Kemal Özer * Kavga Ozanı Nazım Hikmet

Kavga Ozanı Nâzım Hikmet
Türk toplumcu/devrimci şiirini belirleyecek ve besleyecek üç ana kaynak olduğu kanısındayım. Bunlardan biri, dünya devrimci pratiği ise, ötekiler de Anadolu halk şiiri birikimiyle cumhuriyetten bu yana oluşan çağdaş toplumcu/devrimci şiirimizdir. Bunlarla sağlam bir bağlantı kurulmadan, özümlemeye yol açacak araştırmalar yapılmadan, bu kaynaklarda yer alan değerler üstünde çalışmaya girilmeden, bugünkü şiirimizin serpilme ve verimlilik olanağı kısıtlı kalır.
Her biri başlı başına bir değer kaynağı olan bu üç alandan çağdaş toplumcu/devrimci şiirimizi ele alırsak, onu oluşturmada en büyük payın Nâzım Hikmet?e düştüğünü görürüz. Nâzım Hikmet, gerek estetik düzeyde, gerek nitelik ve içerik düzeyinde, her şeyden önce bir belirleyici, bir yol açıcıdır. Çağdaş toplumcu/devrimci şiirimizi tek başına kurduğu, geliştirdiği, çevresine saçılan ışıkta birçok ozanı etkilediği, bir oluşumun sağlıklı ve doğurgan çekirdeği olduğu söylenebilir. Yine söylenebilir ki, onun şiir serüvenine yapılacak yaklaşım, çağdaş toplumcu/devrimci şiirimizi kavramakta ve ileriye götürmekte en önemli ipuçlarını sağlayacaktır.
Hemen eklemeli, Türk şiiri içinde taşıdığı bu boyut, onu yalnız dilimizin ve kültürümüzün sınırlarıyla değerlendirmenin bir sonucu değil. Nâzım Hikmet, aynı zamanda dünya şiir pratiğinin de önemli doruklarından biridir. Bu pratik içinde de, toplumcu/devrimci şiir için örnekleyici değerler arasındadır. O olmadan, dünya toplumcu/devrimci şiirinin niteliği, estetiği eksiksiz olarak belirlenemez, bu konuda sağlıklı sonuçlara varılamaz.

EN İYİ NİTELEYEN SÖZCÜK

Nâzım Hikmet?in şiirini en iyi niteleyen sözcük ?kavga?dır. Elbet ozanın kişiliğiyle, doğasından gelen bir özelliğiyle açıklamaya çalışan dar kapsamlı bir yaklaşım sonucu yapmıyoruz bu saptamayı. Gerçi daha ilk şiirlerinde bile görünen bir durum dikkati çekiyor. Her zaman etkilenmeye hazır bir duyarlık ve kabına sığmayan bir coşku içindedir Nâzım Hikmet. Çevresinde olup bitenlerden etkileniyor, coşkuyla dışlaştırıyor duygu ve düşüncelerini. Ama bu özellik, sosyalist dünyagörüşünü edindikten sonra, yalnızca becerisinde, yeteneğinde bir boyut oluşturmakla kalıyor. ?Kavga? nitelemesinin kökleri çok daha derinde.
?Kavga?, her şeyden önce, dünyaya bakışıyla ilgilidir ozanın. Dünyagörüşü, onun yaşamı doğru kavramasını sağladığı gibi, yalnız kavramakla yetinilmeyeceğini de gösterir. Yaşamı değiştirmek de gerekmektedir çünkü. Dünyagörüşünün belirlediği bu amaç, ozanın sanat anlayışının oluşmasında baş etken olur. Bir üstyapı kurumu olan sanatın, yaşamı değiştirmede belki doğrudan değil, ama dolaylı bir işlevi vardır. İşte bu işlevi yerine getirmede, yani toplumsal kavgada bir yer tutmada ozana düşen, şiirini buna adamaktır.
Gerçekten de, Nâzım Hikmet?in şiirlerine baktığımızda, çeşitli aşamalardan geçmekle birlikte, bu ?kavgaya adanmışlık? hemen kendini belli eder. İçeriğin ele alınışında olsun, seçilişinde olsun, ?kavga?nın bilinci yönlendirir hep. Şiirlerinin içeriği, hangisini seçersem kavgama daha iyi hizmet ederim ölçütüyle; estetik ise, ne türlü yansıtırsam kavgamı daha etkili kılarım düşünüsüyle belirlenmektedir.

DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN

Değişmeyeni, Nâzım Hikmet?in şiirini genelinde niteleyeni böyle tanımladıktan sonra, şimdi değişeni araştırabiliriz.
Yukarda değindiğimiz gibi, çeşitli aşamalardan geçmiştir onun şiiri. Oldukça dar bir kesimde göğüslemiştir kavgayı önce. ?Çokluk meydanlarda okunmak, kitleleri etkilemek amacıyla yazılan, zaman zaman propagandaya, hitabete kaçan inançlı, umutlu, ödünsüz, sert, taşkın, çarpıcı şiirler?le karşımıza çıkar ilk kitabı 835 Satır?da.
Kuşkusuz, içinde bulunduğu tarihsel ve kişisel koşulların payı vardır bunda. Sosyalist dünyagörüşünü yeni edinmektedir daha. Yeni kurulan sosyalist bir toplumu görmüş, devrim coşkusunu yaşamıştır. Öte yandan, kurtuluş savaşı ertesindeki gelişmeler ülkemizde temel çatışmanın hızlanmasına yol açmıştır. Bir de buna, toplumcu içeriği vermek için yeni bir estetik araştırma ve kurma çabalarını eklersek, durum daha kolay aydınlanır.
Kavga, kitleleri savaşıma çağırmakla, eylemin ön sırasında yer alacak devrimci kadroları oluşturmakla sınırlı değildir oysa. Gerek dünyadaki, gerek ülkemizdeki gelişmeler yeni tavırları, yeni işlevleri gündeme getirir. Nâzım Hikmet de, lirizm gibi yadsıdığı kimi öğeleri, aşk gibi aykırı bulduğu kimi duyguları yeniden buyur eder şiirine. Hem insanı daha somut kavrar, hem de gerçekliği süreç halinde, yani ?doğuş, oluş ve ölüş akışında? yansıtır.
Bu gelişim göstermiştir ki, ?kavga? anlayışı boyutlandıkça, şiir dar bir alana sıkışmaktan kurtulur. Tüm yaşama açılmış olur. İnsan yaşamında tüm gereksinimleri karşılayacak büyük bir işleve kavuşur.

BİR ÖRNEK VE BİR SONUÇ

Nâzım Hikmet?in şiir serüveninde dardan genişe, tikelden tümele ulaşan boyutlanmayı vurgulayan bir örnek üzerinde duralım. Kemal Tahir?e hapisaneden yazdığı 6.10.1948 günlü mektubunda Nâzım Hikmet, ?Sonbahar? adlı şu şiirini de göndermiştir:
?Günler gitgide kısalıyor, / yağmurlar başlamak üzre, / kapım ardına kadar açık / bekledi seni, / niye böyle geç kaldın? // Soframda yeşil biber, tuz, ekmek / testimde sana sakladığım şarabı / içtim yarıya kadar bir başıma / seni bekleyerek. // Fakat işte ballı meyveler / dallarında olgun ve derin duruyorlar. / Koparılmadan düşeceklerdi toprağa / biraz daha gecikseydin eğer.?
Aynı mektupta şunları da yazar Nâzım Hikmet: ?Bu aşk şiirini, bu sonbahar şiirini okuyunca biraz şaşıracaksın sanıyorum? Nitekim yanılmamıştır. Sonraki bir mektubundan öğreniyoruz ki, sonbahar şiirleri yazması gerçekten hoşuna gitmemiştir Kemal Tahir?in. Bu konuda şöyle diyor Nâzım Hikmet: ?Sonbahar şiirlerine gelince. Niye yazmayacak mışım? Sonbahar da bahar, yaz ve kış gibi bir mevsimdir, ve insanlar bütün bu mevsimlerden geçerler, yeter ki kışın bile ümitsiz olmasınlar, ihtiyarlıklarını cesaretle, ümitle karşılasınlar ve onu hiç de bitmiş, ölü bir mevsim olarak kabul etmesinler. Bak sen bana Yahya Kemal?in bir mısraını yazmışsın. Bir fikrini, bir hissini ifade edebilmek için Yahya Kemal?in bir şiirinden bir satır almak zorunda kalmışsın. O satırı, o mısraı da -bir insan hissi, hem de gayet reel bir insan hissi, hiç de mütereddi olmayan bir hissi ifade ettiğine göre- bende bulsaydın, hem de daha ustaca, daha realistçe söylenmişini bende bulabilseydin daha iyi olmaz mıydı??
Bu küçük ayrıntıdan da anlaşılacağı üzre, Nâzım Hikmet, şiiri her şeyden önce yaşamımızda yeri olan, yaşanan bir şey olarak görüyor. O yüzden yaşamı her yönüyle, derinliğine ve genişliğine kavramasını, onu zenginleştirmesini istiyor. Ozanın kavgası, gerçekliği belli bir ânıyla değil, süreç içinde yakalamak ise böyle yapmak zorundadır. Vardığı sonucu, başka bir mektubunda şöyle özetliyor:
?Şu son senelerde ben şöyle bir -Kristof Kolomb?un yumurtası, yahut belki de Amerika?yı ikinci defa keşfetmek kabilinden- neticeye ulaştım: Bizim insanlarımız, bizleri, sanatkârlarını, hayatlarının her tezahürlerinde okuyabilmeli, sordukları her sualin -sanat bakımından- karşılığını bulabilmeli, yani sevdikleri zaman, aşk şiiri okumak ihtiyacında oldukları zaman, yani dövüştükleri zaman, kavga şiiri okumak ihtiyacında oldukları zaman, yani yenildikleri zaman, ümit şiiri okumak ihtiyacında oldukları zaman, yani muzaffer oldukları zaman, sevinç şiiri okumak ihtiyacında oldukları zaman, yani ihtiyarlamaya başladıkları zaman, ihtiyarlık meselesini çözmek ihtiyacında oldukları zaman, hastalandıkları zaman, cemiyet meselelerini halletmek istedikleri zaman, hasılı insanlarımız her anlarında bizim kitaplarımızı ellerinden bırakmamalıdırlar. Bilmem derdimi anlatabildim mi, biz, diyalektik materyalist realist sanatkârlar hayatın, insan ruhunun her cephesini ele almalıyız.?

