Zırhlı Zehir Deposu : Akrep

Zırhlı zehir deposu…
A K R E P
AKREBE RADYASYON BİLE VIZ GELİYOR
Zırhlı gövdesi, her an vurmaya hazır iğnesiyle, akrep yaklaşık 400 milyon yıl boyunca her türlü tehlikeye ve elverişsiz koşula direnerek bugüne kadar geldi. Üstelik bu eklembacaklı, bilim adamlarına göre, olası bir nükleer kıyametten sağ kurtulacak birkaç canlıdan biri…

Tüm çağların değişmez yaratığı…
Bugün, 1300ü aşkın türüyle Grönland ve Antarktika dışında dünyanın her bölgesinde raslanan akrep, anatomik olarak425 milyon yıl önce yaşayan atalarından hiç farklı değil… Bu nedenle, bütün çağlar boyunca tüm toplumlar akrebin görünüşünden etkilendiler ve korktular… Ünlü Fransız şair Mallarme de, akrebi, “ezelden gelen ve ebediyete kadar hiç değişmeyecek bir yaratık” olarak niteledi…

Atalarının boyu üç metreyi geçiyordu
Akrep büyük bir olasılıkla yeryüzünü ilk ele geçiren hayvanlardan bir tanesiy¬di. Önceleri kumlu ve yo¬sunlu topraklarda boy gösterdi. Ar¬dından sık ormanların içine sığındı. Bütün bu olaylar tam 350 milyon yıl önce “Karbon Çağı”nın en elverişsiz koşullarında gerçekleşti. O tarihlerde yaşayan atalarının boyu üç metreyi geçiyordu. Ne var ki, “Eurypterides” türü bu dev su akreplerinin ömrü o kadar uzun olmadı. Bir süre sonra su¬dan çıkıp karada yaşamaya mahkum oldukları için biçim değiştirmek zo¬runda kaldılar. Bu sırada şans onlara gerçekten yardım etti; organizmaları¬nın en üst tabakası giderek daha kay¬gan ve cilalı bir biçim alınca, vücutla¬rının su kaybı da azalmaya başladı.
Defter yaprakları biçimindeki solu¬num organları bu evrimin sonunda gerçek birer akciğere dönüştü. Böyle¬ce hayvan, atmosferdeki oksijeni çok daha kolaylıkla solur hale geldi. So¬nuçta ortaya her türlü koşula ve ikli¬me dayanıklı, muhteşem bir “kara hayvanı” çıktı.

Britanya Adaları'nda ve Yeni Zelanda'da rast¬lanmıyordu
Gerçekten de bugün akrep, 1300'ü aşkın türüyle Grönland ve Antarkti¬ka hariç, dünyanın tüm yüzeyine ya¬yılmış bulunuyor. Yakın çağlara ka¬dar bu hayvana Büyük Britanya Adaları'nda ve Yeni Zelanda'da rast¬lanmıyordu. Ancak, gemilerle taşınan meyve ve sebzelerin arasına karışa¬rak sonunda bu topraklan da ele ge¬çirdiler.

“Ebediyetten gelen ve ezele kadar değişmeyecek bir yara¬tık…”
Tarih boyunca akrep tüm ulusla¬rın dikkatini çekmişti. Eski Yunanlılar, karmaşık ve ölüm getiren bu ya¬ratık karşısında büyülenmişlerdi. Fransız şair Mallarme akrebi şöyle tanımlıyordu: “Ebediyetten gelen ve ezele kadar değişmeyecek bir yara¬tık…” Gerçekten de bugünkü akrep¬ler, bundan tam 425 milyon yıl önce sudan çıkan atalarından anatomik olarak pek büyük farklılıklar göster¬miyorlar. Zoologlara göre, bugünkü akreplerin büyük bir çoğunluğu, Pa¬leozoik Dönem'deki atalarının sanki bir fotokopisi…

350 milyon yıl önce çok daha tüylüydü
Belki anatomik çizgilerde büyük bir farklılık söz konusu değil, ama cüsse konusunda ciddi bir değişimin varlığı da bir gerçek… Bundan yakla¬şık 350 milyon yıl önce yaşayan ak¬repler 3 metre boyunda dev yaratık¬lardı ve vücutları bugünkü akreplere oranla çok daha tüylüydü. Nitekim zoologlar, bu özelliklerinden dolayı akrepleri, örümcekgiller ailesinin içinde sınıflandırmışlardı.

Akreplerin sekiz gözü var
Akrebi çekici ve karmaşık kılan şey, belki ilk bakışta vücut yapısında görülen farklılık… Bu böceğin vücudu, kesin farklılıklarla ayrılmış iki bölümden oluşuyor: “Prossoma” denilen bölüm, sert bir kabukla örtülü… “Opistossoma”, yani vücudun arka kısmı ise muhteşem bir iğneden oluşuyor. Gemi omurgasını andıran “prossoma”da sekiz basit göz bulunuyor. Merkezde yer alan bir çift göz, diğerlerine oranla daha büyük… Diğerleri ise simetrik bir biçimde “prossoma”nın iki yanında sıralanıyor. Oldukça yüksek sayıda göze sahip olmasına karşın, akrepler genellikle bulanık bir görüşe sahip…

Ağız yapısı sonucu, akrepler avlarını çok uzun sürede yiyorlar
Ağzı, öne doğru çıkmış bir biçimde ana gözlerin hemen altında bulunuyor. Bu organ, üç parça halinde birbirine eklemlenmiş birer çift küçük eklem parçasıyla korunuyor ve hayvanın ağzına genel biçimini bunlar veriyor. Bu ağız yapısı sonucu, akrepler avlarını çok uzun sürede yiyorlar. Hatta irice bir avın yenmesi günlerce sürebiliyor. Avını, ağzına dökülen bazı asitler sayesinde iyice çiğneyip minik parçalar haline getirdikten sonra onları mideye indiriyor.

Kıskaçları duyarlı kıllarla kaplı
Akrep, avını yakalamak için iki güçlü kıskaca sahip kollarını kullanıyor, Mikroskopla bakıldığında bu kıskaçların duyarlı kıllarla kaplı olduğu görülüyor. Bu kıllar, gece avında gerçek birer anten görevi görüyor. Ayrıca akrep, bir yerden bir yere hareket etmek ve kımıldamak için de bu kıllardan yararlanı yor. Akrepler üzerinde çalışan bazı bilimadamlarının iddiasına göre, bu kıllar morötesi ışınları, ultrasonik dalgaları ve hatta insanoğlunun hissedemeyeceği hava akımlarını bile algılayacak kapasitede…

Ayak, kuyruk ve iğne
“Prossoma”nm karın bölgesinde ise hayvanın yürümesini sağlayan dört ayak bulunuyor. Bunların uç bölümü birer kıskaç biçiminde… Bu kıskaçlar bile rahatlıkla tırmanabiliyor. Dördüncü ayaktan itibaren “prossoma” bitiyor ve “opistossoma” başlıyor. ” Opistossoma” iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, yani önkarın bölgesine “mesosoma” adı veriliyor. Hayvanın bu oldukça hacimli bölgesi 7 bölümden oluşuyor. Önkarın bölgesi, “metosoma” adı verilen daha dar bir bölümle tamamlanıyor. İşte bu son noktada da hayvanın herkese korku veren iğnesi bulunuyor.
” Mesosoma”nm toprağa bakan alt kısmında iki ilginç organ daha yer alıyor: Genital kapakçıklar ve taraklar… Bu organların uç bölümünde bir çift duyarlı eklem bulunuyor. Hayvan yürürken bunları ya içeri çekiyor ya da dışarıda bırakıyor. Bu eklemler sayesinde akrep sıcaklık değişikliklerini ve titreşimleri algılıyor, üzerinde yürüdüğü toprağın özelliklerini saptıyor.
Akrebin birbiri içine girmiş 5 kabı anımsatan “metasoma” bölümüne daha yaygın bir deyişle “akrebin kuyruğu” adı veriliyor. Hayvanın saldırganlığının en üst düzeye ulaştığı anda, bu kuyruk vücudun üstünde yükseliyor ve bir yay biçimini alıyor. Bu duruma “ölüm spirali” adı veriliyor.

Beş boğumdan oluşan ve “metasoma” adı verilen kuyruk bölgesinin en ucunda akrebin iğnesi bulunuyor. İğnenin gerisinde, kaygan bir torbanın içinde de zehir var. Bu torbayı çevreleyen kaslar, kuyruk spiral haline geldiğinde kasılarak zehiri püskürtmeye hazırlıyor…

Yeryüzünde en zehirli akreplerin bulunduğu bölgeler; Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Meksika
Akrep ile ilgili tüm korkuların, tüm efsanelerin ve mitolojilerin temelinde işte bu kuyruk bölümünde bulunan iğnenin taşıdığı zehir yatıyor. Ancak, bu hayvanın zehriyle ilgili söylentiler bazen gerçekleri gölgeliyor. Bütün akreplerin zehirli oldukları bir gerçek; ancak, bunlardan çok azının zehiri insan için gerçek bir tehlike oluşturuyor. Yeryüzünde en zehirli akreplerin bulunduğu bölgeler Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Meksika. Örneğin, Sahra'da yaşayan “Androctonus australis” türü akrebin zehiri, eğer gerekli tedavi yöntemleri uygulanmazsa insanı 7 saat içinde öldürüyor. “Leiurus quinquestriatus” ve “Centriroides” grubu akrepler de oldukça tehlikeli… Bu hayvanların zehiri insanın solunum sistemini felç ediyor ya da kalp krizine yol açıyor.

Akrep zehirlerinin birçoğu, öldürmese bile büyük acılar verebiliyor
Ne var ki akrep, zehrini insanlara karşı çok ender olarak kullanan bir hayvan… Genellikle bokböceği, gece kelebeği ve çekirge gibi avlarla yetiniyor. Avının üstüne bir yıldırım gibi çöküyor ve anında zehirliyor. Hayvanın zehiri, “talson” adı verilen karın bölümünün son zincirindeki asmakabağına benzeyen bir kaygan torbanın içinde bulunuyor. Bu zehiri üreten “zehir bezleri” güçlü kaslarla çevrili… Bu kaslar hayvan saldırıya geçtiğinde kasılıyor ve zehri minik zehir kanallarıyla iğnenin ucuna kadar ulaştırıyorlar. Akrep iğnesini batırdığı anda bir grup kas harekete geçiyor ve baskı yaparak zehrin avın vücuduna girmesini sağlıyor. Bu kaslar, ancak zehir ava enjekte edildikten sonra kaslar genişliyor ve akrep böylece iğnesini geri çekebiliyor.
Akreplerin en aç olduğu mevsim yaz aylan… Bütün zehir sistemi alarm halinde avını beklemeye başlıyor. Ancak, oldukça obur olmalarına karşın akrepler genellikle fazla açgözlü değiller. Avını felç edip hareketsiz hale getirdikten sonra onu yemeden günlerce başında bekleyebiliyorlar.

Çiftleşmenin başında dişi ve erkek akrepler, kuyruklarını ve kıskaçlarını birbirine dolayarak saatlerce çılgın aşk oyunları yapıyorlar (1,2,3)… Daha sonra erkek akrep, dişisini spermatoforlarını toprağa bıraktığı yere doğru sürüklüyor ve onun döllenmesine yardımcı oluyor (4)…
Akreplerin Çiftleşme dansı?
Bütün bir yıl boyunca gece ve gündüz “yalnız” dolaşmayı tercih eden akrepler, İlkbaharın başlangıcında bir araya geliyor¬lar ve aşk yapmaya başlıyorlar. Bu dönemde akrepler birbirleri¬ne çok yakın ilgi gösteriyorlar. Çiftleşme dansı geceleyin başlı¬yor. Gündüzleri bir taşın altına sığınarak geçiren akrepler gece indiğinde önce besin aramaya çıkıyorlar ve daha sonra sıra aşk dansına geliyor.
Çiftleşen bir akrep ikilisi çok kolay fark ediliyor. Karnı şişik ve rengi koyu olan dişi akrep… Da¬ha ince ve soluk renkli olan ise erkek akrep… Aşk dansının başında, her ikisi de önce kuyruk¬larını sarmal biçimde birbirleri¬ne geçirip öylece geziniyorlar. Bu sırada erkek akrep, dişiyi kıskacından tutup bir geri çeki¬yor, bir ileri itiyor. Bu yön değiş¬tirme sırasında, erkek akrep bir yarım dönüş yaparak dişinin ya¬nına sokuluyor ve onun yere yatmış olan kuyruğunu okşama¬ya başlıyor. Erkeğin dişisine yaptığı bu kur, çiftleşmenin göz¬lerden uzak bir köşede sonuç¬lanmasına kadar bazen saatler¬ce sürüyor.

