Bünyamin Bayram * Yeni Yaklaşımlar ve Denetim

Bünyamin Bayram / Trabzon İlköğretim Müfettişi

İnsanoğlu, yeryüzündeki tarihsel yürüyüşünü büyük değişim ve gelişmeler yaşayarak bu güne değin sürdürmüştür. Bu yürüyüş sonucunda ulaştığı düzey, kat ettiği mesafe, yine insanın kendisi tarafından hayretle karşılanmakta ve onu büyülemektedir.
Geleneksel yapıdan, modern ve post modern (modern ötesi) bilgi toplumuna doğru sıralayabilece¬ğimiz, toplumsal, siyasal ve değersel alanlarda çok köklü değişim ve yeniliklerin yaşandığı bir tarihsel süreçten söz edilebilir.
Bugün insan, uzayda bir casus gibi keşiflere koş¬makta, yirmi dört saatte bilgi miktarı katlanmakta ve her gün literatüre 250 milyon sayfa bilgi girmektedir. Sa¬nayi döneminin bir ürünü olan otomobilde bilginin pa¬yı yaklaşık yüzde kırk iken, maddenin payı yüzde alt¬mış; bilgi toplumunun bir ürünü ve içinde yüzlerce ciltlik bilgi bulunduran beş yüz bin liralık bir CD'de ise bilginin payı inanılmaz bir orana ulaşarak, insanı hayretler içerisinde bırakmıştır.
Elbette her şeyin bütünüyle değiştiği söylene¬mez, günümüze kadar içerik olarak değişmeden gelen kadim (kalıcı) değerlerin (doğruluk, dürüstlük, adalet,inanç vb) varlığı, ayrı bir olgu olarak, insanlığın doğruları sürdürmedeki yeteneği ve kararlılığının bir göstergesi olarak, ayrı bir konu olarak ele alınabilir.
Ancak, gelişmeler bütün birey ve kurumlarda kaçınılmaz bir olgu olarak varlığını hissettirmekte ve bütün süreçleri değişime zorlamaktadır. Değişim olgu¬suna direnen birey ve kurumlar zaman içerisinde varlık nedenlerinin uzağına düşmekte, hatta sahne dışına itilebilmektedir. Bu nedenledir ki, değişim ve yenileşme çabaları birey, örgüt ve devletlerin temel stratejik he¬defleri arasında yer almıştır.
Değişim ve gelişmelerin en belirgin biçimde et¬kilerinin görüldüğü alan. şüphesiz eğitim olgusu ve sis¬temleridir. Eğitim örgüsü içerisinde insan yetiştirme modelinden tutun, eğitim süreci sonrasında bireyin ka¬zanması gereken temel tutum, beceri ve özelliklere (hedef-davranışlar/kazanımlar), okul örgütlerine, eği¬tim yönetimi ve denetimine kadar sayılabilecek bir çok alana yansıyan değişim ve gelişmelerle artık iç içe ya¬şamaktayız. Bütün bu alanlarda yaşanan köklü deği¬şimler başlı başına ele alınıp açıklanması gereken çap¬lı konulardır ve bu makalenin konusunu aşar. Bu kısa yazıda sadece eğitim olgusunda yaşanan paradigsal (değerler ve anlayışlar dizini) birkaç yeni yaklaşımın, denetim sürecine nasıl yansıdığı veya yansıması gerek¬tiği ile ilgili hususlara değinmekle yetineceğim.
En az lider yönetici kadar, denetim elemanları da değişimin bir öncüsü ve ajanı gibi rol almalı, değişim ve gelişmelerin takipçisi ve uygulayıcıları olmaları gerekmektedir.
Planla-uygula-kontrol et-değerlendir-önlem al-düzelt ve geliştir döngüsü denilen sürekli geliş¬me anlayışı, kaizen (kayzen) felsefesi, örgütlerin ge¬lişmesinde önemli bir değer olarak yer alan popüler bir yönetim kavramı olarak, yönetim sürecinin en önemli basamaklarından biri olan denetim fonksiyonuna (işle¬vine) de işaret etmektedir.
