“kız Öğrenciler için Pozitif Ayrımcı Eğitim Kurumları : Köy Enstitüleri ”

Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme haklarını alışlarının 75. yıldönümü etkinlikleri kapsamında "Uluslararası Multidisipliner Kadın Kongresi" İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Tınaztepe Kampusu’nda Fen Edebiyat Fakültesi konferans ve sunum salonlarında 13–16 Ekim 2009 tarihleri arasında düzenlendi.

DÜNYADA ve Türkiye'de kadın hakları konusunda çalışma yapan çok sayıda bilim kadını, aktivist, kadın örgütleri temsilcisi, İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ilk kez düzenlediği ilk kadın kongresinde bir araya geldiler. Ülkemizde kadının toplumdaki yerini, hukuki varlığını, kadın üzerine oluşan mevcut algı ve kurguları "Değişim ve Güçlenme" teması etrafında uluslararası düzeyde tartıştılar.
Kongreye, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Genel Başkanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Kemal Kocabaş da katıldı.
Sayın Hocamın bu kongredeki konuşması diğer katılımcıların görüşleri kadar önemliydi. Sayın Kocabaş:
“Türkiye’de karma eğitim 1927 yılında Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin çabalarıyla hayata geçer. O dönemin tanıklarından Cevat Dursunoğlu: “İçinde bulunduğumuz gerçekleri göz önüne alarak meseleyi bakanla bir daha görüştük. Necati sorumluluğu kendi üzerine alarak, o yıl, yetmiş kadar ortaokulda karma eğitim uygulamasına karar verildi.” diyerek sürecin nasıl başarıldığını ifade eder. 1937 yılında Eğitmen Kurslarının açılması sonrası yatılı-karma eğitimin ilk uygulaması yapılır. Ancak 25–30 kız öğrenci eğitmen olur ve bu çaba o dönemde fazla başarılı olmaz. Üç yıl sonra yatılı-karma eğitim Köy Enstitülerinde hayata geçer. Köy Enstitülerinin kuramcısı İ.H.Tonguç müdürlere yazdığı bir mektupta ““…Müesselerinizdeki kız talebe işi, pek çok emeğinizi harcamanız lazım gelen çok ciddi, önemli ve büyük bir meseledir. Kızları bir tarafa, erkekleri de diğer tarafa ayırarak müesseseyi iki kafes haline getirmek asla doğru değildir ve bu ayırmanın bir neticesi olarak mektuplaşan kız-erkek iki talebeden kızı enstitüden uzaklaştırmak tedbiri cemiyetin kadına kıyan eski telakkisinin yaşatılmasından başka bir mahiyet ve manayı haiz değildir. Kızlar kızlıklarını, erkek çocuklar da erkekliklerini bilerek müessesenin tabii hayatı içine sokulmalıdırlar. Bisiklet, motosiklet kullanma işini, bir musiki aletini çalmayı, şarkı söylemeyi, milli oyunlar oynamayı bütün talebe aynı derecede bilmelidir. Bütün güçlüklerine rağmen kız ve erkekli bir hayatın her türlü işine, eğlencesine, zevklerine ve ıstıraplarına iki cins talebe de müştereken sevk olunmalıdır. Bayağı olan her şeyden kaçınmak ve korunmak şartıyla kız ve erkek talebeye hayatı bütünüyle yaşatmamız lazımdır…” ifadeleriyle karma eğitime nasıl bakıldığının altını çizer. O dönemde enstitülere kız öğrenci bulmak çok zordur. Enstitü müdürleri, gezici başöğretmenler, milli eğitim müdürleri seferber olur. Yanında ancak bir kız öğrenci getiren erkek öğrenciyi sınavsız almak uygulamasını devreye sokarlar. Ancak enstitülerde bu çabayla yaklaşık 1400 kız öğrenci yatılı-karma eğitim görebilmiştir.
