Bedenimizin Sinyalleri

Ziya Aydın
Üşüdüğümüz veya korktuğumuz vakit tüylerimiz diken diken olur; stres altında olduğumuzda, kaslarımız gerilir. Sağlığımız için tehlike arz eden durumlarda gösterilen bu tepki, bedenin sahibini uyarması anlamına gelir. Ama insanoğlu nedendir bilinmez, tehlike büyük boyutlara ulaşıp ciddi müdahaleleri gerektirinceye kadar bu uyarılara pek kulak asmaz.
Bir lokantada arkadaşınızla keyifle, muhabbetle yemek yemektesiniz. O an yanınızdan geçmekte olan garson elindeki tepsiyi birden yere düşürür. Korktunuz değil mi? Birden irkildiniz! Çünkü ansızın korkunç bir gürültü koptu yanı başınızda. Ve bu gürültü kulağınızda yankılandı. Hemen ardından, kalp atışlarınız hızlandı, kaslarınız iyice gerildi. Bedeninizden gelen ilk uyarılar, sizin hiç vakit kaybetmeden buradan uzaklaşmanız gerektiği yönünde. Fakat birkaç dakika sonra, kaçmanızı gerektirecek ciddi bir durumun olmadığını kavrarsınız ve bedeniniz gevşemeye başlar. Nefes alıp verişiniz ve kalp atışlarınız normale döner, nemlenmiş olan avuç içleriniz nefes alır. Tehlike geçmiştir, sakinleşebilirsiniz. Bunları bedeniniz söylüyor. Sakın kulak vermemezlik etmeyin…
Korktuğumuzda, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımızda hep aynı şekilde tepki verir bedenimiz. Acıktığımızda, karnımız zil çalar. Yiyecekleri gördüğümüzde de tükürük üretimi ikiye katlanır. Tehlikeli bir durumla karşılaşınca, akla iki davranış şekli gelir birden: Kaçmak veya olduğumuz yerde kalıp mücadele etmek. Böyle bir harekete hazırlanırken kan basıncımız yükselir, kaslarımız gerilir ve kan şekeri üretimi artar. Beynimizdeki hipofiz bezinin uyarı mesajlarıyla böbrek üstü bezinden adrenalin ve noradrenalin salgılanır. Bununla beraber bedenimizin dış yüzeyine yakın bölgelerdeki kan dolaşımı, bir yaralanma ihtimalinde kanamanın fazla olmaması için azalma gösterir. Bedenimizin dünden bugüne bu mükemmel işleyiş düzeni hâlâ aynı tarzda, aksamadan devam etmektedir…
Düşen tepsi olayında korku ve gerilim kısa süreli oldu farkındaysanız. Beyin, rahatlama uyarısını iletince korku kayboldu. Ancak Alman psikolog Heiko Ernst'e göre günümüzün en büyük hastalık sebebi ve sağlık düşmanı olan stres karşısında bedenin düzenini korumak hiç de kolay olmamaktadır. Stres stresçikleri doğurur: Hayal kırıklıkları, sosyal çatışmalar, nöbetle gelen korku ve gerilimler. Stres devam ettikçe beden, kas gerginliği ve başka kalıcı tepkilerden kurtulamıyor. Ve pek tabiî ki bu hassas durum sağlığımızı olumsuz yönde etkiliyor. Acaba biyolojik olarak, peşpeşe gelen gerginliklere, öfkelere hayal kırıklıklarına veya ruhî bunalımlara dayanacak güçte değil miyiz? Stresle başlayan, iştahsızlık, mide ağrıları, yüksek tansiyon ve dolaşım bozukluklarını, strese sebep olan olaylara farklı açıdan bakarak ortadan kaldıramaz mıyız?
Aslında evde, iş yerinde, çarşı-pazarda vs. meydana gelen çeşitli hâdiseler ve toplumdaki bazı huzursuzluklar her insana bazı sıkıntılar verir ve strese yol açabilir. Bu yönüyle stresi normal karşılamak gerekir. Ancak bazıları bu olayları büyütür ve altından kalkılamaz hâle getirir. İnancı tam bir insan ise bütün hâdiseleri evirip çevirenin Sonsuz Kudret sahibi olduğunu bilir. O'nun icraatının ya bizzat güzel veya neticesi itibariyle güzel olduğuna inanır. Öyleyse niye hâdiselerin çirkin yüzüne takılıp kalırlar. Her insan meşakkat ve sıkıntının ağırlığı ölçüsünde değer kazanmaz mı?