Yönetim süreçlerini (karar-planlama-örgütleme-koordinasyon-iletişim ve denetim) anlamlı kılan en önemli basamak şüphesiz denetim aşamasıdır Hedef¬lerle gerçekleşme düzeyi arasındaki farkı, karar merci¬ine ulaştırarak, örgütlerde dönütü (feed-back. geri bes-leme) sağlayan ve örgütün kendisini yeniden düzeltip geliştirmesine fırsat sunan denetim sürecinin önemli aktörlerinden bakanlık müfettişleri ile ilköğretim Mü¬fettişlerine bu anlamda önemli sorumluluklar yüklen¬miştir. Bu sorumluluk ise denetim görevlilerini her za¬man duyarlı olmaya, değişim ve gelişmelerde öncü (ajan) rol almaya yöneltmelidir.
Denetim yılın belli zamanlarında yapılan rutin bir iş, yani planların altına imza atıp klişeleşmiş birkaç öneri getirilen bir işlem olarak görülmemeli.
Eğitim alanında yaşanan yeni yaklaşımları özümseyen, denetlediği birimlerde düzeltici ve gelişti¬rici rolüyle, eğitim düzeneğine dolayısıyla topluma önemli katkılarda bulunacak olan eğitim müfettişleri olan arkadaşlarımla, eğitim olgusunda yaşanan önemli gördüğüm birkaç konuyu detaya inmeden paylaşmak istiyorum.
Son yılların en güncel konularından biri H.Gardner'ın Multaypel intellicanse (çoklu zeka) kuramıdır. Bu kuram Alfred Binnet'in IQ yaklaşımının yerini alarak eğitim sürecinin önemli bir Öğesi olan Öğrenciye bir birey olarak bakışını, eğitim sistemi ve müfredatını derinden etkileyip, gelişmiş batı ülkeleri¬nin eğitim modellerinin yapılanmasında önemli bir et-men olmuştur.
Ancak, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, eğitim sistemi ve müfredatı A.Binnet'ın IQ (ay qu) anlayışına göre düzenlenmiştir. Bu anlayışa dayalı eğitim sistemlerinde sayısal ve sözel zekaya sahip olan öğrenciler ayrıcalıklı bireyler olarak eğitim örgütlerinin seçkin kurumlarda eğitilmekte (Fen ve Anadolu Liseleri) ve devletin en üst kademelerine getirilmektedirler. Diğer öğrenciler ikinci sınıf bireyler olarak görülmekte, mes¬leki ve teknik eğitim veren kurumlara gitmeleri isten¬mektedir.
Endüstri toplumlarında matematik ve fen bilim¬lerinin üstünlüğü, daha çok mühendislik mesleklerine duyulan gereksinimden doğmuştur, matematik ve fen bilimleri birinci sınıf zekaları ve uğraşları temsil etmiş; sosyal bilimlere dayalı zekalar ise ikinci sınıf zekalar olarak sayılmış, sanatla ilgili meslekler ise hobi olarak görülmüş, hatta bunlara ilgi duyanlara "avare çocuk¬lar" bile denilebilmiştir.
Sayısal derslerde başarı gösterenler ödüllendiri¬lirken, farklı zekalara sahip öğrenciler zaman içerisin¬de eğitim sisteminin dışına itilerek adeta cezalandırıl¬mışlardır.
H.Gardner'm çoklu zeka yaklaşımında; birey¬lerin sayısal ve sözel zeka yanında, potansiyel olarak bir çok zekaya (görsel zeka, müzik zeka. sosyal zeka, doğa zeka. dilsel zeka. matematik zeka, bedensel zeka, kendine dönük zeka) sahip oldukları, hiçbir zekanın di-ğer bir zekadan daha az önemli olmadığı, her bireyde baskın olarak bu zekalardan bir veya bir kaçının bulu¬nabileceği, bu zekaların insanlar arasında çok dengeli dağıldığı, eğitim örgütlerine düşen görevin ise, birey¬lerde bulunan bu farklı ve zengin zekalara uygun öğretme-öğrenme ortam fırsat ve düzenekleri sunarak bireyleri zeka, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda geliştirmek olduğu anlayışı egemen olmuştur.