BİR KABARTMA HARİTA GİBİ

Şiirlerine tek tek baktığımızda, Nâzım Hikmet?in bu sonuca doğru nasıl gittiği, bir kabartma harita gibi gözlerimizin önüne serilir. Bir yandan birey olarak onun kişisel serüvenini tüm ayrıntıları ve boyutlarıyla izleyebiliriz. Bir yandan da yaşadığı ülkeyi ve çağı, insanlarıyla, olaylarıyla, tarihiyle kavrarız.
Kavga, önce bir sanat kavgası biçiminde ortaya dökülür. Dünya, ülkemiz ve ozanın kendisi, değişim geçirmektedir. Sosyalist bir ülke kurulmuştur. Ulusal kurtuluş savaşları olmaktadır dünyada. Ülkemizin kurtuluş savaşından sonra temel çatışma hızlanmıştır. Bütün bunların yanısıra, sosyalist bir dünyagörüşü edinen Nâzım Hikmet, yeni içeriği yansıtacağı estetik araçları aramak durumundadır.
?Orkestra?, ?Sanat Telâkkisi? gibi şiirlerde yeni sanat anlayışını dile getirir doğrudan. Arı sanatı temsil eden edebiyatçı ve yazarlarla çatışmaya girer. İlerki yıllarda da, zaman zaman görüşünü dile getirdiği şiirlere rastlanacaktır.
Edindiği dünyagörüşünü doğrudan iletmeye yarayan şiirler yazar. ?Berkeley? adını taşıyanı, bu ünlü idealist felsefeciyi ele alıp hem onu ve felsefesini yermeyi, hem de kendi diyalektik materyalist felsefesini sergilemeyi amaçlar. İlerde bu tutumun en gelişmiş örnekleri Rubailer?de ortaya çıkacaktır.
1923?te yayınladığı ?Grev? şiirinde, güncel bir olaydan yola çıkar. Grevin nedenini ve hareket sürecini anlatır. 1929 Haziranında taşıt işçilerinin İstanbul?da yaptığı grevden esinlenerek Sesini Kaybeden Şehir?i yazar. Burda da grevin sonuçlarını betimlemiştir. Güncellik, Nâzım Hikmet?in tüm şiir serüveninde sık başvurduğu bir dışlaştırma biçimidir.
Erzincan depremiyle ilgili ?Kara Haber?, Tan matbaasının faşistlerce saldırıya uğramasıyla ilgili ?Onlar ümidin düşmanıdırlar sevgilim? diye başlayan şiir, 1950?den sonra yurt dışındayken yazdığı ve DP iktidarını yeren şiirler, 27 Mayıs?ta ölen Turan Emeksiz için yazdığı ?Beyazıt Meydanındaki Ölü? şiiri bu tutumun ilk ağızda sayılabilecek birkaç örneği.
Güncel şiirin en büyük örneği ise Taranta-Babu?ya Mektuplar?dır. İtalya?nın Habeşistan?a saldırısını konu edinen ve faşizmin yaşama karşıtlığını lirik ve dramatik bir örgü içinde sergileyen bu yapıt, ?Güncel, kişisel ve yerel bir olaya tarihsel, toplumsal ve evrensel bir anlam kazandırır. Çünkü sözkonusu olayı tarihî maddeci görüşüyle yansıtır: Güncelin altında yatan temel süreci (sınıflar çatışması) yakalar, bireyseli (zencinin serüveni) belirleyen ulusal gerçekliği (kapitalizmin faşizmi) gösterir ve onu dünyadaki görünümüne (emperyalizm) bağlar; giderek, bütün ülkeler ve çağlar için gerekli bir yoruma varır.
Portreler?de yer alan örnekler ise taşlama şiirleridir. Yönetimi ve yöneticileri taşlayan geçmişteki hiciv edebiyatında bulunmayan boyutlar getirmiş, kapitalist düzeni ve burjuva aydınlarını sınıfsal anlayışla eleştirmiştir bunlarda.
Şeyh Bedrettin Destanı?nda olduğu gibi, tarihsel olaylara da eğilir. Yakın tarihten de Kuvayı Milliye Destanı?nda görürüz aynı eğilimi. Bunlarda tarihsel kişilerin olsun, özel kişilerin olsun hem kişisel yaşantıları, hem de bunların ardındaki geneli yansıtma girişimi dikkati çeker.
Devrimin ve devrimci insanın anlatılması da kimi şiirlerde bir boyut olarak yer almaktadır. ?Güneşi İçenlerin Türküsü?, ?Rodos Heykeli?, ?Salkımsöğüt?, ?Yanardağ? gibi örneklerde ve daha sıralanabilecek pek çok örnekte, yaşantısının başka kesimlerinden sıyrılmıştır insan. Eylemle başlayıp biter. Eylem içinde vardır yalnız. Sık sık döndüğü, yeni örneklerini yazdığı devrimci insanı ele alışında da çokboyutluluğa ulaşıldığını söyleyebiliriz. Almanlara karşı çarpışan partizan kız Zoya?yı anlatışında olduğu gibi.

