Köy Enstitülü Sağlıkçılar

“…Bir köye girdiğinde duvar diplerinde, avlularda köşeye dizilmiş sıtmalıların; yüzü gözü sinek, sümük içinde, başka hasta ve yaralı çocukların durumu, salgınlarda yitirilen bebeklerin, doğumda ölen gencecik anaların haberleri insanın içini sızlatıyordu. Kasabada oturan doktorun, sağlıkçının köylüye bir yararı olmuyordu. Yollar bozuk, tekerlek yoktu. Sağlık Bakanlığı bu işe Milli Eğitim Bakanlığının ilköğretime el attığı gibi yüklenmiyordu. Yapsa da Milli Eğitimin köy öğretmenine kazandıracağı ülküyü yetiştireceği sağlıkçılarla aynı anlayışla kazandırması kolay değildi…” İsmail Hakkı TONGUÇ

Köy Enstitülü sağlıkçı tiplemesi Fakir Baykurt’un yazdığı “Yılanların Öcü” Romanının Metin Erksan tarafından 1962 yılında sinemaya uyarlanmasıyla karşımıza çıktı. Filimde at üstünde köyden köye sağlık hizmeti veren ve giysileriyle, şapkasıyla enstitülü bir sağlıkçı portresi vardı. Çocukluğumda Kavaklıdere’de benim, kardeşlerimin ve yakınlarımın yaşadığı sağlık problemleri nedeniyle ilk başvurduğumuz insanlar o yıllarda Köy Enstitülü Sağlık Memurları olmuştu. Babamın enstitülü sağlıkçı arkadaşları Sayın Kadri Gülhan, Sayın Ali Mil ve Sayın Bahattin Uyar Köy Enstitülerinin özgün felsefesi “yaparak, yaşayarak, iş içinde öğrenme” ilkesiyle yetişerek o yıllarda köylerde halk sağlığı, temiz kullanma suyu, hijyen, WC kullanma, aşı kampanyaları, küçük cerrahi müdahaleler yapabilme yetileriyle köyden köye dolaşarak çok önemli hizmetler üretmişlerdir. Yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığım “Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar “ adlı kitap çalışması sona ermek üzere… Bu çalışmayı yaparken Kızılçullu Köy Enstitüsü Sağlık Kolu çıkışlı sağlık memurları ile özellikle görüşmeyi önemsedim. Kamuoyunda Köy Enstitülerini sadece öğretmen yetiştiren kurumlar şeklinde algılayan yanlış bilgilenmeler var. O nedenle Nisan 2010 da tüm Türkiye’de kuruluşlarının 70. Yılını kutlayacağımız Köy Enstitülerinin yetiştirdiği sağlıkçıların koruyucu sağlık hizmetleri anlamında başarılarının onların emeklerine saygı adına topluma sunulmasını bir görev sayıyorum.

Köy Enstitülerinde Sağlık Kolu açılması ile ilgili karar 19.7.1943 tarihli Resmi Gazete 4459 Sayılı karar olarak yayınlanır. Bu karar Sağlık Bakanlığı ve MEB işbirliği Köy Enstitülerinde “Sağlık Memuru Kolu” ve “Köy Ebesi” Kolu oluşturulur. Akçadağ, Pulur, Gölköy, Çifteler, Arifiye, Kızılçullu ve Hasanoğlan’ın bulunduğu 7 farklı Köy Enstitüsünde açılan sağlık koluna enstitülerde 3. Sınıf sonrası öğrenciler sınavla kabul edilir. Yeterli kız öğrenci bulunamadığı için “Köy Ebesi Kolu” açılamaz. Okul doktorları Sağlık Kolu Eğitim Başı olurlar. Sağlık Kolu bulunan enstitülerde birden çok doktor, hemşire ve sağlık memuru bulundurulmaya çalışılmış, alan dersleri enstitüde, uygulama en yakın devlet hastanelerinde ve köylerde yapılmıştır. 1943-1951 yılları arasında toplam 1599 sağlık memuru yetiştirilir. Sağlık Kolları açılırken Köy Enstitülerinin sağlık alanında getirdiği büyük yenilik “Bölge Dispanserleri” tasarısıdır. Hasanoğlan’da 60 yataklı bir dispanser temeli atılmıştır. Süreç içerisinde 21 Köy Enstitüsünde Bölge Dispanseri ve her enstitünün sağlık kolu olması fikri vardı. Zamanla Hasanoğlan’da sağlık kolunun yüksek kısmının açılması fikri da bu projenin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkar. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Berna Arda Köy Enstitüleri sağlık kolu için 2004’de yazdığı bir makalede “ Sadece 8 yıl varlıklarını sürdürebilen Sağlık Kolları, ülkenin ihtiyacı olan sağlık insan gücünün, özellikle yerel koşullarda yetiştirilmesinde büyük başarı sağlamışlardır.” değerlendirmesini yapar.