Bu yaklaşım bizim eğitim sistemimizde de yer almaya başlamıştır. Eğitim Politikalarının belirlendiği milli eğitim şuralarında dile getirildiği gibi, ders programlarının amaçlarında (özellikle 2518 sayılı T.D. yayınlanan Fen Programında) yer almış ve plan yönergesinde biri düz anlatım yöntemine, diğeri de çoklu zekaya uygun olan iki ders planı örneği verilmiştir (2551 sayılı T.D.)
Ayrıca yeni çıkmış olan yöneltme yönergesinde (2003-2552 sayılı T.D), bireyin potansiyel olarak sahip olduğu zekaların ve yeteneklerin tespitini sağlayan gözlem ve anketlere dayanan formlar, öğrenci gelişim dosyasının oluşturulmasında esas alınmış, öğrenci dos¬yasında yer alan bu tespit önerilerin, öğrencilerin yön¬lendirilmesinde esas alınacağı belirtilerek, gelişmiş ba¬tı ülkelerinin eğitim modellerinin yapılandırılmasının temelini oluşturan çoklu zeka yaklaşımı böylece bizim yönetsel metinlerimiz arasında da yerini almıştır. El¬bette bunlar yeterli değil ama çok önemli bir başlangıç olarak görülmelidir. İleride zorunlu hale getirilecek bir yönlendirme sisteminin alt yapısının oluşturulduğu iyimserliğini taşımaktayım.
Çoklu Zeka Yaklaşımı eğitim felsefemizin oluş¬turulmasında önemli bir ilke olarak yer etmelidir. Eğer bir öğretmen ve okul sadece sayısal zekaya endeksli bir eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunuyor, anadolu ve fen liselerine gönderdiği öğrenci grubu ile övünü¬yor, diğer zeka türlerine sahip öğrencileri ikinci plana itiyorsa, o okul ve öğretmen öğrenci grubunun en iyi ihtimalle yüzde yirmisi ile ilgileniyor, diğer öğrencile¬ri gereksiz kalabalıklar olarak görüyor demektir.
Böyle bir durum öncelikle etik değildir, adalet duygusuyla bağdaştırılamaz, adaleti sadece yargıda aramamak gerekir, bu konuda en duyarlı olması gere¬ken kesim eğitimciler olmalıdır. Örneğin bütün çocuk¬lara söz hakkı vermek, sevgiyi esirgememek, belli ço¬cukları kayırmamak, resim, müzik, tiyatro ve spor alanlarında başarılı öğrenciler grubundan oluşan sınıf ve okullar oluşturmak gibi.
İkinci olarak böyle bir durum başlı başına bir in¬san kaynağı israfıdır. Bizim bütün bireyleri kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda eğitmeniz, kendine ve lopluma faydalı bireyler olarak yetiştirmemiz gerek¬mektedir. Okul sürecinden geçen her birey bir biçimde belli beceriler kazanmış ve üretken olarak hayata atılmalıdır. Herhangi bir öğrenci şunu diyebilmelidir. Ben her ne kadar matematik dersinde çok iyi olmasam da, tyatro ve temsil çalışmalarında çok başarılı oldum, öğ¬retmen ve öğrenciler beni her zaman anacaklardır." Başarısızlık duygusu yaşattığımız bireyin eğitim dışın¬da başka yol ve yöntemler arayacağı unutulmamalıdır.
Çoklu Zeka Yaklaşımın denetim alanına en iyi biçimde yansıtılması gerekmektedir. Bu konuda eğitim müfettişlerine önemli görevler yüklendiğini düşün¬mekteyim. Denetimlerde okulun tüm faaliyet alanları masaya yatırılmalıdır. Bir yandan not çizelgelerinden başarı durum analizleriyle okulun akademik başarısı öğrenilmeye çalışılırken, diğer yandan okulların sos¬yal, kültürel ve sanatsal çalışmaları ile sportif faaliyet¬leri de tespit edilmeli, okulun başarısının değerlendiril¬mesine konu edinilmelidır. Anadolu ve fen liselerine giren öğrenci sayısı yanında kaç öğrencinin müzik ala¬nında, kaç öğrencinin sportif faaliyetlerde ve kaç öğ¬rencinin tiyatro çalışmalarında yer aldığı açıkça ortaya konmalıdır.
