“güneydoğu Sorunu Nasıl Çözülür?” * Ülgen Zeki Ok

Sorunu çözebilmek için hızlı etkili, sihirli bir formül olmadığını kabullenmek gerek, öncelikle…
Ardından karmaşık olan sorunun kökeninde yatan ana unsurlar belirlenmeli…
Gerçekçi ve kalıcı çözüm yollarını ortaya koyarken, tarihsel süreçten de dersler alınmalı…
Sorunun kökeninde öncelikle, bölge insanının sosyoekonomik ve kültürel farklılıkları ile eğitim durumları var. Gelir ve eğitim düzeyi düşük; doğurganlık çağındaki kadınların yüzde 40'ı okuma yazma bilmiyor ve bu kadınların yetiştirdikleri çocukların okul çağına gelene dek Türkçe öğrenmeleri neredeyse olanaksız. Bölgede halen derebeylik (feodalite) sistemi hakim; “şıh” ne derse, topluluk onu yapıyor.
Pek üzerinde durulmayan önemli bir etken de bölgede hukukun gereklerinden bazılarının uygulanmaması; yetkililerin “sorun çıkmaması” gerekçesiyle, buna göz yummaları ve olayların artık “normal” karşılanması… Örneğin “Uludere Olayı”nda insanların “kaçakçılık suçu” işleyeceklerini, kaçakçılığı önlemekle görevli sınır karakollarına bildirdiklerini; bu kişilerin aralarında, “kaçakçılığı önlemek” için “maaş” alan korucuların da bulunduğunu öğrendik ve bunları tartışmaya değer bulmadık. Bu olayların yanında “kaçak elektrik kullanım oranları” konusu çok basit kalıyor, hiç girmeyeyim…
En önemli etkeni sona sakladım… “Emperyalist ülkelerin yıllardır süren emelleri!” Aynı bahane (demokrasi getirmek) ile girdikleri Irak'ta neden yıllardır demokrasiden söz edilmiyor acaba? Son uçak düşürme olayının da bu çerçevede incelenmesinde yarar var; dolduruşa gelerek “taşeron” veya “maşa” konumuna düşülmemeli…
Tarihsel sürece girince çıkmak zor; ancak iki nokta atışı yapalım…
“Hedefimiz, Türk olmayan bütün halkların Türk boyunduruğundan kurtarılmalarını sağlamaktır. Bir Mustafa Kemal'in ve onun gibilerin, böylesi bir politikayı engellemelerine izin verirsek, Avrupa'nın üstüne düşen görevi en kötü şekilde yerine getirmesi demek olur bu.” Tarih 10 Ağustos 1920; yani “Sevr Antlaşması”nın imzalandığı gün; sözler Londra'da Avam Kamarası'nda konuşan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a ait…
19 ay sonra 6 Mart 1922'de Atatürk gizli oturumda TBMM'ye seslenirken ülkenin savunmasında iki cephe tarif eder: “İç cephe, bütün halkın aynı düşünce ve inançla birlikte kurdukları cephedir. Dış cephe ise, ordumuzun düşman karşısındaki cephesidir. Dıştaki cephenin sarsılması, bozulması, çözülmesi, yenilmesi bir milleti, bir yurdu mahvedemez. Asıl önemli olan, yurdu temelinden yıkan ve halkını tutsak eden, iç cephenin düşmesidir.”
Sözlerini şöyle sürdürür Atatürk: “Üzülerek söylüyorum ki düşmanlarımız hiçbir özveriden sakınmıyorlar. Tek amaçları ulusal girişimlerimizi ve iç cepheyi yıkmaktır. Önemli olduğu için söylemeliyim ki, Güneydoğu cephemizde bir Kürdistan olayı ortaya çıkarıp, oradaki suçsuz halkın kafasını karıştırıp, genel birliği bozmak için her türlü girişimde bulunmuşlardır.”
Özetle “Güneydoğu cephesinde yeni bir şey yok!”
Çözüm ne peki?
Öncelikle Atatürk gibi kararlı olmak gerek; bölücülüğe ve hukuksuzluğa prim vermeksizin, günün koşullarına uygun ve eşit vatandaşlık temeline ve hukuka dayanarak; çözüm yolları aranmalı. Diğer Türk vatandaşlarına verilmeyen hakların bu bölge insanına verilmesinin sorunları çözmekten çok büyüttüğünü defalarca gördük.
En önemli “silah” eğitim olmalı; özellikle kız çocuklarının kesinlikle okula gitmelerini sağlamak gerek. Türkçeyi ve okumayı bilmeyen kadınlar için kurslar düzenlenebilir; bitirenler ödüllendirilebilir. TRT Şeş'te Türkçeyi ve okumayı öğretmeye yönelik programlarla, öğrenmek isteyenlerin önü açılabilir. Bu konuda Ordu'ya da önemli görev düşüyor.
İlk dört yıllık eğitimde Türkçeyi ve okumayı öğretmek için ana dilde eğitime izin verilebilir; ancak unutulmamalı ki, Atatürk'e göre Balkanları kaybetmemizin tek bir nedeni vardır: “Bu da İslav araştırma cemiyetlerinin kurduğu Dil Kurumlarıdır, bizim içimizdeki insanların ulusal tarihlerini yazıp ulusal şuurlarını uyandırdığı zaman biz Balkanlarda Trakya sınırlarına çekildik.”
Haftanın Sözü: İnsanların içinde savaş korkusunu besleyip büyütmek, savaşa ticaret ve kazanç gözüyle bakanların başvurduğu eski bir kurnazlıktır. (Hermann Hesse)