yücel’in kızı Güzel Yücel Gier, Yazar Nuran Güran idi.
17 Nisan 1940’ta dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Başkanı İsmail Hakkı Tonguç tarafından Türkiye’nin her yerinde eşitlikçi eğitim anlayışıyla kurulan Köy Enstitüleriyle ilgili Dr. Sayın Mehmet Uhri’nin bir anısını paylaşmak istiyorum sizinle.
Zeytinin Teri / Dr. Mehmet Uhri

Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık o sıcak yaz günü, Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe'ye kadar gidebilmiştik.
Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da cani sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık Hüseyin amcayla.
Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi.
Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. "motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden" söz etti. Bir sure daha bakindi. Sonra
—Buldum galiba!
Diye haykırdı.
—Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O takdirde döşemelerin ıslak olmalı.
Dedi.
Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa surede görmüştü. Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu. Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.
Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp araesnı gösterdi;
— Doktor musun?
— Evet.
— Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de çayımızı içer soluklanırsınız. Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir
evdi.
Hanımının şikâyetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım. Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Cay hazırlamak için izin istedi.
Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da artmıştı.
Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege'nin köylerinde çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe'ye yerleştiğini anlattı. Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla baş başa yaşadığından dem vurdu.
— Neden buraya yerleştin?
— Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz, unutuldu gitti. Ben Savaştepe Köy Enstitüsünün ilk mezunlarındanım. Hasan Ali Yücel maarif vekili iken ilk Köy Enstitüsü burada açıldı. Burada öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk verdiğini. Ayrılamadım buralardan.
— Peki, bu tamircilik işi nereden cıktı?
— Dedim ya, bilmezsiniz sizler, koy enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu? O zamanın okulları sanırsınız. Hâlbuki orada bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yani sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup hayatı öğrettik çocuklara.
— Yani elinizden çok iş geliyor.
— Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı.
Bu arada çaylar geldi. Cayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti.
— Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.
— Nasıl yani?
— İnsan da doğanın meyvesi değil mi?
Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;

— Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor, selede tuza yatırıp acı suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
—Sizin koy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi? Diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
— Hurma zeytini bilir misin?
— Bilmem. Hiç duymadım.
— Ege’nin bazı yerlerinde olur. Ağaç ayni ağaçtır ama her yıl kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgâr ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın. Eeee, Koy Enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi
İnsanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı.
Sustuğumu görünce. Hanımından, boşalan bardakları doldurmasını rica etti.
—İşte bu yüzden, öğrendiklerimin zekâtını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım, doktorcum, unutulsun istemiyorum. Dedi.
Kitaplığından çıkardığı iki kitabi kızıma hediye etti. Vedalaştık. Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.
Dr. Mehmet Uhri
Not: Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakulah ve Koy Enstitülerine emek verenlerin anısına ithaf olunmuştur.