Örneğin. 500 öğrencinin bulunduğu bir okulda her öğrencinin başarılı ve aktif olduğu etkinlikler söz konusu olmalıdır. Yani, okulda hiç bir Öğrenci pasif kalmamalıdır.Bütün öğrenciler bir biçimde eğitsel etkinliklere aktif olarak katılmışlarsa o okulda toplu bir başarıdan söz edilebilmelidir. Özellikle bu durum teftiş sonrası yapılacak değerlendirme toplantısında ele alınmalı ve önemle vurgulanmalıdır.Ayrıca bu tespitler okulun başarısında temel değerlendirme ölçütleri olarak görülmelidir.
Özellikle yöneticilerin görsel ve işitsel araçları, atelye ve işlikleri, laboratuarları ve kütüphaneyi, oku¬lun bir bölümünü müzik, jimnastik, projeksiyon ve müsamere salonu olarak öğretmenlerin ve öğrencilerin hizmetine sunma durumu, ayrıca akvaryum, teraryum, koleksiyon, modeller, bahçede çiçek ve çeşitli bitkiler, dinlenme sıraları, kum havuzu, bayrak sereni, kuş ko¬nakları, hava gözlem kulübesi ve köşesi (yağmur ölç¬me aracı barometre, termometre, rüzgar fırıldağı.) kü¬mes hayvanlarının bulunduğu yerler (okula getirilen hayat) gibi çalışmaların durumu öğrenilmeye çalışıl¬malı, bu konularda teşvik edici olunmalıdır.

Kurum ve ders denetimlerinde sekreterya görev¬ler diyebileceğimiz dosya ve defterlerin doğru ve dü¬zenli tutulması ile yetinmekten kaçınılmalıdır. Yöneti¬min asıl görevinin sadece "yönetsel metinlerin" yükle¬diği sekreterya görevler olmadığı vurgulanmalıdır. 2508 sayılı T.D. yayınlanan Okul Yöneticilerinin Gö¬rev Analizleri denetimde önemle dikkate alınmalıdır.
Geleneksel yapıda eğitim ve öğretimin merke¬zinde öğretmen vardır, öğretmen bilginin ve doğrunun kaynağı konumundadır. Sanayi döneminde ulus dev¬letlerin doğmasıyla eğitimde program anlayışı ön pla¬na çıkmış ve eğitimin merkezine program alınmıştır. Belli bir iş gününde yetiştirilmesi gereken üniteler var¬dır artık. Öğretmenin bütün kaygısı bu programı zama¬nında bitirmektir. Bilgi toplumunda ise öğrenci merke¬ze alınmış ve öğrenci merkezli eğitim anlayışı değer kazanmaya başlamıştır. Bütün eğitsel çabalar ve öğre¬tim düzenekleri öğrencinin ilgi ve yeteneklerini açığa çıkarıp eğilme fırsatı sunma konumunda yer almaya başlamıştır. Program artık esnek olmuş, farklı ilgi ve yetenek¬lere sahip, her tür öğrenciye hitap etmeye başlamıştır. Artık sınıflar homojen bir yapı değil, farklı seviye ve özelliklere sahip bireylerden oluşmuş hetorojen bir kit¬ledir. Öğretmenin kalkış noktası öğrencinin hazır bulu-nuşluk düzeyi olacaktır. Her öğrenme bir önceki öğ¬renmeye dayalı bir sonraki öğrenmeye hazırlayıcı ol¬malıdır ilkesi önemli olmuştur.Öğretmenlerin ölçme-değerlendirme çabaları öğrencilerin başarısızlıklarını değil, başarılarını ortaya çıkaran bir araç olarak görül¬melidir. Yani öğrencinin kat ettiği pozitif mesafe değerlendirilmelidir.