Öfke ve Üzüntü Çabuk Hastalanma Sebebi
Eğitim psikolojisi profesörü Kurt Singer'e göre, öfkenin ani ve şiddetli gelişiyle birlikte kan basıncının dışarıdan belli olmayacak şekilde yükselmesi, aslında sağlıklı bir beden tepkisidir. Ancak, öfke kalıcı olursa, yüksek olan kan basıncı düşmez, bu da ciddi, başka bir rahatsızlığa yol açar. Burada önemli olan insanın, bedenin sinyalini alır almaz, öfkesini hemen frenleyebilmesidir.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, bedenimizin verdiği tepkileri değişik şekillerde ifade ederiz. Ne var ki Singer'e göre, tepkileri dile getiren bu sözlerin uyarı mahiyetindeki anlamı üzerinde pek durmayız. Meselâ, çok öfkelendiğimizde "kan beynime sıçradı" veya korktuğumuzda "yüreğim ağzıma geldi", "ödüm patladı" diyerek aslında ruhumuzla bedenimiz arasındaki ilişki ve irtibatı anlatırız. Bu tür anlatımlar, duygularla bedeni belirtir ve tepkilerin birbirinden ayrılamayacağını gösterir…
Üzüntülü anlarımızda ağlarız. Utandığımızda yüzümüz kızarır. Moralimiz bozuk olduğunda ise daha kolay soğuk alırız.Hastalıklara karşı direncimiz duygusal durumumuzla yakından ilgilidir. Korku, yılgınlık, cesaretsizlik, ümitsizlik ve sahipsizlik bağışıklık sistemini zayıflatır. Neşeli ve mutlu olduğumuzda, tükürüğümüzde çok miktarda koruyucu ve bağışıklığı artırıcı globülinler yerlerini alırlar. Neşemiz kaçtığında ise direnci sağlayan maddeler gittikçe azalır. Bundandır ki genelde ağzımızda acılık hissederiz…
İnsanın öfkelenmesi, üzülmesi fıtrî bir hâldir. İnsana düşen, öfkelenilecek durum karşısında öfkesini yenmektir. Peygamberimiz; "Kuvvetli kimse, (güreşte hasmını yenen) pehlivan değildir.Hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir." (Buhari, Edeb, 76) buyurmaktadır.Yine öfkelenmemeyi tavsiye eden Peygamberimiz, öfkeyle yapılacak fiilden korunmak için ".. biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın." (Ebu Davut, Edeb, 4) veya "biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun, öfkesi geçerse ne âlâ, geçmezse yatsın." (Ebu Davut, Edeb,4) nasihatında bulunmaktadır. "Öfkesinin gereğini yapabilecek güçte olduğu hâlde öfkesini tutan kimseyi, Allah Teâlâ Hazretleri kıyamet günü, mahlûkatın başları üstüne davet eder, tâ ki dilediği huriyi kendine seçsin." (Ebu Davut, Edeb, 3) hadîs-i şerifi de öfkeyi yenen kimsenin ahiretteki mükâfatını göstermektedir.
Bastırılan Duygular
Bedenimizde ayrıca sürekli bastırılan duygular sebebiyle ortaya çıkan birçok hastalık vardır. Bunların arasında sırt ağrıları, romatizmal kas ve eklem hastalıkları ve bu hastalıkların ön belirtileri olan boyun sertliği, omuz kaslarında gerginlik, bel ağrıları, lumbago, vertigo, siyatik ve daha çok sabah görülen kas gerginliğinin olduğunu hiç duymuş muydunuz? Günümüz insanının en çok karşılaştığı rahatsızlık uyarıları bunlar… Ve milyonlarca insan bu hastalıklardan şikâyetçidir.
