Çobanlıktan Müzik Öğretmenliğine, Besteciliğe Uzanan Bir Köy Enstitülünün Yaşam Öyküsü

Hüseyin Küçükçakar : “Çobanlıktan Müzik Öğretmenliğine, Besteciliğe uzanan
Bir Köy Enstitülünün Yaşam Öyküsü”

Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu 1937 Yılı girişli, Hasanoğlan Yüksek Köy
Enstitüsü 1945 çıkışlı müzik öğretmeni, besteci Hüseyin Küçükçakar;
Kızılçullu, Hasanoğlan ve tüm enstitü ailesinin önemli adlarından. 85
yaşında ve İzmir Göztepe’de oturuyor. Eylül ayında yayınlamayı
planladığım “Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar” adlı kitap hazırlıkları
sırasında kendisine ulaştım, onu ve yaşam öyküsünü tanıma olanağı
bulabildim.

Hüseyin Küçükçakar kim? 1925 Denizli-Kızalcabölük Köyü doğumlu. 1926
yılında ailecek Aydın’ın Umurlu Köy’üne taşınırlar. Çocukluk günlerinde
hayvanları otlatma işi onun görevi olur. Altı çocuklu, yoksul bir aile
ortamında ilkokulu tamamlar. Kızılçullu’da Köy Öğretmen Okulu açıldığı
haberini alır, başvurur ve 1937 yılında Kızılçullu öğrencisi olur.
Kızılçullu’yu ve müziğe olan ilgisini “İlkokul yıllarında köyde
ineklerimizi dağlarda, bayırlarda güderdik. Menderes Nehri kenarında
kargılardan düdük kaval, yapar ve o düdükle türküleri çalardım. Sonra
Kızılçullu’ya geldim. Mehmet İnal çok iyi bir müzik öğretmeni değildi ama
bize mandolin çalmaya iyi öğretti. Kızılçullu’da “Yaşar-Çakar” ikilisi
olarak her etkinlikte konserler vermeye başladık. Notaları da öğrenmiştik.
Etkinliklerde Tango, Samba, Rumba gibi her eseri çalıp söylüyorduk. Mehmet
İnal beni biraz yönlendirecek birikimi olsaydı çok iyi bir besteci
olabilirdim. Kızılçullu’da 1. ve 2. sınıflarda Akordiyon da çalıyordum.
Enstitüye sonradan gelen Hayri Akay daha bilgili, yetenekli bir müzik
öğretmeniydi. Akordiyonda basları ondan öğrendik. Okulun milli oyunlarının
müziklerini Yaşar, Melahat ve ben yapardık. Tüm yürüyüşlerde en önde biz
olurduk. İlk kez 1938-1939 döneminde Alsancak Stadyumuna topluca zeybek ve
müziklerimizle girmiştik. İzleyiciler çok etkilenmişti. 1942 yılında İnönü
ve Yücel beraber Kızılçullu’ya gelmişlerdi. Onlara bir mandolin konseri
vermiş topluca milli oyunlar oynamıştık.” Küçükçakar 1942 yılında
Kızılçullu’dan mezun olur ve o yıl tüm mezunlar Hasanoğlan Yüksek Köy
Enstitüsüne kabul edilirler ve Güzel Sanatlar Bölümü öğrencisi olur. O
yılları “Güzel Sanatlar Bölümü öğrencileri olarak Gazi Eğitim Enstitüsü
Müzik Bölümü ve Devlet Konservatuarında derse giderdik. Ruhi Su
konservatuarda şan hocamızdı. Hasanoğlan binaları tamamlanınca hocalar
Hasanoğlan’a gelmeye başladı. Ruhi Su bağlamayla gelir bize türküleri
öğretir, şan dersleri verirdi. Çok saygı duyduğumuz bir hocamız idi.
Zuckmayer Gazi’de hocamızdı. Cebeci’de evi vardı. Bendeki yeteneği görünce
evinde piyano dersleri vermeye başladı. Türk Marşını beraber çalardık.”
diyerek anlatır. 1944-1945 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü
bitiren Küçükçakar Yüksek Köy Enstitüsüne asistan olur. Bu sırada, daha
önce mezuniyet tezi olarak bestelemiş olduğu “SÜİT”’i okula ziyarete gelen
İnönü, Şükrü Saraçoğlu ve yanlarındaki erkana çalar. Ziyaretçi
bakanlardan biri (Saffet Arıkan) çocuğu için dışarıdan ithal ettiği, henüz
ambalajı açılmamış olan bir kuyruklu piyanoyu Küçükçakar için Hasanoğlan’a
hediye eder. Hasanoğlan sonrası Türkiye’de rüzgarlar tersten esmeye
başlar. Görevden ayrılmış olmasına rağmen Tonguç’un katkısıyla Küçükçakar
“Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümüne” dışarıdan bitirme sınavlarına
girer. Sınavları E.Zuckmayer ve Halil Bedii Yönetken yapar. O dönemi
Küçükçakar “Yönetken sınavda piyano ile dikte (müzik imlası)
yaptırıyordu. Yönetken ne çaldıysa hemen nota olarak yazıyordum. “Siz bu
parçayı biliyordunuz galiba” dedi. “Hayır” dedimse de beni yanıltmak için
yanlış şeyler çalmaya başladı, hepsini yazıyordum. Şaşırmıştı. Piyanoda ne
çalacağımı sorunca “Bethoven’ın Ay Işığı Sonatını çalacağım” dedim. Daha
da şaşırdı. Sınava giren 11 kişiden ben ve İstanbul Konservatuarı mezunu
bir kız olmak üzere iki kişi kazandık. Benden sonra Yüksek Köy Enstitüsü
çıkışlılara dışarıdan bitirme sınavını kaldırdılar. Mualla Eyüboğlu ve
Sabahattin Eyüboğlu’nun yardımıyla Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğüne ve
Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesinde Adnan Saygun’un asistanı olarak
Ankara Devlet Konservatuarına atandım.” şeklinde anlatır. 1979 yılında
müzik öğretmenliğinden emekli olan Hüseyin Küçükçakar: “86 yaşında,
kulaklarımın az duymasına karşı bu 86 yıllık hayatı ben enstitülere
borçluyum. Nota dayalı, şuursuz, ezberci eğitim sistemine karşı uygulamalı
bir eğitimle, üreterek bu ülkeye nasıl faydalı olabileceğini öğretti
bize.” diyerek enstitülerde verilen eğitimi özetliyordu.
Küçükçakar ile İzmir-Göztepe’de apartmanlar arasında kalmış iki katlı evde
üç kez söyleşme olanağını yakaladım. Yakasında enstitü rozeti, boynundaki
kravat, evinin köşesindeki piyano ve duvarlardaki seksen altı yıllık bir
yaşam öyküsünün görsel hatıraları göze çarpıyordu. Eşini kaybetmiş ve
yalnız yaşıyordu. 2 kızı ve torunları var. Kulakları biraz az duyuyordu.
Söyleşi sonunda çok önemli bir şey göstereceğim dedi ve piyanosun üzerinde
bulunan Hasanoğlan’da 1944-1945 yıllarında yazdığı “Piyano için Süit”
eserini gösterdi. 19.10.1945 tarihinde imzalanmış eserin kapağında eserin
basılmasını ve radyoda yayınlanmasını uygun bulan Öğretmen-Müzikbaşı
Mehmet Öztekin, Armoni ve Piyano Öğretmeni Faik Canselen ve Tiyatro
Öğretmeni Mahir Canova’nın imzaları var. İmzaların üstüne düşünülen notta
da “Bu eser, halk musikisi tesirinde kalarak yazılmıştır. Türk ton ve
ritimlerinden fazlaca faydalanmıştır. Teknik Armoni ve piyanoya yazış
tarzı tamamen garp tekniğine dayanmaktadır. Türk ruhu ve garp tekniğinin
(Beynelmilel görüşün) birleşmesi olan bu eseri basılmaya ve radyo ile
yayınlanmasını uygun görüyoruz.” İfadeleri var. Eserin ilk sayfasının
alt tarafı düzgün bir şekilde kesilmişti. Neden? diye sordum. Orada
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü yazılıydı. 1950-1960 arası DP döneminde
enstitülere yönelik baskılar yüzünden kimliğini gizlemek için kesildiğini
ifade etti. Bir an düşündüm ve Küçükçakar öğretmenime Süit’i 20 Mayıs 2010
Tonguç Sempozyum açılışında Konservatuar sanatçılarına yorumlatma sözü
verdim. İki gün içerisinde fotokopisini alıp iade sözü vererek eseri
aldım.