Bu anlayış biz eğitim müfettişleri tarafından dik¬kate alınmalıdır. Özellikle kurum ve ders denetimlerin¬de, programın zamanında bitirilip bitirilmediğinin öğ¬renilmesinden çok, öğrencinin kendi düzeyinde kat et¬tiği pozitif mesafe ve ilgileri doğrultusunda katıldığı etkinlikler önemli olmalıdır. Öğrencilerin ilgi ve Proje Grupları ile inceleme ve deney gruplarındaki aktiviteler söz konusudur.
Bir diğer önemli konu, eğitim sürecinin önemli bir ürünü olan öğrencinin sahip olması gereken özel¬liklerde (kazanımlar olarak niteleyebileceğimiz bilgi, beceri, tutum ve alışkanlıklar) büyük anlayış değişiklikleri yaşanmıştır. Öğrencilere sadece bilgiyi alıp, aktararak var olanı tekrarlayan nesneler olarak bakılmamakta; onlar bilgiyi elde edip yeniden üreten ve dağıtan, sorgulayan ve araştırıp incele¬yen,öğretim sürecinin aktif bir üyesi olarak rollerini oynamaya hazır adaylar olarak görülmektedirler. Eği¬tim sorumlularına düşen görev de onlara bu rollerini oynamalarına uygun öğretme-öğrenme fırsatları oluş¬turmak olmalıdır.
2000 yılında UNESCO'ya sunulan Geleceğin Eğitim Raporunda, eğitimli bireylerde bulunması gere¬ken dört özellik sayılmış ve bu özellikler başarılı bir eğitim sürecinin göstergesi olarak açıklanmıştır. Bu özellikler learning to know (öğrenmeyi öğrenme-bilgiye ulaşma yollarını öğrenme); learning to do (yaparak yaşayarak öğrenme), learning to together (birlikte ça¬lışmayı öğrenme); learning to be (kendi olmayı öğren¬me) sıralanmıştır. Eğitim kurumlan bireye bu özellik¬leri kazandırdıkları oranda başarılı sayılmaları gerekti¬ği vurgulanmıştır.
Bu bakış açısı bizi bilgi anlayışından, beceri an¬layışına taşımaktadır. Yani öğrencinin bilgi düzeyin¬den çok sahip olduğu öğrenme becerileri (anlayarak okuma, anlama-an¬latım, özet çıkarma, inceleme, araştırma, sorgulama soru sorma ve cevapla¬ma, kitap okuma alışkanlığı, grupla çalışma vb.) ön plana çıkmaktadır.
Özellikle ders denetimlerinde bu bakış açısı bi¬zim için rehber olmalıdır. Özellikle ders denetimlerinde öğrencileri zor durumda bı¬rakacak ve onların bilgilerini öğrenmeye yönelik, pedogojik anlamda "hiç de şık olmayan sorular sorarak ders denetimi" yapmanın çağdaş bir tutum olamaya¬cağı kanaatini taşımaktayım.
Zaten bizim bir saatlik ders süresinde soracağımız soruların daha fazlası öğ¬retmen tarafından testler yoluyla sorulmaktadır.
Öğ¬rencilerin ders düzeyindeki akademik başarıları, öğret¬men tarafından iyi analiz edilmiş, sonuçları listelenmiş ve dosyalanarak bir ölçme-değerlendirme dosyası oluşturulmuş ise, bu sonuçlara bakarak da öğrenci başarı¬larını öğrenmek mümkündür.
Ayrıca, biz sadece öğrencilerin akademik başarı¬larıyla yetinmemeliyiz, öğrencilerin diğer etkinlerini de öğrenmek durumundayız. Özellikle öğrencilerin yaptıkları deneyler, okudukları kitaplar, ilgi köşeleri için yapıp çizdikleri, kullandıkları defterleri, yaptığı resimleri, özellikle fen derslerinde yaptığı grup benze¬ri çalışmaları ile, ders dışı katıldığı eğitsel çalışmalar da öğrenilerek toplu bir başarı değerlendirilmesi yapılma¬lıdır.
