Kişisel Gelişimin Abd Deki Durumu

Aşağıda Radikal gazetesinde “Pazartesi sendromu!” ve “Tek yol Buda” başlığıyla yayınlanmış iki makale yer alıyor.
Bu makalelerde Amerikalıların kişisel gelişim ?guru?larına ne kadar önem verdiği, kişisel gelişimlerini artırmak için ne kadar bütçe ayırdıkları ve Amerikanın popüler başarı kültürü hakkında yorumlar yer almaktadır.
Makalede ?kişisel gelişim? ile ?ruhsal gelişim? iç içe gösterilse de oldukça farklı yönleri de bulunmaktadır.

NEW YORK – Nihayet beklenen an geldi ve 2000 yılına girdik. 2000 yılıyla birlikte takvimden kopup giden bir yaprak için bunca heyecan duyulması boşuna değildi elbette.
Bir çok insanın yeni bir kararını uygulamak için pazartesi gününü seçtiği ve her yeni yılda neredeyse insan nüfusunun yarısının kararlar aldığı düşünülürse, şu anda gezegende milyarlarca insanın 'yeni bir başlangıç' heyecanıyla kıpır kıpır olduğunu tahmin etmek güç değil.
Psikologlar da 2000 için alınan kararların 'biraz kilo vermek' gibi alışıldık hedeflerin ötesine geçeceği görüşünde.

Yeni Kararların Eşiğinde
ABD'deki Scranton Üniversitesi psikologlarından John Norcross, “40 yaşına girmek, çocuk sahibi olmak ya da yeni bir binyıla girmek gibi her önemli an, insanoğlunu durumları hakkında düşünmeye iter” diyor.
Ama bu değişim rüzgârlarını en iyi hisseden kesim kitapçıların 'öz yardım' raflarında bulunan eserleri kaleme alanlar olmalı. 'Yapacağının en iyisini yap' şeklinde özetlenebilecek bir Amerikan özlü sözünü kendine şiar edinen ve insanlara nasıl daha mutlu, zengin, ince, alımlı, duygulu, zeki, etkili ve yetkili olabileceklerini anlatan bir 'başarı edebiyatı' seçkisinin en çalışkan ve parlak elemanları yani.
Başarı edebiyatının okuyucularına ne kadar başarı getirdiğini kesin olarak hesaplamaya imkân yok. Ama bu sektördeki kitapların tüm dünyadaki satışlarının yıllık olarak 563 milyon dolar (yaklaşık olarak 280 trilyon lira) getirdiği düşünülürse en azından yazarlarına ciddi bir maddi başarı sağladığı iddia edilebilir.
Kitapların 'insan hayatını etkileme gücü' konusunda ise, en azından seminerler, CD'ler ve toplu seansları da katarsak yıllık gelir hacmi 2.48 milyar doları (yaklaşık olarak 1.5 katrilyon lira) bulan bir dev sektörden ekmek parası kazanan herkesin hayatını öyle ya da böyle etkilediği söylenebilir.
Ruhsal 'estetik ameliyat' diyebileceğimiz sektör, Covey, Antony Robbins ve John Gray gibi gurular, Holly-wood devleriyle boy ölçüşecek servetler kazandırdı. Peki onların yeni yıldan beklediği ne olsa gerek? Elbette ki dev internet ağını da kullanarak daha çok insana ulaşabilmek.
Araştırmacılara göre, 'guru'ların en önemli müşteri kitlesi 30 yaş civarındaki kadınlar. Ancak, öz yardım seminerinde her cins ve ırktan insanı görmek mümkün.
Üstelik katılımcıların azımsanmayacak bir kesimi de iyi eğitim görmüş, iyi işleri olan ve aslında milyonlarca insanın sahip olmak için yanıp tutuştuğu şeylere sahip olan insanlardan oluşuyor.
Yani iyi evlilikler, iyi işler ve dinsel tatmin artık yerini stres, işlevsizlik ve kuşkuya bırakmış görünüyor.
Sonuçta eskiden bu eksiklikler için rahiplere giden insanlar artık guruları tercih etmeye başlıyor. Üstelik guruların takipçilerinin çoğu bu öğretileri yarı dinsel bir tarzda görüyor. 'İçinizdeki Devi Uyandırın' adlı kitabın yazarı Antony Robbins, yıldızı tamamen sönmüşken parlayan Andre Agassi'nin baş danışmanı örneğin.
Robbins'in, düzenlediği 'büyük olay' niteliğindeki konferansları her zaman biraz dinsel ayin, biraz da rock şovunu andırır tarzda. Konferansının ana teması, 'olağanüstü başarıya ulaşmak için zihninizi eğitin.
Duygusal konumunuzu belirleyin, depresyon yalnızca bir seçim'. Konferansta kimi zaman katılımcılar sessizce onu dinliyor kimi zaman ise Tina Turner'ın 'Simple the Best' adlı şarkısı eşliğinde kendinden geçiyor.
Kimi gurular ise daha belirli alanlarla sınırlıyorlar kendilerini. Yakın zamanlarda 'Kadınlar Venüs'ten, Erkekler Mars'tan' kitabıyla büyük bir kitleyi etkileyen John Gray, şimdi de 'Mars ile Venüs Yatak Odası'nda' gibi daha 'çekici' konulara eğilerek kitlesini artırmayı hedefliyor.
Gray'ın yalnızca kitap satışlarından elde ettiği gelir yıllık 10 milyon dolar (yaklaşık 5 trilyon lira). Tabii seminerler de onun büyük gelir kapılarından. Konuşma başına 50 bin dolar alan Gray, yalnızca 1999 yılında 12 konuşma yapmış.