Prof. Dr. Ayşe Baysal Yeniden İmece Dergisi’nde yayımlanan bir söyleşide ““…İlkokulu bitirdiğimde Köy Enstitüleri kurulalı 5 yıl olmuştu ve ilk mezunlarını vermişti. Yeni mezun öğretmenler köylere gelmeye başlamıştı. Halk bu değişimin farkındaydı. Öğretmenin iyi koşullarda düzenli yaşamı dikkat çekiyordu. Artık herkes okumanın önemini kavramaya başlamıştı. Giriş sınavları konmuştu. Enstitüye erkekler gidiyor, kızlar hiç gitmiyordu. Devlet, Atatürk’ün koyduğu ilkeler doğrultusunda toplumun tüm kesimlerinin gelişmesini, yetişmesini sağlamak için, kadınların da okuması için çareler arıyordu. Köy kızlarını okumaya teşvik etmek, zorlamak için, bir kız öğrenci getiren velinin oğlu enstitüye sınavsız alınıyordu…” diyerek pratikte hayata geçen bir pozitif ayrımcı kazanımı işaret ediyordu. Yazar Talip Apaydın Çifteler’de karma eğitim ve yansımalarını “Köy Enstitüsü Yılları” adlı kitabında “…O yıl kızların bulunduğu sınıflar da Hamidiye’ye getirildi. Yatakhane, yüznumara hariç, her yerde onlarla beraberdik. Bir iki ay içinde doğallaştı. Alıştık. Öbür arkadaşlarımız gibi gelmeye başladılar. Hatta onların yanında daha dikkatli, daha uslu idik. Kötü konuşamıyorduk, kaba davranamıyorduk… İster istemez kendimizi topluyor, kibarlaşıyor, saygılı davranıyorduk… Şu kadarını iyi anımsıyorum, kızlarla beraber olduğumuz zamanlar, çalışırken, yemekte, teneffüste, her yerde daha bir özenli, daha bir iyi olmak zorunda kalıyorduk… İki cinsin birbirini eğittiği, düzelttiği gerçeğini ben kendi üzerimde deneyip anlamıştım… Köy Enstitülerin yıkılışı ile en büyük darbeyi köy kızları yedi…” şeklinde ifade ediyor. 1950 yılında enstitülerde karma eğitime son veriliyor. 1952 yılında da kızlar Bolu ve Beşikdüzü’nde toplanıyor. Enstitüler 1954 yılında Öğretmen Okullarına dönüşüyor. Karma eğitim karşıtlarının bu çabaları sonucu 1950–1962 yılları arasında yoksul köy kızları parasız-yatılı-karma eğitim olanağından, hakkından yararlanamıyor. Bugün de “muhafazakâr dünya” bu konuda hala kendini aşamamıştır.
Günümüzde hayatı kadın-erkek olarak beraber paylaştığımız analarımız, ablalarımız, eşlerimiz, kızlarımız ve arkadaşlarımıza yönelik her tür cinsiyetçi ayrımcı uygulamalara, kadına yönelik şiddete karşı çıkmak acil bir insani sorumluluk ve görevidir. Bu kongrenin “kadın hakları” dolayısıyla da demokratik kültürümüze katkılar sağlamasını, siyaset kurumunun da “kadın kotaları” ve özellikle eğitimde kadınlara yönelik “pozitif ayrımcı” yasalar üretmesi en önemli dileğim ve talebimdir. “
Akdeniz dünyası içinde en eski kıyı uygarlıklarını yaratmış, yerleşik insan uygarlığı tanımıyla yaşıt, Neolitik Çağ’dan bu yana geçmişi 9 bin yılı aşan bir kent olan İzmir’in kongre turizmi ile tanıtım çalışmalarına katkıda bulunduğu açıktır. Ayrıca İzmir’de bulunan diğer üniversitelerin öğretim elemanlarının ve öğrencilerinin de bu uluslararası ve çok disiplinli kongreden önemli yararlar sağlamaktadır. Dileğimiz güzel Manisa’mızın da böyle güzel çalışmalarla kültür ve bilgi zenginliğini ulusal ve uluslarası alanlarda tanıtmasıdır.
İzmir denilince Cahit Külebi’nin Atatürk’e Ağıt şiirini anımsamadan geçmek olmaz:
Savaştepe köprüsünden geçen tirenler
Sel olur İzmir’e akar.
İzmir’in denizi kız kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar.