Sir Rabindranath Tagore ( 1861 – 1941 )

Sir Rabindranath Tagore 6 Mayıs 1861?de Kalkütta?da doğdu. Babası Maharishi Debendranath Tagore, zengin bir Brahmandı. Edebiyatla çocuk yaşta ilgilendi. 1878?de bir kardeşiyle birlikte İngiltere?ye gitti. Londra?da, University College?de hukuk öğrenimi yapmak istiyordu. Ama kısa süre sonra Hindistan?a döndü. 1878?de ilk kitabını, Bir Şairin Masalı?nı yayımladı, Mrinalinidebi adlı bir kadınla evlendi.
Tagore, 1913?de Nobel Edebiyat Ödülü?nü aldı. İki yıl sonra da “Sir” unvanıyla ödüllendirildi. Altmış sekiz yaşında resim yapmaya başladı; Moskova, Berlin, Münih, Paris, Birmingham ve New York?ta sergiler açtı. Müzikle ilgisi çocukluğuna kadar uzanıyordu; üç bini aşkın şarkı bestelemişti.
Uzun bir hastalıktan sonra 7 Ağustos 1941?de Kalkütta?da öldü. Yazdıklarını İngilizceye kendi çeviren şairin yüz bini aşkın dizesi vardır.
Belli başlı kitapları şunlardır: Gitanjali (1912), Büyüyen Ay (1913), Bahçıvan (1913), Yemiş Zamanı (1916), Aç Taşlar (1916), Avare Kuşlar (1916), Kişilik (1917), Sevgilinin Armağanı (1918), Yuva ve Dünya (1919), Kaçak (1921), Ateşböcekleri (1928).

Tagore için, insanın en büyük başarısı, kişisel acılarla dünyanın o engin hüznünü birleştirebilmesinde yatar. Bu dünyadaki yaşamın geçiciliğinden doğan kaçınılmaz hüznü yenmesini bilmiştir o. İlk dönem şiirlerinde klasik Hint temalarından ve Hint mitolojisinden etkilenen ve Sanskritçenin zengin çağrışımlarından yararlanan Tagore, son dönem şiirlerinde, süsten olabildiğince uzaklaşır, sözcükler saydamlaşır, en saf müziğin notaları gibi soluğumuzu kesen bir yumuşaklık ve güç kazanır.
Tagore yaşama bakışını şöyle ifade etmiştir:
? Önümüzde duran, dikkatimize çarpan şey mutfak değildir, ziyafettir.?
Bu Tagore?nin yaşamın içinde seyirci olmamızı ve içinde yer almamızın en bariz ifadesidir. Şu sözleri beni daha da düşündürmüş ve müzik dinler gibi bir hisle okumuşumdur:
?Dünyanın uzviyeti değil, çehresidir. Mevsimlerin nöbet değiştirmelerine, ışık ve gölgenin, rüzgârın ve suyun aldatıcı oyunlarına doğumdan ölüme kadar uçuşan seyyal hayatın rengârenk kanatlarına bakınız. Bu olayların önemi mevcudiyetlerinde değil, ahenkli dillerindedir. Ruhumuzun anadili olan bu dil aracılığıyla vakalar bize ulaştırılmaktadır. ?
Tagore, bana göre bir dünya edebiyatı kralıdır, ama her ne dense ?kitap okumama? gibi bir özrümüz var. Bu yüzden unutulan bir kral olmuştur. Oysaki bir Goethe, Schopenhauer Homeros, Dante ve Shakspeare unutulmamıştır. Çünkü okul kitaplarında bu saydığımız edebiyatın kralları sürekli okutulmuştur.
Tagore?nin şiirleri bir başka dünyaya yolculuk yaptırır. Dizlerinde hayat vardır. Canlıdır sanki. Okurken büyülemektedir insanı. Bir sihir gibi. Her bir sözcüğü doğrulukla aşkla karışarak benliğimize sokulur?
Son elli yılda unutulan bu Hint Edebiyat Kralının; aşağıda alıntısını yapmış olduğum naif bir kısa öyküsü ve dizeleriyle sizi baş başa bırakıyorum.
Eserlerini güzelim Türkçemize çeviren yazarlarımıza sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ölenlere de Rahmet diliyorum.Emine Pişiren/Edremit-Akçay/08.11.2008 internetten alıntıdır.

VE BİR ÖYKÜSÜ…
?Ne güzel bir laf Tanrım. Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize. Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni. Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
Rabindranath Tagore

VE BİR ŞİİRİ:

UNUT GECE BİTİNCE
Hadi son türkünü de söyle
Söyle son türkünü de gidelim
“Gece bitti” de – unut her şeyi
unut bunu da gece bitince.

Ben kimi sarmak isterim öyle kollarımla
Hangi düşler onlar
Tutsak edilmeyen hangi?

İşte o onmaz tutkuda ellerim
Yüreğime boşluğunu bastırıyor
Çürük çarık göğsüm bağrım

Sensiz.
Rabindranath TAGORE
Çeviren: Tarık Dursun K.

ÜNLÜ SÖZLERİ

Eğer güneşi gözden kaçırdım diye gözyaşı dökersen, yıldızları da gözden kaçırırsın.
Rüya, durmadan konuşan bir karı; uyku, sessizce ıstırap çeken bir kocadır.
Mutluluğun kabullenmeyle, mutsuzluğun beklentiler ve hayatın tutturduğu yol arasındaki mesafeyle çok ilgili olduğunu öğrendim.
Dünya can çekişen yüreğin telleri üzerinde gidip gelirken, Kederin müziğini çalar…
Hiçbirşey saklamadan.. hayatımı apaçık önüne serdim… Bu yüzden çözemiyorsun beni…
Allah insanın lamba ışığını kendisinin büyük yıldızlarından daha çok sever.
Yüreğin görüş açısından baktığında, uzakta olan burnunun dibinde görünür.
Sevincin kapaklarını acıların anahtarıyla açacağız.
Kanatları altınla kaplı kuş uçamaz.
Doğru olmayan yol, yol kalabalık bile olsa ıssızdır.
Eğer bir insanın hayatından daha değerli bir şeyi yoksa onun hayatının da değeri yoktur.
Aşk belki çok acı veren bir şeydir ama yine de ona güvenin.
Uyudum, rüyamda hayatın sevinç olduğunu gördüm, sonra uyandım, hayatın görev olduğunu anladım. Çalışmaya başladığımda bir de baktım, görev de sevinç olabiliyormuş.
Dışarıdan bir şeyler kazanabilmek için,içeriden bir şeyler yitirmek.Yani şan, şö…hret, mevki,makam şatafat, ün, şan kazanmak için;Huzurunu, boş zamanını ve bağımsızlığını,bütünüyle ya da önemli ölçüde feda etmek;Büyük bir budalalıktır. Mutluluk çok zordur ve içimizdedir.Başka yerde bulunması imkânsızdır.Sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur.Eksiksiz bir sağlıktan ve kusursuz bir bedenden daha iyi ne olabilir?Sakin ve neşeli bir huy.Duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zekâ.Ilımlı, yumuşak bir arzu ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan. Bunların hepsi; yerini hiçbir rütbenin,ya da zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir…
Boş zaman yoktur boşa geçen zaman vardır.
Yıldızlar ateş böceği zannedilmekten korkmazlar.
her doğan çocuk, Tanrı'nın insanoğlundan hala umut kesmediği mesajını getirir.