Bir Öz Yardım Tutkunu
Kristen Kurowski, tüm hayatını 'öz yardım' dersleri ve kurslarına göre yaşayan genç bir kadın. Kurowski'nin sıradan bir günü, öz yardım sektörünün boyutunu ve hizmet yelpazesinin çeşitliliğini göstermek açısından son derece açıklayıcı olabilir.
Kurowski, her akşam ertesi gün yapacağı işleri önem derecelerine göre sırasıyla A, B ve C gruplara ayırıyor. Genç kadın Franklin-Covey Zaman Değişimi seminerinden öğrendiği bu gruplama sesteminin işlerini son derece kolaylaştırdığı görüşünde.
Öğle aralarını 'Kişisel Gelişim' seminerlerinden öğrendiği biçimde pencere kenarında sessizce oturup ofisin yanı başındaki gölü seyrederek geçiriyor. Her akşam ya yoga ya da 'kick box' kurslarına gidiyor ve akşamları da 'Önemsiz Şeyleri Kafaya Takmadan Yaşamak' türü kitaplar okuyarak uykuya dalıyor.
Kurowski geçtiğimiz yıl Anthony Robbins'in seminerlerine devam etmiş. “Anthony bize 'hadi şu keresteleri kırın' dediğinde şaka yaptığını sandım. Ama ilk seferinde kırdım” diyor.
Kereste kırmak, Virginia'da bir danışmanlık şirketinde çalışan 29 yaşındaki Kurowski'nin egzersizlerinden sadece biri. Karanlık bir salonda 'Kristen, sen gerçekten en iyisini hak ediyorsun' diyen bir yabancıyla el ele oturmak onun başarı kazanma egzersizi.
Kendini asla tuhaf öğretilerle kafayı bozmuş bir tür yarı kaçık gibi görmediğini söyleyen Kurowski, “Ben karmakarışık insan ilişkileri arasında yolunu bulmaya çalışan ve daha iyi yaşamak için bazı pratik ipuçları arayan normal bir insanım” diyor.
'Kendini değiştir, yeni bir başlangıçla bambaşka birisi olabilirsiniz' gibi pozitif enerji içeren sözlerle milyonları etkileyen dev endüstri, imaj çağında göze çarpmak isteyenlere 'ince ayar' yapmayı öğrettiği için başarıya mahkûm görünüyor. Ama 'aynalar aynalara bakarken' dönüp kendine bakan var mı, burası meçhul!
(Kaynak:Newsweek)

Tek yol Buda!
Clinton'dan Sting'e, Tina Turner'dan Demi Moore'a kadar ünlüsü ünsüzü dünya çapında milyonlarca insan, bir manevi liderin, daha doğrusu giderek yitirdikleri “ruhlarının” peşinde
BERNARDO Bertolucci, Richard Gere, Sting, Tina Turner, Uma Thurman, Rockefeller ? David. Jr ve karisi Diana, Time'in kurucularından Steven ve Laurance..
Dünyaca tanınan tüm bu ünlüler, Budistler'in manevi lideri Dalai Lama'nin izinde; Barbra Streisand ise Gurumayi Chidvilasanad'in…
Hollywood'un seksi yıldızı Daryll Hannah kendisini Siri Dharma'ya emanet etmiş. Demi Moore, Liz Taylor, Melanie Griffith, Julia Roberts, Michael Jackson, Sting de Deepak Chopra'nin ellerine teslim olmuş.
Madonna'dan Baskan Clinton'a kadar neredeyse herkes, bir “Guru”ya danışmadan sokağa adımını bile atmıyorlar. Ornella Muti, Vittorio Gassman, Richard Chamberlain doğu terapileri ile ruh sağlığını bulanlar.
Shirley MacLaine, Chris Griscom adlı bir gurunun izinde. Isabella Rosellini, Meg Ryan ve Julia Roberts, Siddha Yoga'ya gidiyor. Donna Karan ve Peter Gabriel ise Tesh'te karar kılmış.
Guru'suz çıkmıyorlar
Yukarıdaki isimler spritualizme yakın olarak bilinenler, ama hiç bilinmeyenler de var. Ferrari'nin ünlü sürücüsü Michael Schumacher'in “Guru” Babir Sigh'e sormadan asla yarışa girmediği, İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eşi “First Lady” Cherie Blair'in spritualist olarak bilinen kuaförü Andre Suard yanında olmadan dışarı adım atmadığı bilinmiyor.
ABD Başkanı Clinton'un düşünsel danışmanı ise, “İçindeki Devi Uyandır” kitabıyla tanınan Anthony Robbins adlı bir düşünür. Robbins, insanların içlerindeki hazineyi keşfederek en iyi randımanı verebileceklerine inanıyor.
Clinton, Robbins'i izlerken, eşi Hillary Clinton'da her zamanki kişilikli tavrını sürdürerek kocasından farklı bir yolu seçiyor ve New Age (Yeni Çağ) ekolüne yöneliyor.
Beyaz Saray çevrelerindeki en yaygın söylenti, Hillary'nin Jean Houstan adli bir falcısı olduğu ve onun aracılığıyla “öte taraftan” Elenaour Roosvelt ile görüşmeler yaptığı…

