İZMİR'DE KADIN KONGRESİ

13-16 Ekim 2009 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öncülüğünde üniversitenin Buca-Tınaztepe yerleşkesinde “Uluslararası ve çok disiplinli Kadın Kongresi” yapılıyor. Kongreye 750 akademisyen ve düşün insanı bildirileriyle yer aldılar. Yaklaşık 50 ülkeden gelen “kadın araştırmaları” yapan yabancı konuklar da var. Kongre; Türkiye’de kadınlara siyasal hakların verilişinin 75. Yılına atfen yapılıyor. Fakültenin giriş salonları kadın portreleri ve kadın heykelleriyle donatılmış durumda. Tüm alanlarda mor renk hakim. Konuklara verilen kongre çantalarının içinde küçük Artemis heykelciği var. Kongre salonun bir köşesine Boğaz Köprüsünden kendisini atarak intihar eden Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Dicle Koğacıoğlu'nun fotoğrafı, hakkında çıkan yazılar ve taziye defteri de anlamlıydı. Yerel giysileriyle Afrikalı kadınlar da kongreye ayrı bir güzellik kattılar.

Kongre Açılışı 13 Ekim Salı günü yapıldı. Açılışta kongre düzenleme kurulu, dekan, rektör, İzmir Valisi, TBMM kadın komisyonu başkanı, kadından sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın birer konuşma yaptılar. Açış konuşmalarında fakültemiz dekanı Prof. Dr. Serdar Kurt’un gelen konuklara Cahit Külebi’nin “Atatürk’e Ağıt” şiirindeki “Savaştepe Köprüsünden geçen tirenler/Sel olur İzmir’e akar/İzmir’in denizi kız, kızı deniz/Sokakları hem kız hem deniz kokar.” dizeleriyle hoş geldiniz mesajı “kadın ve İzmir” gerçekliğiyle kadın kongresinin anlamını bütünleştiriverdi.
Açılış sonrası ilk gün oturumları renkliydi. İlk oturumda TBMM Kadın Komisyonu üyesi CHP Adana Miletvekili Prof. Dr. Gaye Erbatur Mecliste kadınlara yönelik yapılan çalışmaları anlatarak Cumhuriyet ile beraber kadının kazandığı kazanımları dile getirdi. “Akademisyenler” açık oturumunda ODTÜ öğretim üyesi Prof.Dr.Yıldız Ecevit’in yaptığı çarpıcı konuşmada özellikle son yıllarda uygulanan “muhafazakar ve neo-liberal” politikalar nedeniyle kadının içine kapandığını, yaşamdan çekildiğini, kamuda bile istihdam edilemediğini ve kadının bu politikalardan olumsuz etkilendiğini önemle altını çizdi. Kadın sivil toplum örgütleri toplantısında örgütlenme ve kadın sorunları konusunda yaşanan duyarsızlıklar öne çıktı. KA-DER Genel Başkanı Hülya Gülbahar kadının temsili konusunda tüm partilerin benzer davranışlar sergilediğinin altını çizerek kadınlara yönelik kota uygulamalarının önemini ifade etti. 1935 yılında Türkiye’de kadınların ilk kez %4.6 oranla TBMM’de 18 kişi olarak temsil edildiğini, bu oranın günümüzde yapılan çalışmalarla son seçimlerde %10’a çıkabildiğini ifade eden Gülbahar özellikle sol partilerin bu konuda çok duyarlı davranmadıklarının altını çizdi. “Uçan Süpürge Derneği” başkanı da konuşmasında son yıllarda artan kadına yönelik şiddeti işaret ederek bu konuda kadınlara yönelik şiddeti önlemeye yönelik yasal dayanakların geliştirilmesine önemle işaret etti.