Hüseyin Amca bu görüşmeden sonra çok heyecanlandı. Beni her gün arayıp
sempozyum açılışında seslendirilip seslendirilmeyeceğini sordu.
Yapabilirler mi? diye soruyordu. Ben de 20 Mayıs 2010 Perşembe günü
salonda olmasını istedim. Eseri Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarından
Piyanist Alev-Efe Sezer ikilisine vermiştim. Mini konseri onlar verecekti
ve 60 yıldır seslendirilmeyen bir eser seslendirilecekti. 20 Mayıs
Perşembe günü Hüseyin Küçükçakar öğretmenim sabah 7.30’da hepimizden önce
salondaydı. Açılış konuşmalarından sonra sanatçı arkadaşlarım ve
öğrencileri sahne aldı. Sıra Hüseyin Amca’nın eserine gelmişti. Salondan
çıt çıkmıyordu. Konser bitti, sanatçı arkadaşlarım Hüseyin Küçükçakar
öğretmenimi sahneye çağırdıklarında Hüseyin Amca’nın gözlerinden akan
yaşlar tüm salonu olağanüstü bir duygu seline bırakmıştı.

Sahnede O’na çiçeğini verirken gözyaşları arasında “Sağol Kemal, bana çok
büyük bir armağan verdin” dediğinde gözümün önünden büyük Köy Enstitüleri
ailesinin emek, üretim, insan, sanat kareleri geçti ve boğazım
düğümlenmişti. Konser veren Konservatuar öğrencisi kızlarımız da
gözlerindeki yaşları siliyorlardı.