ESTETİKTE GÖZE ÇARPAN ÖZELLİKLER

Nâzım Hikmet, daha önce de belirttiğimiz gibi, dışlaştırmak istediği içeriğe elindeki estetik aracın yetmediğini görerek işe başlamıştır. Ölçülü uyaklı yazmayı değiştirmiş, Sovyetlerde karşılaştığı şiirlerin biçiminden etkilenmiştir. Bu dönem için kendisi şöyle der: ?Ahengin de bir saz, hatta tek bir keman değil, bir orkestra, çeşitli âletlerin çeşitli kombinezonlarla ses verdiği bir orkestra ahengi olması gerektiğine kanaat getirdim.?
Yüksek sesle söylenmek için yazılmış ilk şiirlerine karşılık, sonrakilerde bir konuşma tonuna doğru yöneldiği görülür. Uyaklarda yumuşama, benzetmelerde ise şaşırtıcılık yerine yalın bir gerçekçilik göze çarpar. Önceleri yadsıdığı lirizmin de yer almasıyla zenginleşen anlatım bir öykülemeye dönüşür.
?Her içeriğin, bu içeriği bir ipek çorap saydamlığıyla gösterecek ve tam olarak yapışacak olan kendi biçimi olmalıdır? görüşünden yola çıkan Nâzım Hikmet, ?zaman oldu en renkli, en ahenkli şekillerin peşinde koştum. Halka söylemek istediklerimi bu şekillerle söylersem daha hoşa gider, daha kolay dinlenir, daha dokunaklı olur diye düşündüm. Zaman oldu, büsbütün tersine, en sade, en göze görünmez şekillerle halka türkümü dinletmek istedim. Ne zaman yanıldım? Bence öylesi de lâzım, böylesi de, daha nice nicesi de? diye özetliyor bu konudaki tutumunu.
Sonuç olarak yineleyelim, değişmeyenle değişen yan yanadır Nâzım Hikmet?te. ?Değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en mükemmel ifade edebilmek? için durup dinlenmeden değişmiştir.
Milliyet Sanat Dergisi ? 21 Ocak 1977)
Kemal Özer