Neymiş Bu Beylerin * Nihat Behram

neymiş bu beylerin
“şiirin soylu değerleri” dedikleri şey?

Toplanıp bazı şairler
“şiirin soylu değerleri”ni belirlemişler!
Söz gelimi, “intikam gütmez”miş şiir;
“nefret”se o da öyle: “şiire göre değil”miş!
“İsyan, ayaklanma, özgürlük savaşı, devrim,
sosyalist öfke” gibi kavramlar, “şiire değil
tarih kitapları, sosyal araştırmalar, politika ve
medyaya konu” olabilirmiş ancak!
“Halk”sa, “kefeni olarak kültürüne sarılıp
çoktan defnedilmiş!”

Bu beylerin hiç olmazsa
dalında olgunlaştıkça rengine, tadına ulanan
kirazdan öğrenmesi gerekir biraz!
Çünkü, soğumadan ve
vaktinde alınması gereken intikam da
tıpkı dalındaki kiraz gibi, mazlumu bağrında
ancak şiirle uyanıp kendine gelir.
İnsan da insan olmanın anlamına aslında
dalında (yani kavgasıyla) kavuşur. Ve bu kavgada
cesareti, bilgeliği,
umudu, tutkuyu, coşkuyu. Düşü
emziren de şiir değil midir?
İsyansa isyan, ayrılıksa ayrılık;
sonuçta kını da kılıcı da
yüreğiyse eğer sevda erinin: şiirsiz
yapayalnız bir yürek neyle düşlenir,
nasıl içlenir, nerde kuşlanır?
Toplanıp ölçmüş beyler:
“Nefret şaire, şiire göre değil”miş!
“İntikam gütmez”miş şiir!
Oysa, bir nebze olsun onur taşımak
bebekleri diri diri yakan, dumana küle katanları
Unutmadan yaşamak için yeter de artar bile…
Körpecik gençleri kırbaçlayanlara, kanlı prangalara,
umutları ağıtla doldurulmuş analara,
yangın yerlerine, yalana, ihanete, talana karşı
kör, sağır, dilsiz durarak mı insan insan olacak?

Gezen gezsin hayatın düşmanlarıyla utanmadan,
başunı halkımın omuzbaşında taşımayı onurum sayanın ben;
zulmün, zorbalığın, sömürünün olduğu her yerde, her an
anarım Attila Jozefi,
Jose Marti'yi, Mayakovski'yi,
yeniden yeniden bilenir öfkem;
mutluluk duyarım, eğer yüreğimle, sesimle
Nazım'a, Neruda'ya, Fikret'e kardeş olabilirsem…
Halkı acısıyla tutuşturan şiirden
Soyluların ürkmesi boşuna değil!
Odur çünkü toplayıp gelen, çığ gibi
dağlardan yuvarlanarak ve yarlardan dalga dalga
selleşen öfkesini ezilenlerin;
en yenilmez silahını çünkü onda bulur mazlumlar;
umudun sonsuz mu sonsuz ufkunda dolaştırıp insanı
gösterir toprak kadar yakın, yıldızlar kadar ışıltılı
düşlerin ulaşılmaz olmadığını…
çünkü “değişmezlik” tanımı sadece düne denk düşer;
“kader” diye sunulan şey yarınımızsa eğer:
bıçaktan daha keskin ağzıyla sıyrılıp gelir
nabzını hayattan alan şiir;
gelir ve güne, güneşe dönüşür halkın gönlünde,
karanlıkta yanan ateşe…
Boşuna mı Dadal'ın hem nefret hem sevdalı,
hem kardeş hem öğretmen olması,
hem gürz taşıması sesinde, hem gül goncası
doğduğu günden bu güne kadar…

Katil katlinin hemen unutulmasını ister,
başka ne istesin?
Soylunun “olgunluk” diye adlandırdığı şey
halkı uyutmanın tatlı zehridir!
Onlar barbarlığı da “uygarlık” diye çağırırlar…
Çiçeği dalında meyveye ulanan nardan,
çağladan, portakaldan değil de
hırsızın, arsızın tatlı zehrinden mi öğrenecek halk
olgunluk denen şeyi?
Hadi ordan!
bir yanıyla yaylalardan süzülmüş
arı mı arı, duru mu duru kaynakları soluyan,
bir yanıyla denize doğru ırmağını emziren
bu gölde mayanız tutmaz beyler!

Kendilerini “soylu” diye niteleyen bu “şairler”
olsa olsa
soyluların beslemesi kapıkulu kişilerdir!

(Eski / Sayı: 43)