Kültür Devrimini Anlamak * Ahmet Taner Kışlalı

Atatürk, ölümünden iki yıl önce şöyle demişti: “Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür.”
Birçok özdeyişleri var. Ama bu, onlar içinde özel bir yere sahip.
Bir büyük devrim, bundan daha güzel ve özlü bir biçimde anlatılamazdı.

Kemalist Devrim, her şeyden önce bir “kültür devrimi” idi. Çünkü geri kalmış ülke devrimleri her şeyden önce bir kültür devrimi olmak zorundadır.
Bir Fransız Devrimi'nde, toplumun altyapısı çoktan değişmişti. Kapalı tarım ekonomileri geride kalmıştı. Feodal beyler güç yitirirken, sanayi ve ticaretin güç kazandırdıkları öne çıkmıştı.
Kırlar boşalıyor, kentler gelişiyordu… Yeni bir düzen kurulmuştu. Yeni koşulların yarattığı, bir “yeni insan” söz konusu idi.
Fransız Devrimi, temelde, “eskimiş kurum”ları yenilemekten öte bir anlam taşımaz. Yani, o değişen yapıya ayakbağı olmaktan başka bir anlamı kalmamış olan kurumları… Oysa Anadolu devriminde, ne değişen altyapı vardı, ne de yeni altyapının ürünü olan “yeni insan” .. Fransa'da devrimi “yeni insan” gerçekleştirdi. Türkiye'de ise, devrim, “yeni insanı” yarattı. Yeni insan da “yeni altyapı”yı!
Gelişmiş ülkelerin devrimcileri, değişmenin arkasından yürürler. Geri kalmış ülkelerin devrimcileri ise, değişmenin önünden… Birisi katardır, birisi lokomotif.

Kemalizmin erek aldığı “yeni insan”, nasıl bir insandı?
“Üreten, hakça paylaşan, özgürce düşünen, kendi kendini yönetebilen” bir insan… “Kul”luktan, “yurttaş”lığa geçmiş olan bir insan!
Atatürk'ün, devrimin temelini oluşturduğunu söylediği “kültür” nasıl bir kültürdü?

Laik, demokratik ve ulusal bir kültür.
Laiklik, sorunlara aklın ve bilimin ışığında çözüm arayabilme yolunu açıyordu… Demokratiklik, – kadın erkek eşitliği dahil – eşitliği ve özgürlüğü içeriyordu… Ulusallığın ise iki yönü vardı.
Bir yandan, kendi tarihsel köklerine ve özkültürüne kadar gitmek… Öte yandan, O “ulusal öğeleri” – Atatürk'ün uygarlık olarak nitelendirdiği – evrensel kültür değerleri ile beslemek.
Ve giderek varsıllaşan ulusal kültür ile uygarlığa katkı yapmak.

Atatürk'ün “kültür devrimi” – bazılarının öne sürdükleri gibi – Anadolu insanını köklerinden koparmadı… Tam tersine, Osmanlı döneminde unutulmuş ya da unutturulmuş olan geçmişi ile buluşturdu. Ve küçümsenmiş, horlanmış olan “halk kültürü” ile tanıştırıldı.
Atatürk şu sorunun yanıtını araştırıyordu:
“Türklerin Anadolu'da bir aşiretten bir devlet kurmaları olanaksız olduğuna göre, bu olayın gerçek yönü nasıl açıklanmalıdır?”
Bir yandan Anadolu'nun tarihi ve geçmiş kültürleri – binlerce yıl öncesine giderek – bir bütün olarak ele alındı ve benimsendi… Bir yandan, Türklerin tarihi Orta Asya'ya kadar uzanarak araştırıldı…
Bir yandan da, Arap ve Fars kültürünün etkisi altında yozlaşmış Osmanlı aydının kültürü değil, özgüllüğünü koruyan halk kültürü öne çıkarıldı.
Tarih devrimi, dil devrimi, harf devrimi, okuma seferberliği, halkevleri, halkodaları, Köy Enstitüleri, folklor araştırmaları, hatta müzik devrimi… Hep – bu ulusallıktan evrenselliğe yönelen – “kendine dönüş”ün köşe taşlarıdır.

Atatürk için batılılaşma bir “amaç” değildi. Sadece bir “araç”tı.
Taklidin her türüne karşıydı. Çünkü, “çağdaşlaşabilmek” için “yaratıcı olmak” gerektiğine inanıyordu.
Atatürk'ün kültür devrimini “batılılaşma” sananlar, Kemalizmi hiç mi hiç anlamamışlardır!