Kazı * Adnan Özer

Biz güz sevdalıları
izleri peşindeyiz nice…
eski bir aşk masalının.
Gülün işvesinden bir tutam
tozlar arasında..
bülbülün dileğinden bir telek
kurumuş dalda…
buluruz diye.

Bütün bir öğleden sonra seni bekledim Nymphea,
minare tuğlalarının yer ile göğü diktiği parkta.
Nil çiçeğinin çividi rengini almasını seyrettim/ bulutların.

Siperlerini terkedişini gördüm yaz ordularının,
başaşağı sarkıtılmış bir ölünün saçlarından
küskün bayraklarıyla.

(Zaman yeni bir güze hazırlıyordu gergin ekim toprağını.
Yukarda, yağmur ısıtıyordu trampetini.
Su çekmiş süngerleri andıran bulutlar kıblelerine alıyorlardı
serin bir limon gibi körleşen güneşi.)

Sabah sisinin yatalak hastalığı ikindiye ulaştı.
Uzak ağıllara götürdü
çoban yıldızı sürüsünü,
torbasında peynir, soğan ve ekşi hamur kokusu.

(Saldıracak hayvanlar gibi soluyordu rüzgâr.
Islak somağını sürtüyordu ağaçlara.
Atkestaneleri intihar boşluğuna atlıyorlardı.
Güneşi dileniyordu tahtaboşlar, oluk kiremitleri.
Su haznelerini genişletiyordu asma yaprağı
ağırlamak için uzak bir güneşe
secde eden damlaları, o çıplak ırmak dervişlerini.)

Seyrek sakalıyla yağmur, eğilip vakti sordu:
– Vakit tamam!
Ve şen trampetçi boşalttı vuruşlarını.
Yakaran bir el gibi duruldu rüzgâr.
Koştum -sırtımda yağmurlu bir orman-
bakışlarının gri gölcükler gibi
gezindiği parka.
Döküldü dudağımdan, tuzun minnet dolu akışıyla
şükür duaları.

Adında ağrıyan gümüşle sevdim seni Nymphea,
rüzgârın kumda hecelediği sözcük
ve buğdayın ıslığıyla.
Elveda,
karaladık aşkımızı pamuğun suçuyla.
Elveda,
merhaba ve elveda arasında
hayatımızın gömülmemiş çocuğuyla.
Elveda,
nil çiçeğinin yitik akrabası,
yüksük topuklu Nymphea!