TÜRKÇE'Yİ SEVİP YAŞATMAK

Mümtaz SOYSAL

DÜZEYLİ sayılabilecek bir televizyon kanalında sanat programı yapan biri. Laf arasında Abidin Dino'dan söz edecek. Öyle bir ‘‘Abidin’’ deyişi var ki, neredeyse ‘‘abidik gubidik’’ gibi; a'sı öylesine kısa ve keskin. A'ların üzerine, elbette yanlış bir kararla, inceltme ve uzatma işareti konmamaya başlanalı yanlış okuyup söyleyişten geçilmiyor.
Ama, bir dili doğru okuyup konuşmak için, ille de dilbilim metinlerine benzer işaretlerle dolu bir yazı türü mü tutturmak gerekir? İnsanlar birbirini, öğretmenler öğrencilerini düzeltmez mi?
Tuhafı, sıra İngilizceye gelince, bütün bu insanlar, hemen bütün harfleri yerine ve anlamına göre çeşitli biçimde okunan, hatta değişik sesler veren, ama yardımcı olabilecek hiçbir işareti olmayan o dili pekálá öğrenirler, nerede uzatmak, nerede kısaltmak gerektiğini bilirler.
Yabancı dile gösterilen özeni kendi diline göstermemek olur mu?
Yanlış okunan sözcükler Arapça ve Farsça kökenli Osmanlı sözcükleri olsa da, bizim mirasımız, yaşadıkları kadar ayakta tutmamız gereken sözcükler değil mi? Mutlaka yaralayarak hoyratça öldürmemiz mi gerekir onları?
Ya vurgu yanlışları? Hem de, iyi ve deneyimli geçinen spikerlerin dilinde? Bir kısmının ‘‘Ermenistan’’ derken vurguyu nereye vurduğuna dikkat ettiniz mi? Ermeni vatandaşlarımız arasında bile Türkçeyi daha doğru konuşanlar çoktur.
* * *
Dildeki bozulmanın büyük ölçüde yabancı dille yapılan yüksek öğrenimden kaynaklandığı kesin. Kendi dillerini kullanıp geliştirmeden diploma sahibi olan koca koca insanların, ‘‘hayata atıldıktan’’ sonra da Türkçeyi geliştirme kaygısı duymaları çok ender görülüyor. Aslında, tam tersinin olması beklenirdi; insan, büyük bilim dillerinin görkemini gördükten sonra gıpta duymadan ve kendi dilini de o düzeye yükseltmek için didinmeden durabilir mi?
Geçen gün, İzmir'in Dokuz Eylül Üniversitesi'nde ‘‘deniz bilimleri’’ tartışılırken, söz döndü dolaştı, verilerin değerlendirilmesine, bilginin bilime dönüştürülmesine vardı ve zihinler ‘‘enformasyon’’ sözüne karşılık arama sorununa takıldı. Oysa, tam da Türkçenin başka dillere üstün olduğu bir noktaya gelinmişti. Yerine göre, aynı sözcük için Türkçede iki karşılık da kullanılabilirdi: bilgilenme ve bilgilendirme.
Ama, hálá ‘‘enformasyon’’ diyen ya da ‘‘danışma’’ gibi anlam saptırıcı karşılıklar kullanan bir yığın resmi ya da özel kurum var.
* * *
Yasaklarla, yasalarla sağlanabilecek bir dil koruyuculuğu değil bu. Sevmek ve hiç olmazsa şimdiye kadar yapılmış barbarlıkları gidermekle işe başlamak gerek. Örneğin, Sağlık Bakanlığı niyet etse, hasta taşıyan araçlar üzerindeki o münasebetsiz ‘‘ambülans’’ sözünü sildirip sevimli ve anlamlı ‘‘cankurtaran’’ı geri getirse fena mı olur?
Ulusuyla bütünleştiğini söylediğimiz ülkeyi korumak için çırpınıp duruyoruz; ama bir ulusun dili gitse ve toprağı kalsa, ulus o ulus mudur artık?