Dursun Akçam

Dursun Akçam'ın Yaşam Öyküsü
Alper Akçam
Aykırılığı doğumuyla birlikte başlar sanki. Doğum kaydı, nüfus cüzdanı, kitap tanıtımları, ansiklopediler doğum tarihi olarak 1930 deseler de, kendi anlatımı ve yakınlarından alınan bilgilerle gerçek doğum tarihinin 1927 olduğu anlaşılabilir. “Halaoğlu” deyip çok sevdiği, memur çocuğu olduğu için doğum kaydı zamanında yapılmış, yıllar önce Erciyes'te çığ altında kalarak ölen teyzeoğlu Prof. Dr. Mecit Doğru ile yaşıttır.
Bebekliğinde, kundaktayken akşamları yanan isli kandile atılır, ışığı tutmaya çalışırmış. İnsanları idolleştirmeyi pek seven halkımız, köylüsü kadınlar böyle anıyor Dursun Bebeği. Sonra, ölü evlerinde sıcak ekmek kolluyor Dursun çocuk. Açlığın soluğunu duyumsuyor bir yandan, bir yandan yüksek yaylalarını çevreleyen dağların arkasına ulaşmayı, uzak ülkeleri bulmayı, yeni ufuklarda yaşamayı kafasına koyuyor. Dilenci sanısı ile defalarca bahçesinden kovalandığı Ardahan 23 Şubat İlkokulu'na dördüncü sınıftan öğrenci olarak girmeyi başarması, o karalık köyde kendini dördüncü sınıfta okuyabilecek olgunluğa ulaştırmış olması, ona yakıştırılan efsanemsi kişiliğin gerçeğe yakın parçalarıdır. Cilavuz Köy Enstitüsü ve Enstitülük ruhu, binlerce yıllık bezirganlığın çıkar ilişkilerine batmış Anadolu için nasıl aykırı bir ışık olduğunu Dursun Akçam'ı kucaklayarak, alıp iyice yükseğe, aydınlığa ulaştırarak kanıtlamış olmalı. 1950 yılında bitirdiği Cilavuz'dan sonra, ışığa ve aşka pervane kimliği onu daha uzaklara sürükleyecektir. 1958'de, Gazi Eğitim Edebiyat Bölümü'nü bitirir. Ardahan, Keskin, Kırıkkale, Ankara'da öğretmenlik, bir yandan başlayan ve giderek anlam ve boyut büyüten yazın yaşamı… Mücadele alanında öğretmen örgütlülüğü… Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ikinci başkanı iken 12 Mart Muhtırası ile tutuklanış… Muhtıra öncesi çalkantılarda, olası bir darbe içinde, adının Milli Eğitim Bakanı olarak geçtiği söylenir. 12 Mart sonrası sekiz yıl on ay hüküm giydiyse de Askeri Yargıtay'da beraat eeder. Öğretmenliğe dönüşü, sürgünler, açığa alınmalar ve türlü baskılarla karşılanır.
Yazın alanındaki başarıları art arda gelir o yıllarda. Milliyet Gazetesinin Ali Naci Karacan Yarışması'nda Analarımız'la birincilik alır, “Haley” adlı öyküsü “Altın Portakal”, “Kanlıderenin Kurtları” Türk Dil Kurumu Roman ödüllerini kazanır.
12 Eylül öncesinde Demokrat Gazetesi sahipleri arasında yer alır, sorumluluğunu üstlenir. Giderek şiddetini arttıran terörün önemli hedeflerinden biri olur Dursun Akçam adı. Açık, gizli tehditler alır, izlenir. 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışına çıkma gereği doğar. On bir yıl ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kalır. “Alaman Ocağı”, “Generaller Birleşin”, “Dağların Sultanı”, Sevdam Ürktü” adlı yapıtları o dönemin ürünleridir. Türkiye'ye dönüşünden sonra yayınlanan . “Ucu Ucuna Yaşam”da yine Almanya yıllarını anlatır. Kafdağı'nın Ardı'nda, yazın yaşamının en olgunluğa ermiş ânında, çocukluğuna dönüp memleketini, kendi yaşamını, birlikte yaşadığı insanları bir kez daha sorgulamış, hayatla bir son el daha oynamıştır sanki.
Hastalığının tanısı konduğunda, o, artık çok fazla yaşayamayacağını biliyor gibidir. Hasta Dursun Akçam'a bu dünyada yer yoktur. O bir isyancı olarak doğmuştu, öyle ölmeliydi. Pek gören olmaz hasta yüzünü, hasta kimliğini. İki ay gibi kısa bir sürede, tüm dünyaya, onu yaşam sevincinden uzak tutan bedenine öfkeler savurarak ayrılıp gider.
Işıklı göklerden, yıldızların arasından göz kırpıyor şimdi bize, adaletsiz her şeye ve herkese ta yürekten haykırışlarla sövmemizi istiyor.
Işığı bol olsun…