Bu kongrede 15 farklı salonda oturumlar yapılıyor. Konuşmalar kadın ve kültür, kadın ve edebiyat, kadın ve sağlık, kadın ve AB, kadın ve politika, kadın ve eğitim, kadın ve tarih, kadın ve küreselleşme, kadın ve üniversite, kadın ve deniz, kadın ve göç, kadın ve dil, kadın ve istatistik alanlarında yapılıyor. Konuşmacıların çoğu kadın. %20 oranında erkek konuşmacı var. Bu kongrede ülkemizde özellikle 1980 sonrası Kadın Araştırmaları merkezlerinin de gelişimiyle sosyoloji, psikoloji, felsefe, iletişim, edebiyat ve dil bölümlerinde kadın araştırma gruplarının ortaya çıktığı gerçeği ile tanıştık. Bu kongre bir anlamıyla kadın araştırmaları yapan akademisyenlerle, kadın sivil toplum örgütlerinin yan yana gelmesi ve kazanımların paylaşılması anlamında önemli bir kazanım oldu.

XXX

Bu kongreye “Kız Öğrenciler için Pozitif Ayrımcı” Eğitim Kurumları: Köy Enstitüleri” başlıklı bir bildiriyle katıldım. 14 Ekim 2009 sabahı sunulan bildirinin ana amacı eğitim tarihimizde Köy Enstitülerinde hayat bulan ilk yatılı-karma eğitim için ve enstitülere daha çok kız öğrenci bulabilmek için verilen emeği, çabayı katılımcılarla paylaşmaktı.
Türkiye’de karma eğitim 1927 yılında Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin çabalarıyla hayata geçer. Cumhuriyet Eğitim Devrimi karşıtları karma eğitime hep karşı çıkmışlardır. O dönemin tanıklarından Cevat Dursunoğlu “İçinde bulunduğumuz gerçekleri göz önüne alarak meseleyi bakanla bir daha görüştük. Necati sorumluluğu kendi üzerine alarak, o yıl, yetmiş kadar ortaokulda karma eğitim uygulamasına karar verildi.” diyerek sürecin nasıl başarıldığını ifade eder. 1937 yılında Eğitmen Kurslarının açılması sonrası yatılı-karma eğitimin ilk uygulaması yapılır. Ancak 25-30 kız öğrenci eğitmen olur ve bu çaba o dönemde fazla başarılı olmaz. Üç yıl sonra yatılı-karma eğitim Köy Enstitülerinde hayata geçer. Yasa TBMM’de görüşülürken muhafazakar-sağ blok en çok karma eğitime itiraz eder. Köy Enstitülerinin kuramcısı İ.H.Tonguç müdürlere yazdığı bir mektupta ““…Müesselerinizdeki kız talebe işi, pek çok emeğinizi harcamanız lazım gelen çok ciddi, önemli ve büyük bir meseledir. Kızları bir tarafa, erkekleri de diğer tarafa ayırarak müesseseyi iki kafes haline getirmek asla doğru değildir ve bu ayırmanın bir neticesi olarak mektuplaşan kız-erkek iki talebeden kızı enstitüden uzaklaştırmak tedbiri cemiyetin kadına kıyan eski telakkisinin yaşatılmasından başka bir mahiyet ve manayı haiz değildir. Kızlar kızlıklarını, erkek çocuklar da erkekliklerini bilerek müessesenin tabii hayatı içine sokulmalıdırlar. Bisiklet, motosiklet kullanma işini, bir musiki aletini çalmayı, şarkı söylemeyi, milli oyunlar oynamayı bütün talebe aynı derecede bilmelidir. Bütün güçlüklerine rağmen kız ve erkekli bir hayatın her türlü işine, eğlencesine, zevklerine ve ıstıraplarına iki cins talebe de müştereken sevk olunmalıdır. Bayağı olan her şeyden kaçınmak ve korunmak şartıyla kız ve erkek talebeye hayatı bütünüyle yaşatmamız lazımdır…” ifadeleriyle karma eğitime