Ana yüreği…
Dişi akrep, boyları 10 mm'yi geçmeyen yavrularını tam bir hafta boyunca sırtında taşıyor ve bulduğu yiyecekleri onların yemesini sağlıyor. Anne sırtındaki beyaz renkli yavrular, 15 mm'ye ulaştıktan sonra annelerini terkediyorlar ve renkleri koyulaşmaya başlıyor…

Erkek yeterince çabuk davranıp kaçamazsa, dişi onu parçalayarak yiyor
Çiftleşmek için ideal bir yer bulan erkek akrep, genital ka¬pakçıklarını açıyor ve yere tabu¬re biçiminde bir sperm kapsülü bırakıyor. Bu sperm kapsülüne “spermatofor” adı veriliyor. Bu sırada dişi akrep, yerde sürüne¬rek bu sperm paketinin cinsellik organından içeri girmesine çalı¬şıyor. Çiftleşme anına kadar ga¬yet uysal olan dişi akrep, bu ola¬yın sonuçlanmasıyla birlikte, tıp¬kı örümceklerin ya da peygam¬berdevelerinin yaptığı gibi erke¬ğine saldırmaya başlıyor. Erkek yeterince çabuk davranıp kaçamazsa, onu parçalayarak yiyor. Hamile kalan dişi akrebin ku¬luçka dönemi bütün bir yıla yayı¬labiliyor. Çünkü yumurtalar hayvanın içinde oluşuyor. Dişi akrep genellikle temmuz ayının ikinci yarısında ya da ağustos ayının ilk haftasında genital or¬ganlarının kapağını açarak 30'a yakın yumurtayı dışarı bırakıyor. Beyaz renkte ve henüz iki göze sahip olan akrep yavruları, an¬nelerinin de yardımıyla onları çevreleyen zarı yırtıyorlar ve dı¬şarı çıkar çıkmaz kardeşlerinin yanına koşuyorlar. Her biri 10 milimetre boyundaki bu yavru akrepler, vantuzları sayesinde tek tek annelerinin sırtına çıkıp yerleşiyorlar. Böylece anne ak¬rebin sırtında beyazımsı bir kambur oluşuyor. Yavru akrep¬ler tam bir hafta annelerinin sır¬tında kalıyorlar. Bu süre boyun¬ca anne akrep yemiyor ve av¬lanmıyor; bütün dikkatini yavru¬larının korunmasına yoğunlaştı¬rıyor, ilk haftanın sonunda yavru akreplerin beyaz olan rengi de¬ğişiyor ve boyları da 15 milimet¬reye ulaşıyor.

Serum elde etmek için toplana akreplerin laboratuvarda yaşamaları da oldukça zor… Onları canlı tutmak için beslemek gerekiyor. Bu da, onlara canlı hamamböceği ikram edilerek sağlanıyor…

Akrep serumunun hazırlanması…
Akrep zehirinin toksik etkisinin yüksek olması, bu zehre karşı üretilen antiserumun, akrebin türüne göre belirlenmesini gerektiriyor. Bu türleri belirlemek için Türkiye'de morfolojik bilgilere dayanarak yapılan çalışmalarda altı akrep türü saptanmış…
Akrep serumu, yurdumuzda çok zehirli akrep bulunan bölgelerden (Urfa, Mardin gibi) sağlanan “Androctonus crassicuauda” türü akreplerin zehir keselerinden sağlanan zehrin, bu zehire yüksek derecede bağışıklı olan atların kanına karıştırılmasıyla üretilir.
Farklı cinslerdeki akreplerin toksinlerinin mutlak şekilde birbirinin aynı olmamasına karşın, dünyanın farklı bölgelerinde hazırlanan serumların, diğer ülkelerdeki akrep toksinlerine iyi geldiği gözlenmiştir. Aynı şekilde, bütün serumların Türkiye'deki bilinen cins akrep sokmalarına karşı olduğu kadar, farklı cinslerin sokmalarında da etkili olduğu bilinmektedir.
Bir ampul serum içindeki miktar, akrep telsonundaki (zehir kesesi) zehrin beş katına etki edebilecek güce sahiptir. Ayrıca serumu uzun süre korumak amacıyla içine yüzde beş fenol katılır.
Akrep serumu, sokma olayının hemen ardından hiç vakit yitirmeden, deri dezenfekte edildikten sonra, kas içine ve yara civarına yakın bir noktaya verilir. Genellikle tercih edilen doz, büyüklerde 30 cc, küçüklerde ise 15 cc olarak kabul edilmiştir. Ağır ve gecikmiş olgularda serum damar içine tatbik edilir. Bu dozaj durumu 4 ya da 5 katına kadar çıkarılabilir. Fakat zehirlenme belirtileri sürmeye devam ederse, aynı dozlar birkaç defa tekrarlanır. Serumun yararlılık etkisi, serumun hastaya mümkün olduğu kadar erken verilmesinde yatar. Böylece zehrin kana karışması önlenmiş olur.
Akrep serumunu ışıksız ve serin yerlerde, öncelikle 10 C'de saklamak yeterlidir. Üretim tarihinden sonra üç yıllık bir kullanım süresi olan serumların dibinde görülen hafif bir çökelti, bilimsel olarak önemsiz kabul edilir.
Protein pıhtılaştığı zaman akrebin rengi beyazlaşıyor…