Yoğun ve güçlü hislenme durumlarında bedenimizdeki kas gerginliği artar. Bu hislenmeler çözümlenmediği, benimsenmediği ve tabiî akışına bırakılmadığı takdirde, bedenimizde yokuş aşağı bir süreç başlar. Ruhî sebeplerle ortaya çıkan sürekli gerginlik sonucunda sadece kaslar değil, zamanla sinirler, dokular ve eklemler de etkilenir. "Ruh bunalınca, beden de bunalır. Çünkü bunlar birbirlerini hiç bırakmazlar!" diyor Singer. Singer'e göre, pek çok insan, bedenlerinin onlara verdiği "ruhî problemleriniz var" mesajını görmezden gelir ve sonra hastalığa yakalanır. Bu hastalar bir de ağrılarının ruhî kaynaklı olabileceğini de kabullenmezler. Oysa onların duygularını biraz paylaştığınızda, rahatsızlıkların altında yatanın çözümlenmemiş çatışmalar, aşırı yüklenme ve üst üste binmiş sıkıntılar olduğunu görürsünüz. Bunların farkına varmak ise problemi çözmek için atılan en önemli adımdır.
Olumsuzluklar ve üzüntüler karşısında bedenimizin gösterdiği belirtiler yapımıza bağlıdır. Eğer midemizdeki asit üretimi doğuştan yüksekse, daha kolay mide ve oniki parmak bağırsağı ülseri oluruz. Bir problemle karşılaştığımızda hemen karnımız ağrır, öyle değil mi? Bir sıkıntımız olduğunda bunu bedenimizle hemen belli ederiz: Oflar, puflar, tersleriz etrafımızdakileri veya hiç ilgilenmez bir köşeye sineriz. Singer, bu durumu bir hastasında gözler: Hastası rahat bir şekilde koltuğunda oturup, hekimiyle sohbet ediyormuş. Ancak, hastasıyla meslekî problemleri üzerine konuşmak istediğinde, hastası elini farkında olmadan midesinin üzerine koymuş. Benzer gözlemleri, mide rahatsızlıkları olan hastalar üzerine çalışma yapan Münih Üniversitesi'nden bir grup araştırmacı yapmış. Hastalar, kendilerine çatışma durumlarıyla ilgili konular açılana kadar sakin ve rahat görünürler. Ancak tatsız, yani kendilerini rahatsız eden konular açılınca birçok hasta şiddetli mide krampları geçirir.
Deri hastalıklarında da insanın yaratılışı önemli bir faktördür. Bazı insanlar doğuştan hassas bir deriye sahiptir. Böyle yapılı bir insan, bir de ruhî sorunlar yaşadığında, deri hastalıkları kolaylıkla kendini gösterir. Nörodermitis türü hastalıklar buna en belirgin misaldir. "Belki de bedenimiz bu hâliyle, 'bana yaklaşma!' mesajını vermek ister" diyor Singer. Devamla şunları ekliyor: "Aslında bedenimizle ruhumuzun gösterdiği uyarılar son derece faydalıdır, çünkü böylece gidişatımızın iyi olmadığını sezip, önlem alabiliriz. Kimi zaman hayat şeklimizi bile değiştirebiliriz.Meselâ, çok stresli ve yoğun bir hayat sürdürüyorken, dinlenmemiz gerektiğinin farkına varırız. Bedenimiz, kendisini yenilemesi için zamana ihtiyacı olduğu konusunda uyarır bizi. Bu tür zorunlu dinlenme süreçlerinde sakince düşünme fırsatları bulur, hayata farklı pencerelerden bakmayı öğreniriz."
Bedenimizin bu mesajlarını tâ çocuk yaşlarda okumasını, anlamasını öğrenmek gerek. Neden? Meselâ, okula giden çocuğunuz hastalandığında derslerinden geri kalacaktır. Bu normal ve telâfi edilebilir gözükse de, günümüz aile yapısında hiç de normal karşılanmıyor, sorun hâline getiriliyor. Belirtilerin sebebi pek araştırılmaz; aksine ilâçlarla yok edilmeye, bastırılmaya çalışılır; tâ ki çocuk derslerden geri kalmasın. Oldu mu şimdi?! Farkında mısınız, durum böyle olunca, çocuklar daha küçük yaşlarda bedenlerinin verdiği belirti ve uyarıları gözardı etmeyi öğrenirler. Ve bu davranışlarını da ileri yaşlarına taşırlar.
Psikolog Ernst, bedenin bilirkişiliğinin önem kazandığı bir hayat şekli üzerinde durulması gerektiği inancında. Bu tür bir hayat şeklinde beden ve ruh iç içe olgular olarak kabul edilip ele alınmalıdır. Bedenimizi buna göre dinlemeliyiz, onu tam anlamalıyız.
Kaynaklar
– Köhle, A., "Signale des Körpers", Kosmos, 6/1999.
– Ernst, H., "Die Weishit des Körpers", Piper V., 1997.