Gündüz Vassaf * Ölüler Niçin Ölmez?

Geçenlerde Harvard Üniversitesi'nde bir derse dinleyici olarak katıldım. Öğrenciler önlerindeki metinden okumalar yapıyor, okuduklarını İngilizceye çeviriyorlardı. İstemesem bile dinleyici olmaya mecburdum. Metinler, beni özellikle ilgilendiriyorsa da, atalarımızın, bu topraklarda yaşayanların tarihiyle ilgili olsa da, öyle yazılmıştı ki okuyabilmem mümkün değildi. Dersi yeni alan öğrenciler de güçlük çekiyor, yabancı bir dilin alfabesini sökmeye başlayan ilkokul çocuklarının tedirginliğiyle okuyorlardı kelimeleri.
Ancak okudukları onlar için sade başka bir alfabe değil, 15. yüzyıla özgü bir kaligrafiyle yazılmış o dönemin Osmanlıcasıydı. Dedelerimin, nenelerimin mezartaşlarında adlarını bile okuyamayan benim durumuma göre ne kadar da şanslıydılar, önlerinde yepyeni bir ufuk açılacağına, bir kültürü ve insanlarını birinci elden, kendi dillerinden tanıma fırsatına kavuşacakları için. Böylece çoğu Türkiye kökenli öğrenciler önlerindeki metni çözdükçe ben de onlarla paylaştım Fatih Sultan Mehmet'in son zamanlarında hazırlanan Kanunname-i Al-i Osman'ı, Osmanlı devletinin protokol kurallarını, dönemin suç ve cezalarını, devlet ricali için kullanılan resmi hitapları.
Ne var ki Cumhuriyet'in 80 küsur yılını arkada bırakmamıza rağmen öğrencilerin okullarda isterse seçmeli ders olarak bile, eski Türkçe diye tabir ettiğimiz yazıyı, alfabesini öğrenmeleri mümkün değil. Sanki ideolojileri, devletlerin yönetim tarzlarını bir dizi harf belirlermiş gibi, yeni Türkçeyi laiklik, eski Türkçeyi şeriatla bir tutma gafletinde olanların, tutumu ibret verici. Bugün bile eski Türkçenin okutulmasını önermek, devleti içerden ve dışarıdan yıkmak isteyenlerle suç ortaklığı olarak algılanıp mahkûmiyetle bile sonuçlanabilir.
Tarihiyle bu kadar övünüp tarihini bu kadar az bilen, tarihinin dilini okumaktan, anlamaktan aciz, dilini bu denli yoksullaştıran başka bir ulus var mıdır bilmiyorum.
Tedirginlikten öte birçok kişiyle birlikte ben de ürküyorum din ve devletin, gündelik yaşamın çeşitli alanlarında kesiştiği ABD modelinin Ortadoğu'ya dayatılmasından, Japonya'da Budist, İsrail'de Yahudi, Amerika'da Hıristiyan demokrasisinden söz etmeyen ABD'nin 'İslam demokrasisi' trenine binenlerden. Ama İstiklal Marşı'nı yaşamımız boyunca tekrarlama çabasının onda birini tarihimizin alfabesini öğrenmeye verebilsek, biz de belki asıl o zaman saldırgan ve evhamlı kalıplarımızın cehaletini terk edeceğiz.
Annemle Sovyetler Birliği'nden Türkiye'ye uzun bir yolculuk yapmıştık. Üç gün sürdü tren yolculuğumuz. Annem yolda aramızdaki başka türden bir demir perdeyi yıkmayı, bana eski Türkçe öğretmeyi önerdi. İşte, koca bir imparatorluğun, ailemin yazılı tarihiyle kucaklaşma fırsatı. "Kolay," diyor, "İki günde öğretirim sana." Kompartmanda masamızın üstüne koyduğu bir kâğıda kalemle yazarken "Elif" diyor bana bakarak. Levent İlkokulu'nda birinci sınıfı bitirdiğimde okuma yazmayı sökememiş, onu da bir haftada annem öğretmişti. Reddettim.
Annemin bildiğini, emeğini benle paylaşmasını geri çevirmenin acısı dinmiyor, yaşlandıkça azıyor.