Kim korkar radyasyondan…
Akrep çevre koşullarına ve olumsuzluklara olağanüstü uyum gösteren bir yaratık… Bir kere, günlerce hatta bazen haftalarca hiçbir şey yemeden varlığını sürdürebiliyor. Her türlü soğuğa, sıcağa ve yüksek rakıma dayanıklı bir hayvan…
Bu karmaşık hayvanla ilgili en son efsane ise, bilimadamlarının da iddia ettiği gibi, onun nükleer bir savaş sonunda yayılacak radyasyona bile dayanabilecek mekanizmalara sahip olmaları… Bazı bilimadamları, akrebin radyasyona, insana oranla 100 hatta 200 katı daha dayanıklı olduğunu söylüyorlar. Bu gücün kaynağı, akrep organizmasının sahip olduğu “hemosiyanin” adı verilen bir protein ile “tavrina” adı verilen biyokimyasal asit… Bu iki madde, hayvanın çok özel sinir sistemine karışarak onu her türlü olumsuz koşula karşı koruyor.

Etrafı ateşle çevrilen akrep neden kendini sokuyor?
Ancak aynı protein yapısı, hayvanın yaşadığı bir dramın da nedeni… Bilindiği gibi, etrafı ateşle çevrilen ve kaçacak yer bulamayan akrep bir süre sonra kendisini sokarak öldürüyor. Çoğu zaman acımasız insanoğlunun eğlencesi haline dönüşen bu olay, efsane haline gelen bir “intihar” olayı değil…
Biyolog ve araştırmacı Maupertius 1743 tarihinde bu konuya bir açıklık getirdi: Akrebin bu soylu davranışının arkasında, yanan ateş nedeniyle hayvanın derisinin susuz kalıp kuruması ve asıl önemlisi proteinlerinin pıhtılaşması yatıyordu. Hayvan, yanan ateşten korktuğu için değil, proteinsiz bir yaşamın elini kolunu bağlayacağını bildiği için intihar ediyordu.

Akreplerin en büyük düşmanları, iguanalar, kertenkeleler ve vahşi domuzlar…
Akrep zehiri, derileri oldukça kalın olan bu hayvanlara karşı pek etkili olamıyor…

Akrep dünyasından rekorlar…
? İlk akrepler gerçekten dev yara¬tıklardı. Bunlardan “Gigantoscorpio will”, “Brontoscorpio anglicus”, boyları rahatlıkla bir metreyi geçen akreplerdi. Bugün ise, büyük ak¬replerin önemli bir bölümü Afri¬ka'nın tropikal bölgelerinde yaşı¬yor. Örneğin Gine'de görülen “Pan¬dinus imperator”, 18 santim uzun¬luğunda ve 70 gram ağırlığında tehlikeli bir yaratık… Yeryüzündeki en küçük akrep ise, 12 milimetre boyundaki “Microtityus fundorai”…
? Şili'nin And Dağları bölgesin¬de bazı akrep türleri 500 metre yükseklikte bile yaşayabiliyor. Bir başka akrep türü olan “Alac¬ran tartarus” ise toprağın 800 metre derinliğinde bile varlığını sürdürebiliyor.
? Bazı akrep türleri ise suyun içinde rahatlıkla 48 saatten fazla kalabiliyorlar.
? Akrepler iklim koşullarına da büyük bir uyum gösteriyorlar. Ör¬neğin, bazı akrep türleri haftalar¬ca buzulların altında kalsa da ya¬şayabiliyorlar. Yine çöllerde yaşa¬yan bazı “Alacran” türü akrepler ise 45 ve 47 derece sıcaklıktan olumsuz etkilenmiyorlar.
? Bazı akrep türleri ise morötesi bir ışık yayıyorlar. Bu ışık, Ay ol¬madığı gecelerde 10 metre mesa¬feden görülebiliyor.
? Akrep sorununu en yoğun bir biçimde yaşayan bölgelerin başında ABD'nin California bölge¬si geliyor.. Her ilkbaharda bu böl¬ge, “Vaejovis littoralis” türü akrep¬lerin saldırısına uğruyor. Zoolog¬lar, saldırının en yoğun olduğu günlerde, metrekareye 12'den faz¬la akrep düştüğünü belirtiyorlar.
? Bugün Dünya Sağlık örgü¬tü'nün (WHO) istatistiklerine gö¬re, yılda 5.000'den fazla insan akrep sokması nedeniyle hayatı¬nı kaybediyor.