nasıl bakıldığının altını çizer. O dönemde enstitülere kız öğrenci bulmak çok zordur. Enstitü müdürleri, gezici başöğretmenler, milli eğitim müdürleri seferber olur. Yanında ancak bir kız öğrenci getiren erkek öğrenciyi sınavsız almak uygulamasını devreye sokarlar. Ancak enstitülerde bu çabayla yaklaşık 1400 kız öğrenci yatılı-karma eğitim görebilmiştir. Prof. Dr. Ayşe Baysal Yeniden İmece Dergisi’nde yayınlanan bir söyleşide ““…İlkokulu bitirdiğimde Köy Enstitüleri kurulalı 5 yıl olmuştu ve ilk mezunlarını vermişti. Yeni mezun öğretmenler köylere gelmeye başlamıştı. Halk bu değişimin farkındaydı. Öğretmenin iyi koşullarda düzenli yaşamı dikkat çekiyordu. Artık herkes okumanın önemini kavramaya başlamıştı. Giriş sınavları konmuştu. Enstitüye erkekler gidiyor, kızlar hiç gitmiyordu. Devlet, Atatürk’ün koyduğu ilkeler doğrultusunda toplumun tüm kesimlerinin gelişmesini, yetişmesini sağlamak için, kadınların da okuması için çareler arıyordu. Köy kızlarını okumaya teşvik etmek, zorlamak için, bir kız öğrenci getiren velinin oğlu enstitüye sınavsız alınıyordu…” diyerek pratikte hayata geçen bir pozitif ayrımcı kazanımı işaret ediyordu. Yazar Talip Apaydın Çifteler’de karma eğitim ve yansımalarını “Köy Enstitüsü Yılları” adlı kitabında “…O yıl kızların bulunduğu sınıflar da Hamidiye’ye getirildi. Yatakhane, yüznumara hariç, her yerde onlarla beraberdik. Bir iki ay içinde doğallaştı. Alıştık. Öbür arkadaşlarımız gibi gelmeye başladılar. Hatta onların yanında daha dikkatli, daha uslu idik. Kötü konuşamıyorduk, kaba davranamıyorduk… İster istemez kendimizi topluyor, kibarlaşıyor, saygılı davranıyorduk… Şu kadarını iyi anımsıyorum, kızlarla beraber olduğumuz zamanlar, çalışırken, yemekte, teneffüste, her yerde daha bir özenli, daha bir iyi olmak zorunda kalıyorduk…İki cinsin birbirini eğittiği, düzelttiği gerçeğini ben kendi üzerimde deneyip anlamıştım… Köy Enstitülerin yıkılışı ile en büyük darbeyi köy kızları yedi…” şeklinde ifade ediyor. 1950 yılında enstitülerde karma eğitime son veriliyor. 1952 yılında da kızlar Bolu ve Beşikdüzü’nde toplanıyor. Enstitüler 1954 yılında Öğretmen Okullarına dönüşüyor. Karma eğitim karşıtlarının bu çabaları sonucu 1950-1962 yılları arasında yoksul köy kızları parasız-yatılı-karma eğitim olanağından, hakkından yararlanamıyor. Bugün de “muhafazakar dünya” bu konuda hala kendini aşamamıştır. Günümüzde de ilköğretimde kızların %95 okullaşma oranın aşılamaması 1950 sonrası ülkeyi yöneten anlayışın günümüze yansımasıdır. Bildirimde katılımcılarla bunları tartıştık.
Günümüzde hayatı kadın-erkek olarak beraber paylaştığımız analarımız, ablalarımız, eşlerimiz, kızlarımız ve arkadaşlarımıza yönelik her tür cinsiyetçi ayrımcı politikalara, kadına yönelik şiddete karşı çıkmak acil bir insani sorumluluk ve görev. Bu kongrenin “kadın hakları” dolayısıyla da demokratik kültürümüze katkılar sağlamasını, siyaset kurumunun da “kadın kotaları” ve özellikle eğitimde kadınlara yönelik “pozitif ayrımcı” yasalar üretmesi en önemli dileğim ve talebimdir.