Bunları öğrenmenin bir yolu da etkinlik-portifolio dosyaları ile öğrenci çalışma ve eserlerinin saklandığı kutu ve ilgi köseleri olabilir.
Goleman'ın ortaya koyduğu Duygusal Zeka (E.Q) da teftişlerimizde önemle ele alınmalı ve okulla¬rımız bu zeka ile de ne kadar ilgilendikleri öğrenilme¬lidir. Birçok dersin özel hedefleri ile milli eğitimin ge¬nel hedefleri arasında yer alan duygusal zekanın geliş¬tirilmesi, öğrencinin başarısında en önemli faktör ola¬rak görülmektedir. Akademik olarak gelişmiş ancak duygusal zekası yeterince geliştirilip eğitilmemiş bi¬reylerin iş ve sosyal yaşamda başarısızlık ve mutsuzluk girdabına yuvarlandığı tespit edilmiştir. Duygusal Ze¬ka kapsamında, duygularının farkında olmak, empatık yaklaşmak, iletişim kurma becerisi, kendini ve iradesi¬ni kontrol edebilme, grupla uyumlu çalışma, yanlışını görüp kabullenme, özür dileyebilme, sevgi, saygı, so¬rumluluk taşıma gibi özellikler sıralanabilir.
Okuldaki disiplin sorunlarından, okulun rehberlik çalışmaları so¬nuçlarından ve öğrencilerin okulda gösterdikleri genel davranışlarından, gözlemlerimizden bunu anlamak ve öğrenmek mümkündür. Bu konu başlı başına teftişleri¬mizde yer almalıdır diye düşünmekteyim.
Sonuç
Eğitim olgu ve düzeneğinde yaşanan gelişmeleri yakından izlemek ve pratiğe aktarmak, eğitim düzene¬ğinin en önemli basamağında yer alan eğitim örgütü olan okulların temel görevi olmalıdır.
Okulların eğitim hedeflerine ulaşmalarında en önem¬li yardımcıları, değişimin öncüsü/ajanı konumunda olan eğitim müfettişleri, kurum ve ders teftişlerinde klişeleşmiş sınırları aşmalı, bir eğitim lideri olarak, eğitim örgütlerinde değişim ve gelişmeleri ateşlemeli, böylece toplumsal hedeflere ulaşmada değerli katkılar¬da bulunarak eğitsel ödevini yerine getirmelidir.
Bu makalenin sınırını aşan daha nice değişim ve yeniliğin varlığı bizleri sevindirmeli ve heyecan vermelidir.

Kaynakça
Aytaç, Kemal. Federal Almanya’da Okul Sistemi. Ankara: Turhan Kitapevi Yayınları Eğitim Dizisi No: 1, 1979
Bacanlı, H. (1999), Duyuşsal Davranış Eğitimi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Başar Hüseyin. 1995. Eğitim Denetçisi. PEGEM. Ankara
Demirel. Ö. Ve diğ. (1998) “İlköğretimde Çoklu Zeka Kuramının Uygulanması” VII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi Bildiriler Kitabı. Selçuk Ün. Konya, ss.531-546
Gardner H. (1997) Çoklu Zeka (Çev.M.Tüzel) BZD. Yayıncılık , Enka Vakfı, İstanbul.
Goleman, D.(1996) Duygusal Zeka (Çev.B.S.Yüksel) Varlık Yayınları,İstanbul.
MEB 1998. Cumhuriyetin 75.Yılında Gelişmeler ve Hedefler,M.E.Basımevi. Ankara.
Su, Kamil.1974. Türk Milli Eğitim Sisteminde Teftişin Yeri ve Önemi.M.E. Basımevi,İstanbul.
Taymaz,A.Haydar. 1993.Eğitim Sisteminde Teftiş (Kavram-İlke-Yöntemler) A.Ü.
A.Ü.Eğitim Bilimleri Yayını, Ankara.