Kitap için altı Kızılçullu Köy Enstitüsü sağlık kolu çıkışlı ile görüştüm. Kızılçullu’nun 2. Dönem sağlık kolu çıkışlı olan Sayın Fahri Başer yaptığımız söyleşide sağlık kolunu seçmesiyle ilgili “…1944 Eylül Ayında lise bir öğrencisiydik. Zekeriya Tonguç sınıf başkanlarına sağlık koluna geçecek öğrencilerin listesini öğrencilere sorarak hazırlanmasını istemişti. Ben de bilinçsiz bir şekilde istekli olmuştum. Bir hafta sonra sabah toplantısında 70 kişilik isim listesi açıklandı. Bizlere resim atölyesinde sınava aldılar. Müdür yardımcısı Şaban Güler bizlere sınav kağıtları dağıttı, Bakanlıktan gelen sarı soru zarfını önümüzde açtı. Sorular biyoloji ağırlıktaydı. Birinci soruyu hala hatırlarım, “göğüs boşluğundaki organları sayın” şeklindeydi. Bir iki gün sonra bizim enstitüden 14 kişinin bu sınavı kazandığı açıklandı. Bende listedeydim. Şimdi düşünüyorum da bilinçsizce yaptığım bu tercih yaşamımın önemli bir hatası olduğunu düşünüyorum. Zira yaşamım boyunca öğretmenliğin çok saygın bir meslek olduğunu gördüm” değerlendirmesini yapıyordu. Kızılçullu’nun ilk sağlık kolu çıkışlı öğrencilerinden Kadir Gülhan ile yaptığımız söyleşide Kavaklıdere’deki çalışmalarını “Yüz yıllık nahiyenin umumi tuvaleti yoktu. İki bölmeli tuvalet yaptırdık. Yiyecek içecek satan esnaf için sağlık cüzdanı çıkartılıp üç ayda bir sağlık kontrolünden geçiyordu. Köyün içme, kullanma suları pınar ve kuyulardan sağlanıp, pınar ve kuyulara yakın tuvaletlerin tehlikesini anlatarak yıktırıyordum ama “bugüne kadar bize bir şey olmadı” diye arkamdan söyleniyorlardı köylülerim. Tuvalet, bulaşık sularının sokağa açıkta akmasını önlemiş, kapalı tuvalet çukurları (foseptik) açtırmış tuvaletsiz ev bırakmamıştım. Bu uğraşlarım kendi köy halkımı usandırmış “sıçmamıza, işememize karışıyor bu zibidi diye” homurdanmaya başlamışlardı…” şeklinde anlatıyordu . Kızılçullu sağlık kolu çıkışlı Fehmi Poyrazoğlu yaptığımız söyleşide “…WC olmayan evlere tuvaletin yararını anlatarak tuvalet yaptırdık. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele, sıtmanın muska ile değil, sivrisineklerden kurtulmakla önleneceğini anlattık. ..Çocuk ölümlerini önlemeye çalıştık, üfürükçü, falcı hocalara karşı aklın ve bilimin temsilcisi olduk” değerlendirmesi öne çıktı. Babamın dönem arkadaşı, 1961 yılında çocukluğumuzun en radikal korkusu olan sünnet eylemini başarıyla yapan Mehmet Gülseven Amca ile Yatağan-Dere Mahallesi’ndeki evinde görüştüm. Söyleşide “Kızılçullu biterken görev almak istediğimiz köyler listesini verdik. 