Güvercin Denizi * Çiğdem Sezer

hiçliğin mor alfabesi, çiçeksiz
bahçeyi bahçen bil, demir
asasıyla geçerken ömür

gittiğinin ertesinde nasıl bir deniz
sabrın çatladığı yerde
bir fena kamaşma
önceye kalma
unutulmuş bir mektup kaldırımlarda
gibi bırakılmış aşkla
ne unutmaya ne hatırlamaya

önüm sıra ardım sıra yok yok yok
dağ olsa yarılmaya, taş olsa çatlamaya
kır kır kır, zamanın çekici
elinde, indir, kristal aynalara

öteydi, gittim, uzak
bir nehir denizini aradı
elim ayağım düğüm, kör
zaman, kambur gece
ne gidip ne döndüğüm

ölü bir güvercin besliyorum kendimle
ölü bir güvercin, sen diye…

…/…

kederim yok, içimdeyim, derin
bir kuyudan çıkmak üzereyim
başımın üstü güvercin denizi
başım mı gök mü kim
dönmekteyim dönmekteyim

boynuna gümüş halka geçirilmiş
kuşları bekle, seni sana senden
toparlanmış sözcüklerle
yapılmış bir bulut gibi sabahına
ve yastığına ve seni sen
yapan cümle hatıraya

ben içimde tarlalar ağaçlar
ve yeraltı şehirleri çarşılar
ve hanlar hamamlar
aşka sunak olsun diye
gözyaşından kurnalar

içimde bir güvercin ölüyordu sabaha kadar

ben ölüyü beklerim, git
altın tozu serperim gözlerine
gövdesine gökkuşağı
son kez avuçlarından su içerim
bekleme git, ölüyü benimle…
uyusun diye, uyansın diye
kalbime ellerinle bıraktığın ökse
duruyor yerli yerinde

istedim kum olayım
gel kırıl bende

düşün gerçekliğine, gerçeğin
koyduğu mesafeye
önce beni inandır, sonra sen
kıvrılmış midye gibi gövdende
uyuyan kendini uyandır

sabır ile yaş ile söz
birike birike, yazdım
defterim elinde. oku
yeraltı sularının sesiyle

ben merhamet dilemedim dünyadan. sen de…

PATİKA / ekim-kasım-aralık 2006