Bir Öykü

Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak onlara vasiyette bulunur:
-“Oğullarım; ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için, size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum.
Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum.”
Babalarının ölümünden sonra,mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler.
Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar.Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler.Çünkü 17 sayısı ne 2’ye,ne 3’e,ne de 9’a bölünebilir.
-“Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli,yaşlı bilgesi gelir ”diye düşünüp,ona giderek danışırlar.
Bilge kişi;
“Benim bir devem var,onu da alıp,yeniden hesap yapın “ der.
Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar,18 deveyi pay etmeye çalışırlar.Önce 2’ye bölerler,büyük oğul 9 develik payı alır.Sonra 3’e bölerler,çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır.
Daha sonra 9’a böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır.Ama,bütün develeri paylaştıktan sonra ortada fazladan bir deve kalır yine…
Oğullar bir durumu da bir çözüm getirmesi için yeniden yaşlı bilgeye başvururlar.Bilge kişi güler ve:
-“iyi öyleyse ”der.”Sorununuz çözümlendiğine göre,ben de devemi geri alabilirim artık.”
Bilge kişi bu hikayeye tıpkı “bilgi ”gibi katalizör olarak olaya girer,çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar.
Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur,ama kendinden de bir şey eksilmez.

Bir Öykü

Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti… Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..
Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..
Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı…
Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..
Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.
Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu?
Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner…"
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil… Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı…"
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"
Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı.
Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.
Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.

Ayağınıza kadar gelip, sizinle görüşmek isteyen insanlara yaklaşmadan önce bir kez daha düşünmeniz dileğiyle…