1946 yılında Yatağan-Mesken Köyü’ne tayin oldum. Bu köyden 1946 yılında evlendim. Düğünümüze Kavaklıdere’den baban ve diğer enstitülü arkadaşlar da gelmişti. Enstitüden ayrılırken bizlere at, inek ve tarla verdiler. At sağlık memurluğu yaparken çok işimize yaradı. Bize verilen tarlada tütüncülük yaptım. Köylerde enstitü çıkışlı öğretmen arkadaşlarımızla beraber çok önemli işler başardık. Köye su yol getirme uğraşılarının başında olduk. Köye WC yaptırma, içme suların temizliği, salgın hastalıklara karşı aşılama çalışmalarımız temel görevlerimizdi.” değerlendirmelerini yapıyordu. 1950 Kızılçullu Sağlık kolu çıkışlı Mesevleli Ali Mil Ağabey ile Milas’ta görüştüm. Neleri başardınız sorusuna “Köylere WC kültürü vermek, aşılar ve salgın hastalıklarla mücadele en önemli uğraşımızdı. Ayrıca gece-gündüz hastalanan vatandaşlara ulaşmak da önemli bir görevdi. Tüm bu köyleri at sırtında dolaştım. Köy Enstitülü sağlık memurları olarak diğerlerinden farklı idik. Onlar memur idi. Biz gece gündüz çalıştık. Onlara 120-130 lira maaş verilirken bize 88 lira verilirdi. 1950 yılı okuldan mezun olduktan sonra Kavaklıdere Köyler Grubu’na tayinim çıktı. İlk köylere gittiğimde hiçbir köyde doğru dürüst bir tuvalet yoktu. Bazı köylerde hemen hiç tuvalet yoktu. Tuvaleti olmayan köylerdeki şahıslara tebligat yaptık. Yapmayanları cezalandıracağımızı bildirdik. Bir tanesine ceza yazdık. Adam geldi: “Ben seni ne kadar seviyordum. Demek sen beni hiç sevmiyormuşsun” diye kahırlanmaya başladı. Onun cezasını cebimden ödedim. Böylece dostluğumuz bozulmadı. Başka bir köyde bir hastaya çağırıldık. Çocukta ishal vardı. Dudakları çatlamıştı, su istiyordu. Başucunda yastığın üstüne bilgiç teyze oturmuş. Ben “ Hemen çocuğa su verin” dedim. Kadın; “Katiyen olmaz. Çocuk ölür” diye engellemek istiyordu. Ben verilmesine ısrar edince verdiler ama ben de korktum. Çocukta 39,5 derece ateş vardı. Şayet çocuk ölürse benden bileceklerdi. Serumla susuzluğunu takviye ettik. Allah’tan ki çocuk iyileşti. …Köyde zirai bakımdan çalışmalarımda zeytinlik tesis etmeye başladığım zaman “Oğlum zeytin dededen kalır. Kendi diktiğini kendin yiyemezsin” diyorlardı yaşlılar. Beşinci senede benim zeytinler 500-600 kilo yağ verince herkes ne kadar yağım olduğunu soruyordu. Sonra herkes zeytin dikmeye başladı. Bugün herkesin yiyeceği yağ oluyor. Ayrıca bir de kavaklık tesis ettim. Herkes kavaklık dikmeye başladı. Yol kenarları yemyeşil oldu.”

Tüm Köy Enstitülü sağlıkçıların anılarına saygıyla…