Kurtuluş nerede?
Bu kadarı da fazla mı diyorsunuz?
Yanılıyorsunuz… 90'lı yılların egemen duygusu inanç ve güven.
Bu iki duygu olmadan insanlar ayakta duramıyor.
Bu anlamda Batı dünyasının Doğu'ya yönelmesi “moda” ve “trend” sözcükleriyle açıklanmıyor.
Bir sürecin ve temel sorunların sonucu olarak Batılıların bir kısmı kurtuluşu Doğu'da ararken, Doğu'luların büyük bir kısmı da kurtuluşu Batı'da aramaya devam ediyor.
Batı'ya giderken Doğu'ya varma olayını tabii herkes kendi cephesinden açıklıyor.
Örneğin bazı muhafazakarlar Avrupa'nın 68 hareketinden sonra geleneklerinden koptuğunu ve bunun bir süre sonra insanları yeni inanç arayışlarına ittiğini iddia ediyor.
Yaygın görüş ise, Batı'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iktidar, başarı ve paraya yöneldiği, bunun da insanları bilgisizliğe ve yalnızlığa ittiği.
Bir Formula 1 pilotu saatte 300 km ile gidebiliyor, ama arabadan indiği anda yaşamına anlam vermek zorunda yalnız bir adam olarak kalakalıyor.
Hollywood yıldızlarının dramını da böyle açıklayabiliriz. Belki de bu yüzden hayatın sahne olmadığını anlamakta gecikmiyor, hemen bir çiftlik alıp hayvanlara, otlara, çoluk çocuğa yöneliyorlar.
Bu ruhsal kargaşa, doğal olarak insanı her zaman doğru adrese götürmüyor; ruhların pazarlandığı bir süpermarkete düşme tehlikesi de yok değil.
Biraz zen, biraz spritualizm, bir miktar okültizm, Mısır piramitleri, Doğu kremleri, mistik müzik, ruhani kitaplar derken ortaya milyonlarca dolarlık bir Pazar çıkıyor.
Ama tabii aslolan insanların Doğu'yu değil “doğru”yu arayışları.

Aslolan ruhtur
Jean – Francois Revel, önemli bir Fransız felsefeci. Oğlu Matthieu ise çok özel bir budist.
Özel, çünkü Matthieu sadece Dalai Lama'nin Batı'daki temsilcisi budist bir rahip değil, ayni zamanda Batı dünyasının önemli bir bilimadamı.
Nitekim, Matthieu'nun biolojiyi bırakıp, budizme yönelmesi en çok bu yüzden şaşkınlık yaratmış.
Batı basını son günlerde bu ikiliye geniş yer veriyor.
Gerçekten de Batı'ya gittikçe niye Doğu'ya varıldığını bu baba – oğuldan daha iyi kim anlatabilir?
Matthieu, Batı'da bilimin darbe almasını, dünyayı açıklamakta suskun kalmasına bağlıyor ve “insan için aslolan kalp ve kalbin serüvenidir.
Bilim bu serüveni anlamakta, dolayısıyla insanı yorumlamakta çok yetersiz kaldı” diyor. Babası ise, “Bilim hiç bir zaman böyle bir sorunun cevabını aramamıştır. Senin iddia ettiğinin tam tersine, bilim Batı'nın zaferi olmuştur, sonu değil.
Burada mesele bilimi baltalamak değil, bilimin yeterli olup olmadığını sorgulamak. Batı'nın iflas ettiği doğrudur, ama iflas eden bilim değil Batı felsefesidir. Bati bilgeliği unuttuğu için çöküyor” görüşünü savunuyor.

Her ikisinin ortak görüşü ise şu:
“Bir felsefeci, rahatlıkla kişisel problemleri içinde boğulup gidebilir, bir bilim adamı zaaflarına yenilebilir, ama ruhsal olarak gelişmiş bir insan arada bir sapsa bile asla doğru yoldan çıkmaz. Yani aslolan ruhtur”.

Nereye gidiyoruz ?
İnsani anlamda baktığımızda, ruha doğru bir yolculuk yaptığımızı; devlet anlamında baktığımızda ulus devletin çağını doldurduğunu; sistem olarak baktığımızda demokrasinin gelecek yüzyılın solunu oluşturacağını; aşk açısından baktığımızda, duygusal paylaşıma katılmayan erkeğin sonunun geldiğini söyleyebiliriz.
2000'e hazırlanırken belki de yapabileceğimiz en önemli şey, düşünce ve davranış kalıplarımızı gözden geçirmek,yargılardan uzaklaşmak olacak.
Unutmayalım ki, hakikat zamanın içinde gizlidir.
Ve bugün her zamankinden daha çok durmak ve düşünmek zamanıdır.